Kapitalist sistemin özendirmesiyle zenginin gözü bir türlü doymazken, buna özenen fakirin de gözü aç. Haksızlığa hak için değil de, kendi faydalanamadığı için karşı olmak mevzuu. Aynı pozisyona gelse kendi de yiyiciler kervanına katılacak. Yaşlı birinin genç bir hanımla evlenmesinde gözü kaldığı için eleştiren kart erkekler gibi... Parası yokken “ne yapalım, sabredelim” derken, parası olunca azanlar misali... Herkesin kendine yonttuğu bir yerde cemiyet olmaz, İslâm paylaşımı olmaz. Zengini daha zengin, fakiri daha fakir olur. Devlet de bunu düzenlemezse olacak olan budur.
Osmanlı’da gelir dağılımındaki fark üç katı kadar idi. Üst ile alt arasındaki fark kapitalist sistemdeki piramit misâli değil, yumurta misâli idi. Tepe ile alt arasında keskinlik yok idi. Öyle ki sermayenin aşırı büyümesine Osmanlı müsaade etmez, müsadere rejimi uygular idi. Vezirlerin malı-mülkü babadan oğula geçmez idi, ancak asgarî miktarı kalırdı. Osmanlı’nın kapitalizme direnmesi Sanayi Devrimi’ne ayak uyduramamasından değil, Kapitalizmin insan ilişkilerini bozmasındandır. Kapitalizm insanî bir rejim kuramaz, çünkü sömürmek zorundadır.
Büyük Doğu İdeolocyasının dokuz prensibinden biri, sermaye ve mülkiyette tedbirciliktir. İslâm’da serbest ticaret ve özel mülkiyet var; ama sermayenin urlaşmasına ve yeni bir Kapitalist zümre oluşmasına müsaade edilmez. Zengin ve fakir elbette olacak! Ama zengin domuzlar gibi semirmeyecek, fakir ise bir kuru ekmeğe muhtaç olmayacak. İnsanın iki vadi dolusu altını olsa üçüncüsünü ister. İslâm rejimi her şeyden önce insanın sınırsız ihtiraslarına gem vurmasını ve sınırlı ihtiyaçlarını karşılamayı taahhüt eder, düzenler.
Kapitalizmin büyümesi neticesinde dünya o hâle geldi ki, uluslararası büyük şirketler devletleri yönetir oldu. Buna Amerika da dâhil. Fakat dünya büyük değişimlere doğru giderken, (Kapitalist sistem sonuna gelirken) ekonomik güç dengesi de Asya’ya kayıyor. Bu ise Amerika ve Batı’yı son derece rahatsız ediyor, sonlarını ihtar ediyor. Devrim ve değişimlerde ekonomik ayak belirleyici olabiliyor ve bu hususta da dengeler bozuluyor.
Dünyada da gelir uçurumu var. Nüfusun % 1’i geri kalan %99’u kadar ekonomik pastadan pay alıyor. Kuzey ülkeleri ile güney ülkeleri arasındaki fark 400 katına çıkıyor. Kurt kuzulara şah olsa bu taksimi yapmaz.
Türkiye’de muhafazakâr-demokrat Ak Parti hükümeti var; ama gelir dağılımındaki makası kapatamıyor. Binde birlerle ifade edilecek düzelmeler olumlu olarak gösteriliyor. Hâlbuki 15 yıllık iktidarda çok şeyler yapılabilir. Sermaye çevreleri uluslararası sermaye ile bağlantılı besleniyorlar ve büyük şirketlere kafa tutmak öyle kolay değil; ama düşmanı geriletmedikten ve kendi iktisadî nizamına geçmedikten sonra iktidarda olmanın da bir kıymeti yoktur. Zaten onlar dışarıyla bağlantılı iktidarı da devşirmeye kalkarlar.
Ekonomik bağımsızlık olmadan siyasî bağımsızlık da olmuyor. 79 milyon, Batılı ve ABD’li firavunlara neden kölelik yapmak zorunda bırakılıyor? Üç bin aile Batıya kölelikten ve oradan beslenmekten yana ama onlar bu milletin kanını emen, iktisadi bağımsızlığa mani olan ve halka tepeden bakan ayrıcalıklı zümre. 15 Temmuz’da tankların önüne yatan ortalama insanlardı, zengin ve imtiyazlı sınıf değil idi. O gece 240 kişi bu zengin sınıfı ve Kapitalist rejim yaşasın diye şehid olmadı, yaklaşık 2500 kişi ensesi kalınlar için yaralanmadı.
Etrafından bir kişi açken kişinin tok yatmasının, yüz batman üretecekken bir batman eksik üretmesinin ne gibi vebali olduğunu idrak etmeliyiz, idrak ettirmeliyiz! Adalet her şeyden önce insan ilişkilerinde sağlanmalıdır; bu da paylaşım ve bölüşümde görülür. Üstelik insanın zaruri ihtiyaçları söz konusu iken bu mevzuya ibadet şuuruyla bakmak mecburiyetinde ve mesuliyetindeyiz. Bir hadiste işaretlendiği gibi, kişinin namazına niyazına değil, parayla ilişkisine bakmak zorundayız. İslâm’da iktisadî hayat ahlâkî boyutu başa alırken en müşahhas örnekleriyle düzenlenmiştir. Mal ve can ile cihad ve fukaraya yardım teşvik edilmiştir.
Allah katında güçlü Müslüman daha sevimlidir ölçüsü kendisinin ve İslâm’ın şerefini korumada mal ve mülkün rolüne işaret ediyor. Karşıtların elindeki mal-mülk, onların nefsine ve batıl yollarına hizmet ederken bu hususa dikkat etmeliyiz. Zaten ilahi uyarı da boşuna değil. Tasarrufumuza alamadığımız malın bizi tasarruf eder hale geleceğini bilmeliyiz.
Şimdi şu sese kulak verelim:
“Sesimi duyan herkes iyi dinlesin!
Aldanmayın dünya malına, makamınıza, servetinize. Dünya imtihan dünyası, gelip geçici. Sen zenginlikle imtihan ediliyorsun; ben fakirlikle! Eğer ben dileniyorsam sorumlusu sensin! Paranın esirisin! Allah’ın fakirlere yardım emrini çiğnemişsin! Beni sokaklara sen ittin! Yardım emrini çiğnedin! Aldanma malına mülküne! Yarının ne getireceğini bilemezsin! Küçümseme, hor görme beni! Yarın olabilirsin benim gibi. Takdir Allah’ındır, böbürlenme! İş işten geçmeden kulak ver sesime! Yardım etse herkes birbirine, açlıktan ölmezdi hiç kimse! Bir gün öldüğünde gelecek olacak tek şey seninle, paran değil! Yaptığın iyilikler olacak yoldaşın”
Romanyalı bir dilenci kadının duygusal ve melodik sesiyle ağıt gibi sokaklarda söyledikleri bunlar. Sosyal medyada görüntüsü ve sesi mevcut. İşin içinde profesyonellik olsun olmasın, Romen dilenci kadının söyledikleri şu hadisin uyarısıyla örtüşüyor:
“Zenginlerin zekâtı fakirlere kâfi gelmeyecek olsaydı, Allah onlara ayrıca nafaka çıkarırdı. Fukara aç kalıyorsa zenginlerin zulmü yüzündendir.” (Râvi: Ebu Hureyre. Kaynak: Ramuz el-ehadis)
Bu hadisin uyarısına çatmamız, Müslümanca yaşamadığımızdan. Bu noktada düzenleyici ve yönlendirici olması gereken rejimin, kapitalist ağırlıklı karma bir ekonomik model uyguladığını hatırlatalım.
Muhafazakâr iktidar olsa bile yöneticilerin hedefi öyle. Herkes kapitalist olma hayalleri peşinde. Hâlbuki herkesin kapitalist olması mümkün değil. Bu iştiha sadece gelir dağılımındaki farkı arttırır. Kapitalist sistemin amacına hizmet eder. Bizim onları taklit etmemiz, ne ahlâken ne iktisaden doğru değil.
Toplum ve devlet, sosyal nizam demektir; altta kalanın canı çıksın demek değildir. Acımasız ve hür rekabet değil, paylaşım ve dayanışma esas olmalıdır. Yardımlaşma sadece Ramazan’da hatırlanan bir şey değil, tüm ilişkilerimize sirayet eden bir şey olmalıdır. Bunun sistemine muhtacız.
Baran Dergisi 507. Sayı
29.09.2016