Kâzım Albayrak’ın 18.05.2024 tarihinde Büyük Doğu Akıncıları Derneği lokalinde verdiği “Gölge’den Akıncı Güç’e İslâmî Hareketin Temelleri” başlıklı sohbetin metnini sunuyoruz.
Değerli gönüldaşlar, değerli misafirler!
41. sene-i devriyesinde Necip Fazıl'ı, 6. sene-i devriyesinde ise Salih Mirzabeyoğlu'nu rahmetle anarak konuşmama başlamak istiyorum. Mevzumuz İslâmî Hareketin Temelleri. Önce, "Necip Fazıl kimdir?" sorusunu cevaplayalım.
Necip Fazıl, şeriatten kıl taviz vermeden, onu eşya ve hadiselere hâkim kılmanın dünya görüşünü örgütleşmiş adamdır. Onun şiirlerini de kahramanlıklarını da bu zaviyeden değerlendirmemiz gerekir. Zira onun fikir yönü, sanat ve edebiyatçı yönünden baskındır. O, ilmin de tâbi olması gereken irfan ve hikmet üzerinedir. Malum olduğu üzere hikmet ilimin, ilim de tekniğin üzerinedir.
Üstad Necip Fazıl, 1977 senesinde din eğitimi camiasına hitaben şöyle demiştir:
"İşte din öğrenim ve öğretiminin gençlik kadrosuna tek ölçü: "Vecdsiz ilim ve ilimsiz vecdden Allah'a sığınınız! Bilhassa hakikat avcılığı demek olan ilmin, donuk ve dondurucu akla bitişik, yanık ve yakıcı kalbine mâlik olun!... Tapusu kimin üzerine çıkarılırsa çıkarılsın, İmâm-ı Âzam'ın evi demek olan tahsil çatınızın cephe duvarına şu düsturu yazın: “İmâm-ı Âzam'ın aklıyla birarada kalbine giden yol üzerindeyiz!”(1)
Demek ki iman aklın değil, iradenin işidir. Bu minvalde Üstad'ın gençlikten beklediği ve meşhur konferansına isim olan şu terkibe dikkat edelim: “İman ve Aksiyon”. Necip Fazıl'ın her şeyden önce aşk ve vecd adamı olduğunu, fikir ve aksiyonunun da buna eşlik ettiğini ifade edelim.
Onun “vücut hikmetim” dediği temel eseri olan İdeolocya Örgüsü, bir dünya görüşü olması yanında dinî hükümlerin gayeleri anlamında hikmet-i teşri veya makâsıdü’ş-şerîa alanıyla, öte yandan Devlet ve İdare Mefkûremiz bölümünde işlenen Başyücelik Devlet modeli ile de İslâm kamu hukuku alanıyla doğrudan ilgili kılavuz bir eserdir.
İdeoloji yani dünya görüşü… Üstad'ın Gençliğe Beyannâme'sinden ideolocyamızın vasıflarını özetleyelim: Topyekûn kâinat muhasebesini getiren... Sözde dünya görüşlerini muhasebe eden... Batı tefekkürünü İslâm tasavvufu önünde sigaya çeken... Müsbet bilgiler ve makine tefekkürünün ruhu emrine veren... Tarihimizi, Kanuni’den itibaren bozulma ve Tanzimatla birlikte Batılılaşma açısından kritik eden ve gerçek ve sahte kahramanları ayıklayan… Yenileşmeye ve İslâm inkılâbına işaret eden.. Milliyetçiliği ve hürriyeti hakikatine bağlayan...Adaleti Allah ölçüsüne göre mizana oturtan… Her nefes alışta yeniyi, doğruyu, iyiyi ve güzeli arayan; ve asla donmaya, kabuk tutmaya, posalaşmaya, vecd ve aşk yoksulluğuna tahammül etmeyen bir dünya görüşü…(2)
Necip Fazıl, şeriat ölçülerine bağlılığı ve onlardan aldığı zevki şöyle ifade ediyor: “Ben bazı şer’î eserler üzerinde etüdler yaptığım zaman, bulduğum ölçüler içinde aldığım hazzı, hissettiğim konforu dünyada hiçbir şiirden almıyorum.” Necip Fazıl bu bahse şöyle devam ediyor: “Bu, fikrin konforudur. Hakikate bağlı fikrin, başıboş fikrin değil. Şimdi bu şeriat aşkı ve heyecanına geçmeden hemen peşin söyleyeyim ki, bu gidişle hayat hakkı yoktur bize!”(3)
Şimdi, "Salih Mirzabeyoğlu kimdir?" suali… O, İbda fikriyatının kurucusu, aksiyon ve sanat adamıdır. İbda fikriyatı, yürüyen Büyük Doğu'dur ve bundan dolayı "Büyük Doğu - İbda" diye bu iki ismi terkip halinde kullanıyoruz. Bunu biraz açalım. İslâm ruhunun eşya ve hadiseler karşısında “nasıl” davası Büyük Doğu’dur, bunun yürütücü "niçin" davası ise İbda’dır. İbda, “niçin” davasında sistematik ve kurucu bir rolde olduğu için müstakil olarak isimlendirilmektedir. Temel eseri olan İbda Diyalektiği eserinin başlığı, İbda’nın sistematiği manasındadır. Demek ki İbda, Büyük Doğu’nun anlaşılması için gerekli olan usul davasını çerçeveleyen, sistemleştirendir. Bundan dolayıdır ki “İbdasız, Büyük Doğu davası anlaşılamaz” diyoruz. İbdasız ancak nostaljik Büyük Doğu’culuk olur. Bundan dolayı İbda, “yürüyen Büyük Doğu” olmaktadır. Yukarıda izah ettik “nasıl” ve onu yürüten “niçin” davasını.
İBDA’nın kısa ve özlü tanımını onun mimarından verelim: “İBDA, Allah ve Resûlü davasında, "DOĞRU YOL - KURTULUŞ YOLU"nun bir alemi, bir remzi…”(4) İbda ile İbda-c farkını da izah edelim. İbda, Salih Mirzabeyoğlu demektir, onun fikriyatı aksiyonudur. İbda-c ise Mirzabeyoğlu dışında, bu fikriyata bağlı olanların birbirinden bağımsız yaptığı faaliyetlerdir. Demek ki İBDA-C, belli bir şahıs veya grup adı olmayıp bir zümre adıdır. Herkesin kendi usulünce ve mizacınca yakın kişilerle faaliyette bulunması demektir. Öyle ki hukuk, siyaset, iktisat, sanat vs. bütün cephelerde faaliyet gösterilsin ve böylece düşman her cepheden kuşatılmış olsun diye bu model ortaya konmuştur. Fikriyata nisbet kaybedilmedikten sonra bu model sağlıklı yürür. Zaten nisbetini kaybeden de davanın dışına çıkar.
Bu yapılanmada olumsuzluklara doğrudan müdahale görülmese de yavaş yavaş gerçekleşen tabii bir ayıklama bünyesi vardır. Bu model iyi anlaşılırsa emir alma, emir bekleme gibi bürokratik yavaşlıktan uzak, hızlı ve yaygın bir yapıya dönüşür. Kendinden zuhur esprisi de bunu ifade ediyor. Ancak, fikriyat özümsenmezse ve söylemde kalınırsa maksat hasıl olmaz. Neticede cepheleri var eden husus, iş ve faaliyet olup değerlendirme kriteri de fikriyata uygunluktur. Bu hususta Mirzabeyoğlu mücadeleye dair birçok güzel örnek de bırakmıştır. Yani samimiler için yeterli seviyede hatta fazlasıyla fiili tecrübeler vardır. İbda’nın mücadele tarihi bunun zengin ve bereketli örnekleriyle doludur.
Türkiye’de gelinen noktada İbda ve onun mensuplarının damgası çok açıktır. Kısa bir kronolojik gezinti yapalım: 1980 öncesine damga vuran Gölge ve Akıncı Güç’ten akıncı teşkilatlarından 12 Eylül zindanlarına ve Gönüldaş yayınları çaba ve direncine, 1986 Tavır dergisi ve 1987 türban için açlık grevlerinden 1988 ve sonrasındaki Ayasofya gösterilerine, 1990 Nokta dergisi mülâkatı ve Ak-Doğuş zuhurlarından, 1992’den itibaren pıtrak gibi biten cepheler ve meşhur Taraf dergisi dönemine, 28 Şubat’a direnen yegane hareket olarak Metris ve Bandırma isyanları, verilen şehidler, ağır mahkumiyet alan gönüldaşlardan, Telegram işkencesi ve Mirzabeyoğlu’na özgürlük kampanyalarına, 15 Temmuz 2016’da Anadolu halkıyla İbda’cı şehit ve gazilerin bütünleşmesinden, Suriye ve Gazze direnişine verilen desteklere kadar yürüyen bir hareketten, Üstad ve Kumandanın kan ve canla inşa ettiği bir teşkilâtlanmadan bahsediyoruz. Işığını iki liderinden alan ve fikir manzumesi ile aksiyon cephesi sağlam olan bu hareket, tabii ki tutarlı çizgisini sürdürecektir. Şunu da belirtelim ki dava büyüklüğünü, ona mensubiyetten dolayı kendi büyüklüğü gibi algılayanlar ve caka hesabına düşenler davayı yürütemez. Bir dava adamında her şeyden önce samimiyet, fedakârlık ve ideolojik eğitim şarttır.
"İslamî Hareketin Temelleri" dedik. Bunun müsebbibi olarak 1975’te çıkan Gölge ve 1979 tarihli Akıncı Güç dergilerinden kısaca bahsedelim. Önce şu açıklamayı yapalım: İslâmî hareket tabii ki her devirde olmuştur. Cumhuriyet döneminde de mücadele verilmiş, direnen ve savaşanlar, şehit ve gazi olmuştur. İşte İskilipli Âtıf Hoca, işte Said Nursi ve diğerleri. Biz, İslâmî Hareketin Temelleri der ve bunu Gölge ve Akıncı Güç dergi ve hareketine bağlarken, ihtilâl-inkılapçı bir çizgiden ve bunun sistemli başlatıcısından bahsediyoruz. Zira Gölge’den önce ferdi veya grup olarak İslâmcı mücadele olsa bile, ihtilâl-inkilâpçı bir dünya görüşüne sahip değildi ve hareket Mirzabeyoğlu’nun İdeolocya ve İhtilal (1979) eserinde yaptığı gibi sistemleşmemişti. Demek ki Salih Mirzabeyoğlu’nun Gölge Dergisi için söylediği, “İlk ihtilâlci ses”(5) tesbiti anlam kazanıyor. Mirzabeyoğlu’nun, Gölge ve Akıncı Güç dergilerini birlikte değerlendiren, onların ihtilâlci özünü açıklayan Üç Işık eserindeki şu tespitleri bize yol göstericidir:
“Büyük Doğu mücadelesi ve onun yumuşattığı iklim... Ve Müslümanların önünde bir korkuluk gibi duran "Menemen" hatırasını bir tekmede deviren şanlı GÖLGE... Sene 1975... Benim yaşımda olup da 1968'den başlayıp 12 Mart 1972'ye kadar meydan yerinde İslamcı kesimin tozunu bile görmemiş gençler, hu dönem içinde madde ve mânâda pişip 1975'de patlayan GÖLGE'nin mânâsını herkesten iyi bilenlerdir... GÖLGE, İslâmcı gençliğin ezik, silik, pasif ve şu veya bu gruba hareketlilerini kaptıran bünyesini silkelemiş, “Akıncı”nın hem isim ve hem de mânâ babasıdır... Onunla paralellik içinde çalışmaya başlayan "Akıncılar Derneği", GÖLGE'nin dinamizmine ayak uyduramamış ve her biri öbüründen pasif başkanlarıyla MSP yamacında rehavete dalmış, buna rağmen dinamik unsurlarıyla var olduğunu göstermiştir... Bugün derinliğine doğru gerçek İslâm tefekkürünün temel esaslarından biri olan ve Üstadım tarafından "mücerret fikir istidadı tamam!" diye değerlendirildiğim "Bütün Fikrin Gerekliliği", 1978'deki ikinci dönem GÖLGE'nin mahsulü.,. Ve İslâm dünyasında ilk defa askerî stratejiyi siyasete tatbik, eden ve siyaseti "İslâmî dünya görüşünün" bütün ve tek modeli BÜYÜK DOĞU'ya bağlayarak, fikre dayalı siyasî mücadelenin ne ve nasılını misâllendiren muazzam AKINCI GÜÇ patlaması... "Büyük Doğu Devleti kurmak davranışı" suçuyla hakkında dava açılan ilk örnek de benim... GÖLGE'de... Ve MSP'nin çatırdamasına, fikrin cüce soyunun itibar plânından dehlenmesine... Sene 1979... "İdeolocya ve İhtilâl" isimli eserim bu dönemin demetlenişidir...”(6)
Gölge dergisi ilk sayısının takdiminde “ruh hamurkârı” diyerek Necip Fazıl’a nisbetini, yine ilk sayısının kapağında “Çağlar Üstü Mutlak Fikir’e Doğru” diyerek hedefini, iç sayfalarda ise “Akıncı Baş Kaldırırken” diyerek askeri stratejiyi siyasete uygulamayı göstermiştir.
Gölge Dergisi, İslâmcı gençliğin aradığı fikir ve aksiyonu ona vererek, komünist-ülkücü kamplaşması arasından “akıncı” ismiyle zuhurunu sağlamıştır. Yani mukaddesatçı gençliğin “akıncı” ismi ile teşkilâtlanması ve ideolojik-ihtilalci şuura geçmesinin yolunu açmıştır.
Gölge dergisi, mukaddesatçı gençlikte o kadar benimsenmiştir ki akıncı teşkilâtları (buna MTTB de dahil edilebilir) Gölge’nin dilini benimsemiş, sessiz, pısırık Müslümanlığın yerini, Gölge dergisinin bir kapağında ifadesini bulduğu üzere, “hakkını namlusunun ucuyla arayanlar” çizgisi almaya başlamıştır.
Gölge dergisi, kızıl ve kara emperyalizme isyan bayrağı açarak, gül-bülbül edebiyatı yapan sözde İslâmî dergilerden ayrıldığı gibi bunu söylemde bir İslâmcılık değil de gaye-vasıta yani Mutlak Fikir-Tatbik Vasıta Fikir planında ve ideolojiye nisbetle hedef-vasıta ilişkilerini çözmüş olarak yapmıştır. Değişim yollarını belirlemek ile ihtilâlin oluş tekniğini de ortaya koymuştur. “Tek çare: Yeni nizam, yeni insan” diyerek ideolojik savrulmaların önüne geçtiği gibi “iktidara gelme” ile “iktidarı ele geçirme” farkına da işaret etmiştir. Kemalist rejime karşı sistemli muhalefet düşüncesiyle eyleme geçmiş ve hareketi temellendirmiştir. Zira hareketi hedeflendirmek için temellendirmek gerekmektedir.
1979’da çıkan Akıncı Güç dergisi ise şehit ve gazilerle yükselirken dolgun muhtevasıyla da tezahür etmiştir. Akıncı Güç, fikir ve eylemin birlikte yürütülmesine de harika bir misal olmuştur. İhtilâl-inkılâpçı siyaset izlemenin ve sokağa hâkim olmanın nasılına cevap verirken, her sayı tefrika edilen ve peşinden kitaplaşan İdeolocya ve İhtilâl eseri ile de “Büyük Doğu davasının aksiyon cephesini örgütleştirme yolunda ilk ve tek” olmuştur. Üstad Necip Fazıl tarafından Salih Mirzabeyoğlu ve Akıncı Güç kadrosunun, “Müjdelerin Müjdesi” ve “Işık” yazılarıyla karşılandığını da hatırlatalım. 1980 sonrası İslâmcı hareketin yükselişe geçmesini de 1980 öncesi Gölge ve Akıncı Güç’ün hareketi temellendirmesi ve istikametlendirmesine bağlamalıyız.
1983-1984’te, açılımı itibariyle içinde “akıncı” ismini de barındıran İBDA ismiyle Mirzabeyoğlu kısa bir süre merkezi yapıyı sürdürmüş, ancak 1987 senesinden itibaren İbda cepheleri tarzından mensuplarının bürolaşmasını, branşlaşmasını ve kendi tarzlarını geliştirmelerini istemiştir. Bunun iki manivelası olup birincisi İslâm’a muhatap anlayış davasının özümlenmesi, ikinci ise kendinden zuhur esprisi içinde herkesin oluş ve faaliyet zeminini bulmasıdır. Biri motive edici fikir ya da motor, diğeri bağlılarından kaynaklı dinamizm ya da yakıt, enerjidir.
İbda’nın İslâm gençliğinden istediği dört husus vardır. Bunları sayalım: Dava aşkı ve ahlâkı, kültür edası, aksiyon dehası, sanat ve estetik idraki. Bunlardan sanat ve estetik idraki üzerinde kısaca duralım. Sanat tavrı, imanın zevken idrak oluşuyla yakından alâkalı olup iş ve faaliyetlerinde ibdaî ruh ile her ân yapılan işlerin heyecanını duymak ve iç ve dış olarak üretken olmaktır. Güzelliğin zarafet ambalajı demek olan estetik ise “Sevdiriniz, soğutmayınız!”(7) hadisinin gereği olarak, telkin dili, etkileme yeteneği ve sirayeti edici olmaktır. Bu minvalde başka bir hadisi zikredelim: “Güzel elbiseler giyiniz, güzel hayvanlara bininiz; insanların nazarlarına hoşa gidecek şekilde çıkınız!”(8) Bu hadis için “Güzellik zevki İslâm ahlâkının temel duygularından birisidir.” yorumunu yapan Üstad, bir başka eserinde ise şöyle der: “Allah Resulü, iyi giyim nimetinin, gururlanmadan zâhirde de gösterilmesini emrediyorlar ve güzel kılığı seviyorlar.”(9)
Bahsimizi, hem hâlimizi izah etmek hem imanımızı tazelemek ihtiyacına binaen Üstad Necip Fazıl’ın, konuşmamda geçen şu sözüyle noktalamak istiyorum:
“Şeriat aşkı ve heyecanına geçmeden hemen peşin söyleyeyim ki bu gidişle hayat hakkı yoktur bize…”
Allah’ın selâmı üzerine olsun!...
(1): Necip Fazıl Kısakürek, Rapor 3/4, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2009, s. 58.
(2): Necip Fazıl Kısakürek, Hitâbeler, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2009, s. 285.
(3): Necip Fazıl Kısakürek, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2014, s. 179.
(4): Salih Mirzabeyoğlu, İbda Diyalektiği, İbda Yayınları, İstanbul, 2018, s. 19.
(5): Salih Mirzabeyoğlu, Kökler, İbda Yayınları, İstanbul, 2019, s. 36.
(6): Salih Mirzabeyoğlu, Üç Işık, İbda Yayınları, İstanbul, 2021, s. 151.
(7): Buhârî, İlim, 11 (hadis no: 69)
(8): Ebû Dâvûd, Libâs (hadis no: 4089)
(9): Necip Fazıl Kısakürek, Çöle İnen Nur, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2020, s. 510.
Aylık Baran Dergisi 29. Sayı, Temmuz 2024