Hz. Peygamberin ruhaniyetine sığınmayı ve O’nun pınarından doya doya içmeyi her şeyden üstün tutan Necip Fazıl’ın hadislerden ziyadesiyle faydalandığı ve hadislere dair müstakil eserleri olduğu bilinmektedir. Siyer konulu ve fıkhı da ihtiva eden Çöle İnen Nur, tercüme siyer kitabı Gönül Nimetleri, Peygamber Halkası, Hazret-i Ali, Esselâm ve hadis seçkisi olan Nur Harmanı eserlerini sayabiliriz. O, Büyük Doğu külliyatında binlerle ifade edilen hadis kullanmış, tercümelerinde hadisleri estetik ve vurucu bir dille aktarmıştır. Sünnet lezzeti vererek İslâm toplumu inşaı amaçlamıştır.
Cemiyetçi mütefekkir olarak Necip Fazıl’ın İslâm’ın pratiği demek olan hadis ve sünnetten ideolojisinde yararlanması pek tabiîdir. Nitekim onun, ahlâk ve bunun yanında hukuk ve adalet ile ilgili hadisleri ele alırken, içi ve dışıyla yekpare nizam kurduğunu belirtmeliyiz. Ondaki tefekkür ve tahassüs derinliğinden dolayı bir âyet veya hadisi (sahabî veya veli sözü de olabilir) naklettiğinde öyle hikmetler ortaya çıkarır ki, klasik mânâda bir âlim bunu yapamaz. Onun anlama ve yorumlama tarzı üzerinde duracağız.
***
Necip Fazıl’ın hadis seçiciliğinde fıkhü’l-evleviyât (öncelikler fıkhı) ile fıkhü'l-vâkı' (toplumunu bilme) şartını yerine getirdiğini görmekteyiz. Bunun için bozulmanın köklerine kadar gidip, toplumun yüz yüze kaldığı tepeden inme değişimleri de tahlil edip ona göre bir reçete sunduğunu söyleyebiliriz. Hadislerden çözüm çekirdeklerini çıkarırken fıkhın kelime mânâsında da görüldüğü üzere, fehm-anlayış mânâsını tecelli ettirmiştir. Zaten İslâm’ın ilk asrında fıkhın anlayış ve idrak mânâsında kullanıldığına İmam Gazâlî (ö. 505/1111) işaret eder. Necip Fazıl’ın yaptığı ise, ilimden ziyade tefekkür boyutunda, çağının problemlerine hitap eden hadisleri bulmak ve onlardaki çözüm çekirdeklerini uygun bir şekilde yorumlayarak ortaya çıkarmaktır. Hadis ve sünnete öncelikle iman ve sanat tavrıyla yaklaştığını da ifade edelim.
Geniş mânâda fıkıhla ilgisinden dolayı makâsıd, maslahat ve hikmet-i teşri kavramlarından biraz bahsedelim: Makâsıd, “dinin gayeleri” ya da “naslarda yer alan amelî hükümlerin gayeleri” demektir. Hükmün konmasındaki amaç ve elde edilmek istenilen fayda, makâsıd düşüncesidir. Maslahat ve makâsıd anlamlarını içeren hikmetle ta’lil ise, istislah ya da istihsan adları altında da değerlendirilebilir. Makâsıd prensibi aynı zamanda hikmet düşüncesini doğurur. Şer’î hükümlerin hikmetlerini ortaya koymak için Hüccetullahi’l-bâliğa’yı kaleme aldığını söyleyen Şah Veliyyullah ed-Dihlevî (ö. 1176/1762), “İlmü esrâri’d-din” adını verdiği bu ilim ona göre, dinin doğru anlaşılması ve uygulanması için hikmetlerin bilinmesi şart olduğundan şer’î ilimlerin en üstünüdür. (1)
Genel kurallara uygunluk ilkesi fıkıh usûlünün temel ilkesidir. Makâsıd, maslahat ve hikmet-i teşrî temelli bir fıkıhtan bahsediyoruz. Makâsıd kavramını yüksek maslahat veya kavâid-i külliye olarak adlandıran Karâfî’nin (ö. 684/1285) maslahat ve kavaidi birbirini tamamlar mahiyette görmesini buna misal verebiliriz. (2) Necip Fazıl’ın illeti akılla tesbiti mümkün olmayan teabbüdî hükümlerde bile hikmete ve sır idrakına işlerlik kazandırması ve en önemlisi bütün bu hikmetleri İslâm’ın temel amacına (makâsıd prensibi) uygun bir şekilde ve sistem çapında ortaya koyması onun İslâm’ın özünden bir cemiyet projesi (model) çıkarmasıdır. Bu çaba, hem günümüze hem geleceğe yönelik fayda getiren ve esasen temel ihtiyacı karşılayan bir çözüm olmuştur. Bunu gelenekten gelerek ifa etmiştir. O, şairlerden bir şair, fikir adamlarından bir fikirci değil, meselelerin kaynağına inip yepyeni bir dünya görüşü ile zuhur eden öncü-lider şahsiyettir. Necip Fazıl, İslâmcı düşünce ve aksiyonda bu özelliğinden dolayı merkez şahsiyettir. Onun en çok konuşulması ve halen gündemde olmasının sebebi de budur. Bu noktada Yürüyen Büyük Doğu olan İBDA’nın temel ölçülerinden en baştakinin “sır idraki” olduğunu da hatırlatmakta fayda var.
Siyaset-i şeriyye için gerekli olan “yüksek maslahat” teorisi, İslâmî ölçülerden çözümleri nerede, ne zaman ve ne kadar istihraç edileceğini bilmek olup kuru fıkıh bilgisinden öte, yüksek bir idrak ve irfan demektir. Müctehid, mütefekkir, müceddid, münevver gibi kavramlar bu hususu ifade eder. Her çağda farklı fesadın ortaya çıkmış ve yaygınlaşmış olması, bunlara karşı İslâm’ın hangi ölçülerini öne çıkarmak ve nasıl bir diyalektik izlemek gerektiği hususunu dayatır. Bunlar klasik fıkıh öğretisi yapanların üstesinden gelecekleri sorunlar değildir ve İslâm bünyesinin yaşaması demek olan siyaset-i şeriyye için elzem konulardır. Tâhir b. Âşûr (1879-1973) da makâsıd ilmini fıkıh usulü kitaplarından ayrı görür ve ona ihtiyacı müstakil bir eserinde anlatır. (3)
***
Salt ilim amacıyla değil, toplumsal yarar için kaleme alınan hadis kitaplarını tarihimizde görmekteyiz. İmam Nevevî’nin (ö. 676/1277) Riyâzü's-Salihin’i, Süyûtî’nin (ö. 911/1505) el-Câmiu's-Sagîr’i ve Gümüşhânevî’nin (1813-1893) Râmûz el-Ehâdîs’ini sayabiliriz. Geniş halk kitlelerine hitap eden, onları eğitmeyi amaç edinen ve devrinin sosyal problemlerine de çözüm sunmayı ve dinî hayatı tekrar canlandırmayı amaç edinen böyle hadislerden bir terkip yaparak insana ve topluma her yönüyle hitap etmek istenmiştir. Ayrıca siyasetname türü eserlerde de bu amaç görülmektedir. Meselâ, Maverdî’nin (ö. 450/1058) el-Ahkâmü’s-sultaniye eseri, cihaddan zekâta, yönetim esaslarından ahlâk esaslarına, yargı işlerinden askerî işlere kadar hadislerle donatılmıştır.
Bilhassa çalkantılı dönemlerde içtimaî/sosyal olaylara dair hadislerin ön plana çıktığını söyleyebiliriz. Osmanlının son döneminde modernleşmeye bir tepki olarak Mehmet Ârif Bey’in (1845-1897) Binbir Hadis-i Şerif ve Şerhî eseri ile Birinci Mecliste görev almış ve kritik bir dönemi idrak etmiş Mustafa Takî Efendi’nin (1873-1925) “Kırk Hadis Yahut İlm-i Hâl-i Siyasî” adlı eseri içtimaî hadis şerhçiliğine misal verilebilir. Mehmet Akif’in de sosyal ve siyasî bunalımlara karşı hadislerden faydalandığını belirtelim. Geçmişte ulema, pörsüyen ümmet yapısını canlandırmak için sünnete başvurmuş, Hattâbî (ö. 388/998), Begavî (ö. 516/1122) ve Nevevî (ö. 677/1278) gibi cemiyetçi âlimler hadislerden seçmeler yaparak bu ihtiyacı karşılamışlardır. Hadis edebiyatı bu gayretlerin neticesinde oluşmuştur.
Bir mütefekkir olan Necip Fazıl’ın toplumun değerlerinin alt üst olduğu bir dönemde geldiğini ve bir cemiyet projesi ile ortaya çıktığını düşünürsek, onun hadislere el atmasını da ferdî ve içtimaî oluş açısından ele almamız gerekir. Zaten derlediği hadislerden ve onları yorumlayış tarzından bu hükme varmamız mümkündür.
***
Allah Resûlünü varlık ve oluşun başı, “Âlemlerin Nuru” (4) ve “İnsanlığın Tacı” (5) olarak niteleyen Necip Fazıl, hadisleri de âlemin şifresi olarak değerlendirir, hatta tek bir hadisten bile bütün bir kâinat muhasebesi yapılacağını söyler. Bu hususu bir hadis naklederken, “Her dâvanın olduğu gibi tek hadisiyle bütün kâinatı ihata etmiş bulunan Peygamberler Peygamberinin” (6) diyerek ifade eder. Birçok mevzuda Necip Fazıl, o mevzuun anahtarı mesabesinde bir hadise yer verir. Meselâ, zarafet ve estetik mevzuunda, “Allah güzeldir, güzeli sever.” hadisini, kendimize bakışımız ve dışa karşı siyasetimiz açısından “Hikmet müminin yitiğidir, nerede bulursa alır.” hadisini, her dâim yenilik ve aksiyon içinde olmak için “Bir günü bir gününe eş geçen aldanmıştır.” hadisini zikreder. Onun zengin hadis envanteri içinde çokça kullandıklarının ideolojisinde kilit taşı vazifesi gördüğünü söyleyebiliriz.
Necip Fazıl’ın, “bütün varlığım, vücut hikmetim, her şeyim” dediği ve Anadolu gençliğine ithaf ettiği İdeolocya Örgüsü eserinin Cemiyetçilik bahsi, “Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünyaya, hemen ölecekmiş gibi öbür dünyaya çalışınız!” (7) hadisiyle başlayıp bu hadisin şerhi ile sürüyor. Onun İman ve İslâm Atlası eserinde ise, “Hadislerden Dünya Nizamı” başlığında 181 kadar hadis yer almış olup çoğu cemiyet nizamı tesisine dairdir. Cemiyetin temeli olan ahlâka dair bazı hadisler de bunların içinde yer almaktadır. Yukardaki hadisin şerhini (yorumunu) ise Üstad şöyle yapar:
“Dâva, hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünyaya ve hemen ölecekmiş gibi öbür dünyaya çalışmanın belirttiği tezat içindeki harikulâde vahdet ve ahengi kavramaktır. Zira işaret ettiğimiz gibi, öbür dünyaya giden yol, bu dünyadan başlar; ve bu dünyadan başlayan yol, öbür dünyaya gider.” (8)
Necip Fazıl gibi mütefekkirler hem ahlâkçı hem cemiyetçidirler. Çünkü onlarda topluma faydalı olma amacı önceliklidir. Hadisçilerin çoğunda ise bu anlayışı göremiyoruz. Toplumdan kopuluyor, sadece ilim ve isnad için bu iş yapılıyor. Halbuki hadisler, ferde ve ümmete yol göstermek için vardır. Hadisçiler de toplumun yarasına merhem olmalıdırlar. Günümüzde içtimaî hadisçilik yapan hadisçiler az da olsa bulunmaktadır. Necip Fazıl hadisleri insanlara faydalı olmak için okuyor ve eserlerinde çözüm reçetesi olarak takdim ediyor. Bu mevzuyu “sâlih-müslih olma” şeklinde de değerlendirebiliriz. Önce nefsini ıslah etme ve sonra toplumu ıslah etme hususu. Necip Fazıl’ın bu hususu mürşidi Esseyyid Abdülhakîm Arvasî’den öğrendiğini belirtmeliyiz. Sâlih olma içe dönüktür, müslih olma ise dışa dönük. Hz. Peygamber altı ay Hira’da kendini salih kılmak için inzivaya çekildi, bir şeye hazırlandı veya hazırlatıldı, sonra müslih oldu. Peygamberlik ile cemiyet meydanına atıldı, tebliğ, telkin ve tatbik vazifelerini yerine getirdi. Müslih olan aynı zamanda sâlih’tir. Ancak sâlih olan müslih olmayabilir. İnânçlı olup ancak aksiyona geçemeyenler, sâlih ancak müslih olamıyor demektir.
Hadis alanındakiler de dahil bugün ilahiyatların etkili olamamasının sebebi toplumcu amaç gütmemeleridir. Bunda Cumhuriyet rejiminin ilahiyatçılara biçtiği rol de etkilidir, ancak şimdi bunun bahanesi de kalmamıştır. İlahiyatçıların topluma yön verememelerinin sebebi, iman ve itikadları bozuk olanlar bir yana, dinin içtimaî gayelerini dinamik olarak ele almamaları, akademi içinde kapalı kalmaları ve âdeta “ilim için ilim” yapmalarıdır. Bu kadar ilahiyat var, ancak toplum niye böyle bozuk?
Sadece akademik amaçlarla tarihte bir âlimin risalesini ortaya çıkarmak iyi, ancak oradaki hadisleri zaten biliyoruz. Necip Fazıl gibi insanlar burada ehemmiyet kazanıyor. Kendisi aksiyona geçemese, yani salih olup müslih olamasa bile, Sezai Karakoç’un dahi toplumda gösterdiği tesiri bugün ilahiyatçılar gösteremiyor. İnsanımızın modern hayat karşısındaki ıztırabını dillendirerek, hadislerden sosyal ve siyasî problemlere çözümler çıkararak ve Batıdan Doğudan misaller vererek toplumun yarasına ancak merhem olunur. Necip Fazıl’ın hadisleri anlama ve yorumlamadaki içtimaî yönü çözüm sunucu ve kurtarıcı bir role sahip olmaktadır. Ancak bunu içtimaî hadisçilikten öte bir anlamda yapıyor, ideolojisine temel olarak hadislere el atıyor. Necip Fazıl, Kur’ân-Sünnet-İcma-Kıyas delillerini temel referans almış, bu esaslar üzerine tamamen kendi imali ve çağımızın problemlerine çözümler sunucu yepyeni bir dünya görüşü ortaya koymuş bir mütefekkir, aksiyon ve sanat adamı olarak tezahür eder.
***
İslâm toplumu, bir sünnet toplumudur. Kur’an’ın teori ifade etmiş olması ve pratiği olarak Hz. Peygamberin gönderilmesinden dolayı İslâm’ın sünnetsiz yaşanamayacağını hatırlatalım. Sünnet, kelime mânasında da görüldüğü üzere, takip edilen yol, yöntem, örnek alınan uygulama, örf ve gelenek olarak toplumu ifadeye dairdir. İslâmın en ileri toplumu ise sahâbîlerdir. Sahâbî, sünnet ve toplum demektir. Necip Fazıl’ın fikriyatında ise sahâbîler ümmetin temel yapısıdır, örnek ümmet modelidir.
Sünnetin toplumun kültürünü ve örfünü oluşturması söz konusudur. Bu bazen çok açıktır, bazen ise toplumun davranışlarının içine sinmiştir. Toplum kendi içinde taşıdığı değerlerle bir kültür ifade etmektedir, örfler de bunun bir parçasıdır. Sünnet ve hadislerde geçen bütün örf-ma’ruf kelimeleri de “vicdan-ı umumînin iyi gördüğü şey” mânâsında olup toplumun örfüyle mutabıktır. Eğer mutabık olmayan hususlar var ise, sünnete göre tadil ve tebdile başvurulur. Sünnet, bütün bir toplumun kültür yapısına nüfuz ederek onu şekillendirir. Öyle ki toplum, sünnet olduğunu bilmeden de bu tavır ve davranışları uygular. (9) Zaten mesele “Peygamberler olmasaydı, medeniyet olmazdı.” (10) tezine kadar varır. Zira insanlığa, yazı, fikir-ilim, meslekler, sanatlar vs. her şeyi öğreten peygamberler olmuştur. Necip Fazıl, toplumları değiştiren, dönüştüren mânâsında peygamberlere “mutlak inkılâpçılar” der:
“Bu mânâda resûller ve nebîler, âdi anlamıyla ihtilâlci olmaktan münezzeh, en üstün ve erişilmez çapta inkılâpçıdırlar. Alalâde inkılâpçılara kıyasla onlara “mutlak inkılâpçılar” demek gerekir. (11)
Hülasa Necip Fazıl, sünnetin fert ve toplum inşaındaki esaslı rolünü görmüş ve cemiyetçi mütefekkir olarak fikriyatının temellerini hadis ve sünnetin sağlam taşlarıyla döşemiştir.
Dipnotlar
1-Ertuğrul Boynukalın, Makâsıdü’ş-Şerîa, DİA, Ankara, 2003, cilt XXVII, s. 425.
2-H. Yunus Apaydın, Karâfî, DİA, İstanbul, 2001, Cilt XXIV, s. 394-401.
3-Bu hususta bkz. Tâhir b. Âşûr, İslâm Hukuk Felsefesi (Makâsıdü’ş-şerîati’l-İslâmiyye), trc. Mahmut Erdoğan-Vecdi Akyüz, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2013.
4-Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2017, s. 234.
5-Necip Fazıl Kısakürek, Çöle İnen Nur, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2020, s. 105.
6- Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2017, s. 263.
7-Beyhakî, Şuâbü’l-îmân, II. 402 (hadis no: 3886.)
8-Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2017, s. 404.
9-Hayati Yılmaz, Toplumsal Dönüşümde Sünnet, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004, s. 92-94.
10-Salih Mirzabeyoğlu, İstikbâl İslâmındır, İbda Yayınları, İstanbul, 2018, s. 113.
11-Necip Fazıl Kısakürek, İhtilâl, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 1998, s. 7.
Aylık Baran Dergisi 2. Sayı
Nisan 2022