Cevat Ülger günümüz mimarlığının en büyük eksiğinin “ritimsizlik” olduğunu ifade etmiştir. Ritmin kendisine has bir gücünün olduğunu ve her sahada bu ritmi yakalamamız gerektiğini defalarca vurgulamıştır.
6 Eylül 1977’de vefat eden merhum mimar Cevat Ülger Karamahmedler’in vefatının 46. seneyi devriyesinde rahmet, dua, minnet ve şükranla yâd ediyorum…
Cevat Ülger gibi polimat bir şahsiyet Cumhuriyet devrinde Anadolu’da çıkmamıştır. Meslek hayatına resim öğretmenliği ile başlayan Karamehmedler, daha sonra mimarlığa geçiş yapar. Öğretmenlikten, mimarlığa geçen nevi şahsına münhasır birisidir. Müzik, kilim dokumacılığı, öğretmenlik, tasavvuf, mimari, karikatür ve de birçok sahada söz sahibi olan Karamehmedler birçok sanatı şahsiyetinde olduğu gibi eserlerinde de birleştirmiştir.
Eskişehir, Ankara, İstanbul, Kayseri, Trabzon ve daha birçok şehirde camiiler inşa etmiştir. Bu yüzdendir ki “camii mimarı” diye anılır; fakat bu ifadenin yanlış olduğunu ve bu şekilde anılmanın Karamehmedler tarafından istenmeyeceğini “Demet” eserinin önsözünde dile getiren Mirzabeyoğlu şu ifadeleri kullanır:
“Mimarlığından bahsederken onun çalıştığı üslubun isminin “Osmanlı Mimarisi” olduğunu da bir düzeltme ile bildirelim. Bunun camilerde uygulanmış şekline bakarak, bu mimari tarzına “camii mimarisi” ona da cami mimarı demek yanlıştır.” (1980:3)
İslam-Türk mimarisinin tarihi incelendiğinde, mimarlığın dini mimari ve sivil mimarlık şeklinde tasnif edilemeyeceği görülür, çünkü bu tarz tasnif Hıristiyan mimarisine has bir şeydir. Hristiyanlığın dini mimarisini şekillendiren gotik üslup olmuştur ve kiliseler bu anlayış ile inşa edilmiştir. Avrupa’da bazı mimarlar gotik üslup ile inşa ettiği kiliseler ile “kilise mimarı” şeklinde nam salmıştır. Bu bağlamda Cevat Ülger’e camii mimarı demek, son derece hatalı ve kültürel ve tarihi kimliğinden kopuk bir tanımlamanın esef verici ispatıdır.
Cumhuriyet tarihinin şahsiyetsiz eğitim ve kültür politikaları, bu memleketin aydınlarının coğrafi olarak yerli, anlayış ve fikir olarak ise yabancı yetişmesine neden olmuştur. Milli üslup denemeleri yarım ve sözde kalmıştır. Tarihi bağlarımız ile geçmişi yorumlayıp, birikimlerimizi bugüne aktaramayan “parya mimarlar” günübirlik ve hiçbir estetiği olmayan yapılar inşa etmiştir.
Salih Mirzabeyoğlu, Cevat Ülger’in başından geçen bir hadiseyi “Üç Işık” eserinde şöyle anlatır:
“Büyük mimar, büyük sanatkâr… 2 tane resmin altını kapatıyor… Biri ‘Sen Piyer Kilisesi’nin bir köşesinden alınma bir parça, öbürü de Selimiye’den veya Süleymaniye’den… Yanına gelenlere soruyor: “Hangisi güzel?” … Yüzde doksanı Sen Piyer’i gösteriyor… Altı kapalı ya bilmiyor… “Tamam” diyor Karamehmedler; “sen hapı yutmuşsun!”…(1996:28)
Cevat Ülger’in güzellik anlayışı İslami tahassüsün ortaya koyduğu ölçülerle şekillenmiştir. Her fikir kendi güzellik anlayışını ortaya koyar ve eserlerini bu anlayışa göre verir. Yabancı mimarlar, İslam mimarisine ait yapılar inşa edebilir mi? Gerekli sermaye ve kolaylık sağlandığında, verebilir. Peki bu İslam mimarisine ait bir eser olabilir mi? Kesinlikle; hayır.
Bu meseleyi bir misalle izah edeyim. Ampir üslubun ilk örneği olan ve mimar Krikor Amira Balyan’ın inşa ettiği Nusretiye Camii’ni ve mimar Cevat Ülger’in inşa ettiği Reşadiye Camii’ni ele alalım. Hangi cami İslam mimarisinin ölçülerini taşıyor? Hangi camide İslam ve Türk motif ve süslemeleri bulunuyor? Hangi caminin kubbesi bir dizi alemle donatılarak barok üslubu kazandırılmak istenmiştir? Bu soruların cevapları gayet açıktır ve Reşadiye Camii her anlamda Nusretiye’den üstündür. Nusretiye Camii, mimarlık tarihimizde hangi camiye benzemektedir? Meselenin nasıl akıl almaz bir garabet boyutuna ulaştığını göstermek adına mimar Sedat Çetintaş, muhtelif gazete ve dergilerden makaleleri toplanarak bir araya getirilen “İstanbul ve Mimari Yazıları” eserinde bu duruma şöyle değiniyor:
“İngiliz mimar Chtt, Ankara’yı ve İstanbul’daki yeni üniversite binalarını gördükten, diğer taraftan da Le Corbusier’nin hayranlığını ilan ettiği eski Türk üstadlarının Süleymaniyelerini, Sultanahmedlerini aynı hayranlıkla tetkik ettikten sonra, (…) biz Türk mimarlarına şu suali sormuştu: “Biz İngilizlerin mimarisinde eskiler ile yeniler arasında normal bir teselsül, kuvvetli bir tecanüs yaşamakta ve devam etmektedir. Fakat sizin memleketinizde eski ile yeni arasında mühim bir boşluk göze çarpıyor. Bunun sebebi nedir.” (…) Fakat ben susmadım, şu cevabı verdim: “Vaktiyle dini taassubun hâkim olduğu günlerde bir zat, İsa’yı darılttık, Muhammed’i de memnun edemedik demiş. Şimdi biz Türk mimarları da tıpkı bu adamın durumundayız, eskisini unuttuk, yenisini de hangi yollardan arayacağımızı bilmiyoruz, bocalayıp duruyoruz.” (2011:363-364)”
Sedat Çetintaş’ın bocalıyoruz cevabını vermesinin nedeni ve bu nedeni kendisinin görememiş olması Cevat Ülger’in ifadesiyle zevkin kaymış olmasından kaynaklanır. Zevki veren güzellik anlayışıdır ve güzelliğin kaynağı ise dindir. Cumhuriyet devri mimarisinin ekserisi Batı’ya öykünmekle geçmiştir ve milli mimari anlayışını ortaya koyamamıştır. Bu yüzdendir ki Cevat Ülger, mimarlık ve mühendislik fakültelerince tanınmamış ve eserleri incelenmemiştir.
Cevat Ülger günümüz mimarlığının en büyük eksiğinin “ritimsizlik” olduğunu ifade etmiştir. Ritmin kendisine has bir gücünün olduğunu ve her sahada bu ritmi yakalamamız gerektiğini defalarca vurgulamıştır. “Mimaride mekân, ışık ve gölgenin; hatta biçimin; edebiyatta şiirin; müzikte sesin ritmi…” ifadesiyle ritmin gerekliliğini söylemiştir. Genel olarak soyut sanatların biçimi oran, ritim ve harmoniye dayanır. Direkt ruha hitap eder. Rönesans mimarı Leon Pasta’ya göre göze hitap eden her değer aynı zamanda kulağa hitap eder. Müzikte ritim, bir bestede tekrar tekrar çalınan bir ses veya ezgi bütünüdür. Mimarlıkta ise, bir yapıdaki katlar arasında yapı elemanı, boşluk ve formların tekrarlanmasından aynı ritim açıkça görünebilmektedir, der.
Müzikte harmoni, ses çeşitliliğinden ve enstrümanların çalınmasından kaynaklanan denge ve armoniden sağlanır ve müzikal bir örüntü sağlanmış olur. Mimarlıkta armoni ise yapı malzemelerinin belli bir uyum ve denge ile bir araya gelmesiyle oluşur. Ağızdan ve enstürmanlardan çıkan her sesin armonik olamayacağı gibi mimarlıkta bir araya gelmiş yapı malzemelerinin de her zaman bir armoni ifade etmesi mümkün değildir, çünkü armonin arkasında ruhi bir etken ve fikir anlayışı yatar.
Sükûnetin olduğu yerde sesin, düzensiz mimaride ise mekânın değeri anlaşılır.
Cevat Ülger mimaride ritim meselesini eserinde tartışır ve ritmin akılla kavranamayacak bir gücünün olduğunu ve bu meselenin, ruhi bir mesele olduğu ifade eder. Mûsiki inkişafını ancak ruhta gerçekleştirebilir. Ülger eserinde müzisyenlik ve mimarlık arasındaki ilişkiyi net bir şekilde şöyle izah eder:
“Ben Sinan’ın mimar, mühendis, şehirci değil; şair, musikişinas, ressam, heykeltıraş, dekoratör, hattat, mühendis, şehirci ve mimar olduğunu söyledim. (…) Müzisyen olmayan bir insanın mimar olması imkânsızdı, bugünde imkânsızdır. Ve Osmanlı mimarları bir bütün olarak, komple sanatkardılar. (1985:39)”
Müzikteki “gam” ile mimarlıktaki “temel” kavramları teori ve pratikte çok yakın benzerlikler gösterir. Gam; müziğin bir parçasının kuruluş şekline göre belli bir kalıpta dizilen notalar topluluğudur. Başka bir deyişle notaların belli aralıklara göre sıralanmasıdır. Temel ise mimarlığın birinci safhasıdır ve yapı temele göre şekil alır. Her temelin taşıyacağı yük farklıdır.
İslam mimarisi ile mûsikinin arasında derin bir ilişki vardır. İslam Türk mimarisinde adından söz ettiren hiçbir mimar olmasın ki müziğe ilgi duymamış olsun. Dönemin mimarlık anlayışlarını göstermesi bakımından müzik önemli bir unsurdur. Mesela Sultan Abdülaziz “Valse Davet” adlı bir parça besteletmiştir. Müziğin oluşmasındaki gam, Batıdan ne denli etkilendiğinin ifadesidir. Batı tarzı müzik anlayışına göre bestelenmiştir. Sultan Abdülaziz dönemi Osmanlı mimarisine baktığımızda Batı’dan gelen barok ve rokokonun izleri görülür. Müzikte olduğu gibi mimarlıkta da Batı’nın üstünlüğü kabul edilmiştir.
Karamahmedler’in ısrarla ritmin üzerinde durmasının sebebi de budur. Ritim var mı, yok mu? Varsa o ritim bize mi ait yoksa Batı’ya mı? Bu sorular üzerinden mimari anlayışını geliştirmiştir.
Müzikte, mimarlıkta olduğu gibi gam ile temel atılır. Farklı majörler ile oluşturulan bir parça teorik olarak aynı olsa da pratikte bizleri farklı duygular içine sokar. Ne tür bir müzik eseri oluşturmak istiyorsak öncelikle gam belirlenir ve gam üzerine notalar dizilir. Mimarlıktaysa nasıl bir yapı inşa etmek istiyorsak ona temelden karar veririz ve üzerine yapı elemanlarını inşa ederiz. Mimarlık ve müziğin süreçleri ne kadar da benzer…
Cevat Ülger, Ankara Radyosu Bağlama Takımında çalacak kadar müzikte de ustalaşmış bir mimardır. Reşadiye ve Bürüngüz Camii’ni de ancak müziğe bu denli hâkim, gerçek bir mimar inşa edebilirdi.
Ülger, mimarların neden ritme karşı olduklarını, a ritme meyilli olduklarını, geçmiş mimarlık birikimimizi reddedip, Avrupa’nın orta çağdan kalma üsluplarını taklit ederek, muasır medeniyet(!) seviyesine ulaşma gayretinden geldiği manasına gelecek şekilde “a ritmik, ölçüsüz, ritme ve onun gücüne kontrast olmak” şeklinde izah eder.
Cevat Ülger’in müziği kavramadaki kâbiliyetini görmek için karikatürlerine de bakabiliriz. Notalar sembolle ifade edildiği gibi karikatürler de çizgilerle sembolize edilir. Çizgilerin birbirine göre paralelliği ve dikeyliği, insan kafasını temsil eden dikdörtgen şekiller, kitaplık çapta izah gerektiren siyasi ve sosyal hadiseleri bir çırpıda çizgi ile anlatması Ülger’in çizgilere hakimiyetini de gösterir. Merhum çizer Yalçın Turgut, Karamehmedler'in çizgileri için şu yorumu yapar:
"Cevat Hocanın güçlü konstrüktivist yönü ve geometrik soyutlama dehası; kavgacı özünden kaynaklanır."
Cevat Ülger; kalemse kalem, notaysa nota, taşsa taş elindeki malzemeyle inandığı fikri aşılamaya çalışır ve ritme davet eder.
Cevat Ülger’in müziğe verdiği önemi ve müziğin mimarlıktaki önemini de büyük sanatkârın vefatının seneyi devriyesi vesilesiyle izah etmeye çalıştım. Diğer yönleri hakkında ayrıca yazmak gerekir.
Not: Cevat Ülger’in inşa ettiği camilerin mimarlık anlayışını başka sayılarda ele almaya çalışacağız. Ayrıca Cevat Ülger camileri hakkında bilgi edinmek isteyen www.barandergisi.com web sayfasını ziyaret edebilir.
Aylık Baran Dergisi 19. Sayı Eylül 2023