Duralı, tarih felsefesinin görevini şöyle açıklar: “Tarih felsefesi, ‘devletleşmiş toplum’ diye tarif ettiğimiz belirli bir milletin kendi geçmişine ilişkin tasavvur sağlayıp geliştirir.”
Bir medeniyet ve kültür işçisi, felsefeci – filozof Teoman Duralı’nın “Çağdaş İngiliz-Yahudi Medeniyeti” kitabı 1995 yılında yayımlanıyor. Kitap altı kısımdan oluşmaktadır:
1) Başlangıç Mülahazaları
2) Kültürden Medeniyete
3) İslam: Yeniçağ’ın Başlangıcı
4) Yeniçağ Dindışı Avrupa Medeniyeti
5) Çağdaş İngiliz Yahudi Cihanşumul Medeniyeti
6) Ümit
Teoman Duralı kendisinin tüm kitaplarını TRT 2’ de yayınlanan “Felsefe Söyleşileri” belgeselinde bir bakıma tefsir etmiştir. 100’den fazla bölümde medeniyetin ve kültürün sac ayağını kavram kavram izah etmiştir.
1) Başlangıç Mülahazaları
Başlangıç mülahazaları kısmında kitaba nasıl yaklaşılması gerektiğini, kavram izahlarını ve diğer bölümlerde anlatılacak meseleleri kısaca izah etmektedir.
2) Kültürden Medeniyete
Kültürden medeniyete başlıklı kısım 8 madde de anlatılmaktadır. Aynı şekilde bu bölümün muhtevasına uygun olacak biçimde maddeler halinde ilerleyeceğiz:
1) Gelenekleşmiş örflerin ödev-hak dengesi göz önünde tutularak kanunlar oluşturulur. Böylece “hukuk “ meydana gelir. “Hukukun ise aslı, esası ahlaktır. Geleneklere geçmiş göreneklerdeki ahlak, yaptırım gücü bulunmayan yaşama tarzıydı.”(1995:15) Böylelikle ahlak sabit olmayıp, akışkan bir hal alır. Aynı zamanda gelenekleşen görenekler de zamanla “töre” haline geliyordu. Her an değişken ve yeniye hazır olma durumunda görenekler vardı. “Allah daima şen haldedir” ayeti kerimesini kendisine ölçü yapmıştır. Dikkat ediniz geleneksel evlerimizde (Türk Evi) bu anlayış ile inşa ediliyordu. Betonarmenin icadıyla beraber donuklaşan ve hareket kabiliyetini kaybetmiş makine evlere geçtik. Böylece ahlak anlayışımızda donuklaştı.
Hukukun hakim olmasıyla, kanunlaşan göreneklerin gölgesinde yaşanmaya başlanmıştır. Bu gölgenin altında yaşamakla varolma ruhsatını elde eder. Yani meşruluğunu kazanır. “Evrensel anlamda ahlak ile hukuk bağlamlarındaki meşruluk ancak ALLAH varlığına ilişkin fikir çerçevesinde ortaya çıkmış ve ona dayalı olarak geçerliliğini sürdürmüştü.”(1995:16)
Meşruluğu ancak Allah’a dayanan fikirlerde arayabiliriz. Allah’ın olmadığı bir düşünce sisteminde meşruluk ortadan kalkar ve can, mal ve namus tehlikesi yaşanır.
İslam’ın dışında sistem oluşturma çabası içinde olan her fikir kendi Tanrısını yaratmak zorundadır. Yoksa dengeyi sağlayamaz. “Dinin iç ile dış hayatımızı yönlendirdiği kabulünü kaale almayan Yeniçağ dindışı Avrupa medeniyetinin (…) meşruluktan yoksun olduğu mantık gereğidir (1995:16)
Yeniçağ dindışı Avrupa medeniyeti, bilhassa Aydınlanma dönemiyle aklı kendine rehber edinmenin fikri ve zihni zeminini aramaya başlamıştır.
2) “Zaman insanın maddi, manevi yapıp etmelerinin tümü olan kültürün hülasasıdır.”(1995:18) İslam büyüklerinin naklettiği başka bir ölçü de ise “kişi üzerinde bulunduğu işin zamanı içindedir.” Zamanın bereketi, ifadesinin izah edilmiş hali gibidir. Teknik olarak baktığımızda bir gün 24 saattir fakat kimisine bir ay, kimisine bir saat gibi gelir. “Şu halde ‘zaman’sız ‘kültür’, ‘kültür’süz de ‘toplum’; ‘toplum’suz ‘kültür’, ‘kültür’süz de ‘zaman’ düşünülemez.”(1995:18)
3) “Latincede cultus yahut cultura, toprağın sürülüp işlenmesi, ürün vermeğe hazır hale gelmesi demektir.”(1995:19) Kültür doğrudan doğruya toprakla ilişkilidir ve insanın ham maddesi de topraktır. İnsanlar, hayvanlar ve bitkiler besinlerini topraktan temin ederler. Bütün savaşlar toprak için yapılmıştır.
4) Kültürün ana taşıyıcısı dildir ve dil ile bağ kurulur.
5) Kültürün kurucu temel öğesi olan insanın iki temel bileşeni vardır. “Birincisi canlıyı beşer kılan fizik – biotik şartlar: Beşerleşme; ikincisiyse, beşeri insanlaştıran kültürel – toplumsal etkenlerdir: İnsanlaşma.” (1995:19)
6) “Görenekler, şu halde, toplumu meydana getiren bireyleri yatay düzlemde birbirleriyle irtibatlandırırken, gelenekler, nesilleri dikey çizgide birbirlerine bağlarlar. Her iki boyutta iletilenlerse, değerlerdir. İmdi, değerleri üreten göreneklerdir.” (1995:20) Görenekler yatay düzlemde, mahalli olarak yayılım gösterirken; gelenekler göreneklerin akil insanlar içinde kurumsallaşmasıyla peyderpey kültürü meydana getirir.
7) Kültürün değerler ögesi ahlaktır. Ahlak; yatay ve dikey doğrultuda görenek ve gelenekler ile gelişim gösterir.
8) Medeniyetler iki göbek halinde tasniflendirilebilir. “Yüksek gelişmişlik seviyesine erişmiş olan ile olmayan medeniyetler. Yüksek gelişmişlik gösteren medeniyetleri Avrasya denilen kıtalar blokunda görüyoruz.”(1995:22) Duralı, Avrasya’da teberruz eden medeniyetleri iki ana şekilde tasniflendirir:
Birincisi “sulu pirinç tarımına geçen Güney Doğu Asya medeniyet beşiğinden türeyen “Doğu Medeniyetleri Camiası”dır.”
İkincisi ise “buğday ile arpa eken Güney Batı Asya medeniyet beşiğinden çıkıp Mezopotamyanın tamamına, Mısıra, Anadoluya, Arabistana, Akdeniz ile Ege havzalarına ve bütün Avrupaya yayılmış “Batı Medeniyetleri Camiası”dır.”
“Medeniyetlerin oluşturdukları camialarda özgün biçim ile yön verici olanlara ‘yıldız’, bunlardan etkilenip biçim kazananlaraysa ‘uydu medeniyetleri’” denir.(1995:22)
Duralı, Doğu medeniyetleri camiasında üç yıldız (merkezi) medeniyetin olduğunu ifade eder:
1) İlkçağ Çin
2) Hint (Vedanta)
3) İslam Öncesi İran (Akhamenit)
Batı medeniyetlerini ise 11 sınıfa ayırır:
1) İlkçağ Mezopotamya: Sümer, Babil, Akat, Asur
2) Doğu Akdeniz: Filistin, Fenike, Girit – Miken
3) Mısır
4) Anadolu: Çatalhöyük, Hitit, Lidya
5) İran (Pehlevi)
6) Eskiçağ Ege: Atina, İyonya, Sicilya, Makedonya, Helenistik
7) Roma
8) Ortaçağ Yahudi ile Hıristiyan: Ortodoks Bizans, Nasturilik, Süryanilik, Katolik
9) İslam: Arap, İran, Türk, Hint, Mağrib, Endülüs
10) Yeniçağ (Modern) Dindışı Avrupa: Yeniden doğuş İtalyası, Aydınlanmacı Fransa, İsveç, İngiltere, Dini Islahatçı Almanya
11) Çağdaş İngiliz – Yahudi Medeniyetleri
Duralı, Batı camiası medeniyetlerinin ortak özelliklerini “Tek Tanrılı Vahiy dini ile Felsefe – Bilim kurumlarının meydana gelmesidir” şeklinde ifade eder.
3) İslam: Yeniçağ’ın Başlangıcı
3.1) Eski Zamanlardan Yeni Zamanlara
Duralı, tarih felsefesinin görevini şöyle açıklar: “Tarih felsefesi, ‘devletleşmiş toplum’ diye tarif ettiğimiz belirli bir milletin kendi geçmişine ilişkin tasavvur sağlayıp geliştirir.”(1995:25)
“Devletleşmemiş, demek ki, milletleşmemiş, sonuçta da, medeniyetleşmemiş kültürler ise, tarihöncesi dönemde bulunurlar. Bu dönemdeki kültürlerin bildirişme düzeni olan dilleri önemli ölçüde tasavvur yüklüdür.”(1995:26)
Gelenek ve göreneklerini töre haline getiremeyip, kısa zaman içerisinde, küçük bölgede hakim olmuş adab-ı muaşeret kuralları kültür haline gelemeyip medeniyet olamamıştır. Demek ki medeniyet; kültür ve geleneklerin toplamıdır. Medeniyetler; milletleri, milletler; devletleri meydana getirir. Milletler yalnızca aynı ırka mensup insanların kümeleşmesi değildir. Osmanlı gibi kozmopolit bir millet yapısına sahip devletler fikir ve adalet etrafında insanları toplar ve cihana yayılır. Nitekim İstanbul’un fethinin sırasında Osmanlı’ya karşı savaşan birliklere liderlik eden, Katolik Kilisesi müttefiği Notaras şöyle demiştir: “İstanbul’da kardinal külahı görmektense, Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederim.”
Notaras’ın bu ifadesinin altında iki sebep yatar. Birincisi Bizanslı Kralların zalimliği, ikincisi Osmanlı’nın adalet anlayışının Osmanlı’dan evvel İstanbul’a varmasıdır.
“Biçimsel mantık, tutarlı düşünmenin kurallarını araştırma tutumudur.”(1995:26) Tutarlı düşünmenin en ilkel ifadesi tasavvurlardır. “Tasavvur, her şeyden önce zihne yahut bilgiye ilişkin bir olaydır.” Tasavvuru yani zihinde algılanan nesnenin veya olayın resmedilmesi hadisesini Duralı şöyle anlatır: “Biçimselleştirilmemiş mantığa dayalı düşünme tarzıyla yaşayıp iş gören çocukta ve topluluklarda rastgeliyoruz. Bu çeşit toplulukların zihin hayatına “maşeri tasavvurlar” hakimdir.” Bu topluluklar “düşük seviyeli toplumlar” veya “ilkel toplumlar” denilir. İslamiyet öncesi Türk tarihine baktığımızda tasavvur yüklü ifadelerin, Türklerin İslamiyet’i kabul ettikten sonra azaldığı görülür.
Devletleşen toplumların kullandıkları dil giderek biçimselleştirilmiş mantık anlayışına doğru gider.
3.2) Yeni Zamanların Baş Belirleyicisi: Tek Tanrılı – Vahiy Dini ile Felsefe – Bilim
Biçimselleştirilmiş mantıkla düşünmek yani bilinçli düşünmek ve akl-ı selim olmaktır.
Aristotales mantığın üç ana ilkesini şöyle sıralamıştır: Özdeşlik, çelişmezlik ve üçüncü halin olamazlığı.
“Aristoteles’in indinde varlık, bütünlüğü temsil eder; düşünme ile varolma şeklinde iki zıt cevhere ayrılmaz.”
3.3) Tek Tanrılı – Vahiy Dininin Ana Örneği: İslam
“Tek Tanrı fikri ve Onun kişileşmiş adı olan Allah, aklın, havsalanın, hayalgücü ile tasavvurun fevkinde olup Aşkınlığın ta kendisidir. Ama aynı anda içkinliğinde kendisidir.”(1995:33)
Allah; hem aşkındır hem içkindir. Mantık, mahlukatın aracı olduğuna göre Yaradanı mantıkla değil imanla biliriz. O, zaman ve mekandan münezzehtir. Kendisini bize İhlas suresinde tanıtır.
Duralı, Allah’ın insana üç yoldan hitap ettiğini söyler: Yaratma, vahiy ve vicdan.
3.4) Yeniçağa Doğru
“Bir inanç düzeni, içerikçe İslam’a yaklaştığı oranda DİNleşir, uzaklaştığı ölçüde DİNsizleşir.”(1995:36)
Hürlük ancak İslam’ın ana çizgilerine uydukça vardır. Yoksa hürriyet olmaz. Bir Müslüman’ın yanında bir Yahudi yaşayabiliyorsa bu İslam’dan dolayıdır. Hürlüğü aksi halde tanımlamak anarşinin ve bozgunculuğun fitilini ateşlemektir. Yakın dönem Türk siyasi tarihi bunun ispatı değil midir?
4) Yeniçağ Dindışı Avrupa Medeniyeti
4.1) Din Esaslı Alem Anlayışından Dindışı Dünya Görüşüne
“Müslümanlaşan toplumların özellikleri arasındaki farkların en aza indiği bir tarihi gerçekliktir.”(1995:39) Duralı’nın bu ifadesini tarih içerisinde İslam coğrafyasında inşa edilmiş mimari yapılarda görürüz. Cansever’in mahalli şartlar ve malzemeler ile yapılarımızı inşa etmeliyiz aksi takdirde “gizli şirk”in içerisinde olacağımızı defaatlerce ifade etmiştir. İslam mimarisi mahalleden mahalleye farklılık gösterirken, fikir olarak tüten mana her yerde aynıdır. “Teknikte farklılık, fikirde birlik” içerisinde tevhid inancını her an, her yerde teberrüz ettirir. Karadeniz’de taşla, Doğu Anadolu’da kerpiçle, Akdeniz’de ahşapla kendini gösterirdi. Şimdi her yer betonarme ve apartman blokları ile dolu. Bu durumun vehametini fıkhi açıdan alimlerimiz ne zaman açıklayacak?
Yeniçağ dindışı Avrupa medeniyeti “din”e yani Hıristiyanlığa yüzünü çevirmiş olup, kendini akla teslim etmiştir. Gerçekleri “kendinden menkul hakikatler” olarak görüp, kendi dışındaki her şeyle fikri ve nizami olarak savaşmıştır. 17. yüzyıldan itibaren tarih sahnesine çıkıp kendisini felsefi bir sistem üzerine konumlandırmıştır.
4.2) Tarihin Yeniden Sınıflanması Denemesi
Teoman Duralı, Batı medeniyetleri camiasında tarih boyunca çağların dağılımını bilinenin aksine şu şekilde tasniflendirmiştir. Medeniyet tarihi açısından bu tasniflendirme bilhassa önemli bir yer teşkil eder. Mesela; Ortaçağ Avrupa için kan, vahşet, görgüsüzlük ve her türlü insani eylemlerin dışında -hayvani - hassa ve düşünceler hakimken; İslam coğrafyasında ilim, fen ve tekniğin altın çağını yaşadığı bir dönem olmuştur. Bu durumda Ortaçağ’dan bahsederken Avrupa’ya göre mi, yoksa İslam ülkelerine hakim olan Ortaçağ’a göre mi konuşacağız? Duralı, bu meseleye açıklık getirmiştir:
1) M.Ö Yaklaşık 100.000: Kadim Zamanlar: İnsanın yeryüzünde belirmesinden itibaren.
2) M.Ö 100.000 – M.Ö 3.000: Tarih Öncesi – Öntarih -: Efsane ve zanaat
3) M.Ö Yaklaşık 3.000: İlkçağ: Mezopotamya, Mısır medeniyetleri ve yazı
4) M.Ö Yaklaşık 7. yy: Eskiçağ: Ege Medeniyeti, halk idaresi ve Felsefe – Bilim
5) Milad: Yeni Zamanlar: Cihanşumul Tek Tanrılı Vahiy Dini
6) M.S: Orta Çağ: Hıristiyan Medeniyeti
7) M.S Yaklaşık 622 – Hicret -: Yeniçağ: İslam Medeniyeti, Fen (Teknoloji)
8) M.S 1520 – Protestanlık -: Yakınçağ: Dindışı Avrupa medeniyeti
9) M.S 1700’lerden itibaren: Çağdaş: İngiliz – Yahudi Cihanşumul medeniyeti, Sanayi
5) Çağdaş İngiliz – Yahudi Cihanşumul Medeniyeti
5.1) Avrupa Medeniyeti Tarihinin Başlangıcı: Roma
“Roma, M.Ö. 753’deki efsanevi kuruluşundan M.Ö. 510’da bağımsız cumhuriyet oluşuna değin, Etrüsk krallığının hakimiyetinde yaşadı. (…) Devletin adıyla anıldığı kent, yani Roma, başşehir olmak imtiyazını, imparator Büyük Konstantin’in teşebbüsüyle, 11 Mayıs 330’da İstanbul lehine feragat etti. Büyük Theodosios’un (346-395) ölümüyle Roma, oğulları Arcadius ile Honorius arasında doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrıldı. Son hükümdar Romulos Augustulus’un, Germen Beği Odowaker tarafından tahttan indirilerek Batı Roma Devleti’ne son verildiği 476’ya değin Ravenna, başşehir görevini gördü.” (1995:45-46)
Baş şehri İstanbul olan Doğu Roma Devleti yani Bizans, Fatih tarafından fethedilene dek 1453 yılına kadar yaşadı. Bizans’ın çöküşüyle Ortaçağ’da kapanmış olur.
Roma her anlamda arkasında bıraktığı Avrupa’yı şekillendirmişti. Mimariden sanata, tarımdan siyasete, bürokrasiden toplumsal meselelere kadar Roma’nın izleri vardır. Üstad Necip Fazıl Batı’yı “Roma nizamı, Hıristiyan ahlakı ve Yunan aklı” şeklinde tarif eder. Sadece jeolojik olarak “bütün yollar Roma’ya çıkar” değil; nizam(düzen) olarak da Roma’ya çıkar.
5.2) Roma’dan Londra’ya Gidişte Ara Durak: Paris
“Farmasonluğun (Serbest Yapı Ustalığı) selefi Templarislik (Mabet Muhafızlığı)”
“Haçlılar, ele geçirdikleri Kudüs’te 1099’da bir Hıristiyan devleti kurdular. Burada Müslüman alimlerle de ilişki kuran bir kısım Hristiyan rahip, Batıni vechesi ağır basan zanaat ve ticaret loncaları ve yarı – askeri muhafız alayları vücuda getirdiler. Bunlardan en tanınmış muhafız teşkilatı Gerard Tenque tarafından 1113’te kurulmuş Hospitalarius ile Hugues de Payns ile Godefroi de Saint Amours’ca 1119’da vücuda getirilmiş olan Templaristir.” (1995:47)
Hospitalarius ve Templaris dini ve askeri teşkilattır. “Hospitalariuslar, başta Kudüs olmak üzere, Filistin’e gelen Hıristiyan hacılara barınma ile iaşe imkanlarını sunarken, Templarisler, koruma işini üstlenmişlerdir.”
Templarislik kavramı İslam’da ki tarikatın tam karşılığı olmadığından dolayı Duralı, Templarisliği teşkilat olarak tercüme eder fakat tarikata benzer usulleri de mevcuttur. Bu kurum bizzat Papalık tarafından onaylanmıştır.
Templarisler askeri faaliyetlerinden sonra “bankacılık”a geçiş yaptılar. Bankacılığa dair çıkardıkları taahhütnamelerden öncelikle krallar ve papalar faydalandı. O dönemde para transferi mektuplarla dünyanın bir ucundan diğer bir ucuna gidiyordu.
“Selahaddin Eyyubi (1137-1194), Kudüs’ü 1187’de geri aldıktan, özellikle de, Müslümanlar, Akra’ya sıkışıp kalmış son Hıristiyan devletini de 1291’de ortadan kaldırdıktan sonra, Templarisler git gide, başta Filistin olmak üzere, Batı Asya’da ki Müslüman illerinden çekildiler.” (1995:48)
Templarisler daha sonra Fransa ve İngiltere’ye yerleştiler. Paris’in Seine Irmağı’nın kıyısında bulunan bataklığın yanında arazi satın alıp mabedlerini inşa ettiler. Meşhur olmuş hazinelerini bu mabed içinde sakladılar.
İngiltere ile yapılan savaşlar sonucu ekonomik dar boğaza giren Fransa, Kral Yakışıklı IV. Philippe Templarisler’in mabedindeki hazineye el koymaya karar verir. Kral’ın çevresinde bulunan mabed casusları haber verir ve hazineye Kral el koymadan kaçırmayı başarırlar. Geride kalan Templarisler işkence edilip, idam edildikten sonra “Templarislerin bütün mal varlığı Hospitalariuslara devrolundu. Müstahkem mabet ve onu çevreleyen bütün binalar yıktırıldı. Müteakip devirlerde bataklık da kurutularak bahse konu mıntıka Paris şehir sınırlarının içerisine alındı. Nitekim bugün, sözünü ettiğimiz mıntıka, Paris’in, Temple adıyla anılan semtidir.”(1995:49)
Dikkat edilirse Templarisler inşa ettikleri mabet çevresine yerleşmişlerdir. Merkezde bir mabet ve onun etrafında kümelenen evler. Nerede bir yerleşim varsa, orada muhakkak bir inanç (din) vardır. İnançsız bir toplum düşünülemez.
Cumhuriyet devri mimarisi ve şehirciliğine bakıldığında mesela İstanbul’da Unkapanı niçin inşa edilmiştir? Trafiği rahatlatmak için mi veya yaya yolunu genişletmek için mi? Cansever bu soruya şöyle cevap veriyor: “Süleymaniye’yi şehrin merkezi olmaktan çıkarmak için Unkapanı yapılmıştır” der.
5.3) Çağdaş İngiliz Yahudi Cihanşumul Medeniyeti’nin Ana Merkezi: Londra
“Baş mihrakı Farmasonluk (serbest yapı ustalığı) ve Öncü Etkinlikleri: İktisad ile Sanayi”
Templarisler Avrupa’nın çeşitli yerlerine göç ettiler, İskoçya’ya göç edenler taş, yapı ve duvar işçiliği ve ustalığına devam ettiler.
Yahudiler, İspanya’da bin yıl hüküm süren İslamiyet zamanında hür yaşamışlarken, Endülüs’ün yıkılmasından sonra ülkeden kovulmuş veya din değişikliğine icbar edilmiştir. Ortaçağ boyunca ise Hıristiyanlarca hor görülmüş, itilip – kakılmıştır ve ticaret dışında bir işle meşgul olmalarına müsaade edilmemiştir.
“İngiltere’ye göçüp yerleşen bir kısım İspanyol ile Portekiz Yahudisi (…) İngiltere’de karşılaştıkları iki toplulukla tarihi bir ortaklığa girmişlerdir: Bunlardan biri, kıta Avrupa’sından İngiliz adasına sığınmış Templarisler; önürüyse, daha Onüçüncü yüzyılda cereyan etmiş sürtüşmelerden hanedana karşı siyasi ve iktisadi cihetlerden güçlenerek çıkmış olan toprak zadeganıdır.” (1995:51-52)
Toprak zadeganları ve hükümdar arasındaki çekişmeler Yüce Ahit – Magna Carta – ile son buldu.
Göçebe Yahudiler, Templarisler ve toprak zadeganları 17. yüzyılın sonlarına doğru akıl ve menfaat birliği oluştururlar. Bu üç grubun birleştiği mahalli yer ise Londra olur. “Toprakla uğraşmayı bırakıp şehre yerleşen, böylelikle de Yakınçağ tarihinde yeni bir toplum – iktisat sınıfını teşkil edecek olan “Kent soyluluğu” gündeme sokan bu zadegan takımı mal – para mübadeleleri sonucunda biriken sermayeyle Sanayi devriminin başını çekmiştir.” (1995:52)
“Sanayi, şu halde, Yeniçağ dindışı Avrupa medeniyetinin mekanik biliminde temellenen felsefe – bilim sisteminden türetilmiş Maddeci – Mekanisist dünya görüşü çerçevesinde oluşturulmuş yöntemler kullanılarak mekanik araçlarla maddi yapıların ortaya koyulmasıdır.”
Avrupa, Sanayi Devrimi ile beraber makine ve akıl dönemine Yahudilerin etkisiyle girer. Yahudi nerede bir birlik görürse, fiili ve fikri olarak bozmaya çalışır. Yahudi kavminin tarihi bunun ispatıdır. 100 sene öncesine kadar dünya tarihinde devletleşememiş Yahudiler, devletleştikten sonra kendi tarihlerinde bile görülmemiş bir canilikle etrafında ne varsa hücum eder, hale geldi. Son 200 yılda Batı’da neşet etmiş fikir akımlarının arkasında Yahudiler vardır.
İnsan emeği sömürgeleştirilmiş, makineleşmemiş toplumlar açık pazar haline getirilmiş, sömürge aracı olarak silahlı kuvvetlerin yerini şirketler almış ve her ne pahasına olursa olsun “kar” amaçlı ticaret ve siyaset güdülmüştür. İşte Yeniçağ Dindışı Avrupa medeniyetinin dünyaya armağanı!
“Bu yeni medeniyetin en önde gelen fikir babalarından Thomas Hobbes (1588-1679) toplumun bireyler arasında akdedilmiş mukavelelerden vücut bulduğunu öne sürmüştür.” (1995:53) Anlaşmanın devam ettiği süre “geçici barış” durumunu ifade eder. Anlaşma yoksa, çatışma vardır. İnsan artık mukavelelerde ki maddeler kadar insandır.
“İngiliz – Yahudi ittifakı (…) birbirlerine karşıtmış gibi gözüken siyasi, fikri, iktisadi hareketler ile akımların, aslında belirli bir çekirdek teşkilattan, kuruluştan türeyip yönlendirildikleri ilk bakışlarda göze çarpmaz.” (1995:55)
Komünizm’in kurucusu Karl Marx’ın mezarı Moskova’da değil; Londra’dadır. Oysa ki Komünizm’i kendine destur edinen ülkenin İngiltere olması gerekirken Sovyet Rusya ve Çin oldu. İngiliz – Yahudi ittifakının dünyaya attığı en büyük kazık Komünizm’dir. Dünya Batı’dan Doğu’ya Komünizm ateşiyle yanarken İngiliz ve Yahudiler arka planda, tüm istediklerini elde ettiler.
Templarislerin bazıları hiçbir loncaya bağlı kalmaksızın sanatlarını icra ettiler. Bu yüzden kendilerine mesleklerini serbestçe yürüten manasına gelen “Serbest Duvarcılar” demişlerdir.
“İngiliz – Yahudi ittifakının temel kurucu ve yönlendirici teşkilatı, inşaat ustalığını vurgulayan ünvanla tanınmış olan ‘Serbest Yapı Ustalığı’ yani, ‘Farmasonluk’tur. (…) Farmasonların kurduğu meslek birliklerinden dördü, Londra’da 1717’de birleşmiştir. Bu birleşme sonucunda ortaya çıkan Büyük Londra Locası, Teşkilatı Esasiye Düsturunu İskoç rahip James Anderson başkanlığındaki heyetin çalışmalarıyla telif etmişlerdir.”(1995:55-56)
Farmasonlar kendilerine kadim üstad olarak Hz. Süleyman’ın mabedini inşa etmiş olan “Hiram Usta”yı, “Ulu Usta” olarak da alemi yaradan “Tanrı”yı kabul etmişlerdir. Evren, Tanrı’nın mimari şaheseridir. Örflerinin, adab-ı muaşeretlerinin, adetlerinin kaynağını ise Ahdi Atik, Kadim Kilise ve Hıristiyanlıktan sapmış bazı mezheplerden neşvü nema etmişlerdir. Farmasonlar kendilerini emperyal (küresel, beynelmilel, cihanşumul) görürler ve birbirlerine “biraderlik – kardeşlik-“ bağıyla bağlıdırlar.
18. yy’ın ikinci yarısından itibaren Katolik Kilisesi tarafından dinsiz oldukları gerekçesiyle düşman kabul edilmişlerdir. Papa XII. Clemens tarafından 1738’de çıkarılan fetvayla, Katolik Kilisesi, dinsiz ve putperest kabul edilen Masonluğu yasakladılar. Hatta Masonluğu kabul ede Katolikler aforoz dahi edilebilecekti.