Hasan Hüseyin Akdağ, Cevat Ülger'in cami mimarisindeki eşsiz tarzını ele alıyor. Ülger, geleneksel Osmanlı ve Selçuklu mimarisini modern malzemelerle birleştirerek yeni bir üslup oluşturmuş ve camilerinde estetikle birlikte statik dengeyi sağlamıştır. Ülger'in camileri, şehrin gelişmesinde önemli rol oynarken, mimarisi derin bir tefekkür ve sanatsal zenginlik sunmaktadır.
6 Eylül 1977, “Bir Dağ Devrildi”. Mimar, ressam, müzisyen, öğretmen, mutasavvıf merhum Cevat Ülger Karamehmedler’in vefatının 47. sene-i devriyesinde rahmet ve dua ile yad ediyorum…
Cevat Ülger’in cami mimarisi anlayışı Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde nevi şahsına münhasırdır. Cami mimarlığında ağırlıklı olarak Selçuklu döneminin son yılları ve Osmanlı İmparatorluğu’nun klasik dönem mimarisinin etkisi görülür.
Erken Cumhuriyet döneminde Mimar Kemaleddin ve Vedat Bey ile başlayan “Milli Mimari” için üslup anlayışı, modernitenin dayatması ve daha sonra Halk Fırkası’nın iktidarı pekiştirmesinden sonra “İnkılap Mimarisi”ne evrilen milli üslup anlayışı tamamıyla Osmanlı form ve üslubunun düşmanlığına evrilmiştir. Eskiye karşı yeniyi kullanmak asrileşmenin ve batılılaşmanın temel figürü olmuştur.
Cevat Ülger Karamehmedler’in cami mimarisi anlayışı ne tamamen gelenekseldir ne de tamamen moderndir. Geleneksel ve modern kavramlarının tartışması da ayrı bir mesele.
Cevat Ülger camilerinin en belirgin ortak özelliklerinden birisi sınırlı mekâna, sonsuz tefekkürü işleyebilmesidir. Ne modernizmin keşmekeşliğinde boğulmuştur, ne de gelenekselciliğe kuru kuruya teslim olmuştur. Yapı elemanlarını, varlık telakkisini tahrip etmeden taşı taş, tuğlayı tuğla olarak kullanmıştır.
Cevat Ülger camilerinin genel sistemini; genişçe büyük bir ana kubbe, ana kubbeyi tamamlayan çeyrek veya yarım kubbeler, kubbeyi içerden destekleyen ince fil ayaklar üzerine oturtulmuş pandantifler ve yapının dengesine destek sağlayan kemerli ve açık, üstü tonoz kubbe ile örtülü ve örtüsü sütunlarla taşınan revaklar oluşturmaktadır.
Ülger; İstanbul, Eskişehir, Kayseri, Kütahya, Konya, Hatay, Trabzon, Adapazarı, Çanakkale ve Ankara’da yirmi tane cami inşa etmiş. Malatya’da ise cami tefrişatında bulunmuştur.
Ülger’in ilk dönemlerinde inşa ettiği camiler Selçuklu kümbetlerini andırır biçimde küçük merkezi planlı yapılarken; son dönemlerinde inşa ettiği camiler ise Osmanlı’nın klasik dönem cami mimarisi formundadır. İnşa ettiği yapılara tarihsel olarak bakacak olursak kendi içinde tekamülünü görürüz.
Camilerinin tamamında kubbe (ana kubbe ve yarım-çeyrek kubbeler) kullanan Ülger hem mekânın estetiği içerisinde kubbeye dikkati çekmeye çalışmıştır. Hem de toplu bir harim alanı ve kesintisiz bir mekân oluşturmak istemiştir. İlk dönem Selçuklu Ulu Camileri gibi sütunlarla bölünen ve mekânda sürekliliği sekteye uğratan cami planından kaçınmıştır.
Beden duvarları ile örtünün bir araya statik denge içerisinde bir araya gelmesiyle yapı meydana gelmiş olur. Beden duvarları taşıyıcı, örtü ise taşınan durumundadır. Denge sistemleri ile strüktür oluşur.
Strüktür ile biçim arasındaki ilişki yapının istenen fikir ve anlayış doğrultusunda gelişmesini sağlar.
Ülger’in inşa ettiği camiler şehrin gelişmesinde önemli faktör olmaktadır. Mesela Eskişehir Reşadiye Camii’nin inşa edildiği dönemde çevresine, bir de şimdiki çevresine bakalım. Tramvayın yerleşimi, yol güzergahı, kamu ve sanat binaları, dükkanlar camiye göre konumlanmıştır. Eskişehir’e giden herkesin görebileceği bir yere kurulmuştur.
İşgal ordularının bile yapamayacağı büyük bir cinayetle Eskişehir, tarihinden ve kültüründen koparılmış bir haldeyken Karamehmedler tarafından şehrin göbeğine, bu istilaya “dur” diyecek; heybetli ve zarif Reşadiye’yi inşa etmiştir. Halkın aklı gözündedir hakikatince her an kim olduklarını ve kim olması gerektiklerini şuur altına işlemektedir.
Ülger’in inşa ettiği camilerin harim kısmına baktığımızda genellikle şu terkibi kullanmıştır: Kare planlı yapının üzerine kubbeyi oturtmak için ince fil ayaklar üzerine pandantifleri oturtup desteklemiştir. Kubbenin kare planlı bir alt yapıdan, dairesel mekân örtüsüne geçişini kolaylaştırmak için pandantifin yanı sıra tromp ve mukarnastan da yararlanmıştır. Böylelikle kubbenin yükünü güvenli bir şekilde duvarlara ve fil ayaklara aktarıp estetik güzelliği ve statik dengeyi sağlamıştır.
Taşıyıcıların genel görevi kubbeyi taşımaksa da seçilen kubbe sistemine göre taşıyıcıları birbirine bağlayacak kemer veya kirişlere ihtiyaç duyulur. Kemer ve kirişlerin yerleştirilmesi ise örtü sisteminde iki temel kurguyu meydana getirir. Birincisi, aynı sıradaki taşıyıcıların aynı yöne doğru bağlanmasıdır ki, bu iç mekânda sahınları biçimlendirir. İkinci ise, çift yönlü kemer atılımıyla taşıyıcıların bağlanmasıdır. Böylelikle farklı tonoz örtüleriyle iç mekân bölüntüsü oluşur. Reşadiye, Bürüngüz veya Tepebaşı camilerinde olduğu gibi.
Yapı ister kare, ister dikdörtgen planlı olsun, iç mekânda mihrap duvarına bağlanan dikey sahınlar “boylamasına”, yatay bağlanan sahınlar “enlemesine” yönelişi ortaya çıkarır.
Ülger camilerinin vazgeçilmez yapı elemanlarından biri de “revak”lardır. Sıra sütunlar veya sıra ayaklar üzerine inşa edilmiş kemerlerden oluşup, üzeri tonoz veya küçük kubbelerle örülü ve önü açık şekilde cami girişinde bulunur. İlk dönem cami örnekler hariç (Eskişehir, Hatay, Konya) son dönem cami örneklerinde revaklar bulunur.
Osmanlı mimarlığını Batı mimarlığından ayıran ve kendi has üslubu olan “mukarnas”lar, diyen Ülger’in cami inşasında mukarnaslar her zaman var olmuştur.
Mukarnaslar süsleme ve geçiş elemanı olarak kullanılır. Mücerret ifadenin som hali ve sonsuzluğa açılan mukarnaslar, kendisine temaşa edenleri derin bir tefekkür buuduna sevk eder.
Ülger mimarisinde mukarnaslar; yan yana veya üst üste gelerek petek şeklinde ki görünümünü alır. Adeta arıların peteğini örmesi gibi bir işçilikten geçer. Estetik görünümün dışında büyük bir teknik kolaylık da sağlar. Statik ve plastik görevleri de üstlenerek geçiş formları sağlar. Duvardan kubbeye geçiş veya yapının ana bölümleri arasındaki geçişlerde kubbe, tonoz ve kemerlerin alt tarafında, minarelerin şerefelerinde, mihrap kavas aralarında kullanılır.
Sütun başlıklarında kullanılan mukarnaslar gücün sembolik ifadesini gösterir.
Görünümü ile mimaride gölge sanatının tezahürüdür. Mekânın derinliklerine düşen gölgeler, gölge içindeki ince rölyefler teşkil eden peşler ve ince peş çizgilerine hâkim bademler... Estetik ve zevkin maddeye bürünmüş hâli adeta...
Ülger’in inşa ettiği camiler fikirde aynı manayı tüttürürken; teknikte yöreden yöreye farklılık göstermektedir. İslam mimarisinin ana prensiplerinden biri olan “teknikte statik, fikirde dinamik” olma anlayışı Ülger mimarisinde baştan aşağıya bulunur.
Reşadiye Camii’ne baktığımızda Cumhuriyetin Batı’ya öykünen ve satıh üstü taklit eden körpe ideolojisine karşı heybeti ve vakur olmayı, Kayseri Bürüngüz Camii’ne baktığımızda Erciyes’in ihtişamını ve Sinan’ın izlerini, Kütahya Arif Ağa Camii’ne baktığımızda samimiyet ve huşuyu, Ankara Abidinpaşa Camii’ne baktığımızda Batı’dan aşırma kültür ve sözde medeniyete karşı direnen abidevi yapıyı görürüz.
Mütefekkir’in ifadesiyle Cevat Ülger “Çağdaş Sinan”dı. Reşadiye veya Bürüngüz Camii’ne temaşa edenler bu camilerin Sinan’ın mı yoksa Ülger’in mi camisi olduğu hakkında şüpheye düşerler. Taşa işlenen ruh ve anlayış aynı olunca böyle bir düşünce hasıl oluyor. Sadece fikri olarak değil, teknik olarak da birçok benzerlik vardır. Bu benzerlik taklitten uzak ve çağının yorumlarını da barındırmaktadır.
Ülger, tezyiniliğe bilhassa çok önem vermiştir. Şerefe korkuluklarında, mihrapta, son cemaat yeri revak sütun başlıklarında, harim alanında ince fil ayaklarda ve tavan kornişlerde mukarnas üzerinde alçı, beton, mermer ve plastik ile birçok tatbikat yapmıştır.
Rumi, Hatai, arabesk nakış sistemleri üzerinde alçı veya Kütahya çinisine desen vererek doğrudan duvar üstüne fresk tekniği ile boyamalar yapmıştır.
Maddenin insan eliyle form kazandırılıp, biçim özelliği ortaya çıktıktan sonra oluşan tezyinilik; insan ürünü maddenin sınırlılığına karşın varlığın sınırsızlığını müşahhas niteliklerin belirlenmesini sağlar. Maddeden sonsuzluğa giden yol, vahdette kesreti göstermek…
Cevat Ülger’in eserlerini meydana getiren kemerler, pencere dizileri, duvar dokusu, sütun dizileri, kubbeler ve minareler ortak tezyini bütünlükler oluşturarak sonsuz zemin üzerinde birbirlerinden ayrı birimlerin dizileri halinde mekânı tezyin ederler.
Cevat Ülger’in cami mimarisinde ki asıl amacı Osmanlı ve Selçuklu mimari geleneğini modern malzemelerle birleştirerek yeni bir üslup ortaya çıkarmaktır. Camilerine baktığımızda taş ve ahşabın dışında betonarme, çelik, alçı ve plastik malzemeler bir uyum içerisinde kullanılmıştır. Sırf eskiyi gelenek olduğu için almak Cansever’in ifadesiyle “gizli şirk”tir. Çünkü ilahi gücün iradesini o yapıdaki ruhta aramak yerine taş veya ahşapta aranmış oluyor.
Karamehmedler’in cami mimarisinin geneline baktığımızda yapının ana kubbesi, ana kubbeyi destekleyen yarım kubbeler, ince fil ayakları, kemerler, sahınlar, minareler ve destek elemanları gibi asli unsurlarla tezahür eden ana strüktür; küçük kemerler, revaklardan oluşan son cemaat yerleri, kadınlar mahfeli, vaiz kürsüsü, minber ve mihrap gibi sade, yüce, estetik, mücerret ve tezyini tefrişatla yapının her yerinde gerçeklik hakimdir.
Renkli taşlarla düzenlenmiş kubbe ve yarım kubbe kaideleri ile pandantif ve payandaların zengin ve asil biçimleri ortaya çıkar.
Son olarak Cevat Ülger’in cumhuriyet tarihinin en çok cami inşa eden mimar olmasından dolayı “cami mimarı” demek hatalı olur. Çünkü böyle bir tasniflendirme Batı Hıristiyan mimarisinde mevcuttur. Gotik üslup ile kilise inşa eden mimarlar için “kilise mimarı” şeklinde halk ve kraliyet çevresinde nam salınmıştır. Muvahhid ve derin bir mümin olan Cevat Ülger’e “ehli küfre benzemeyiniz” hadis-i şerif ölçüsünce “cami mimarı” demek son derece yanlış bir taltiftir.
Aylık Baran Dergisi 31. Sayı, Eylül 2024