Bugün gelinen nokta ile İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun 1970’lerden beri söylediği (mücadele ettiği) noktanın kıyaslaması, Müslümanların içinde bulunduğu açmazların sebebini acı bir şekilde göstermektedir. Bunu Üstad Necip Fazıl’ın BÜYÜK DOĞU kavgasına kadar uzatabilir ve BD-İBDA dünya görüşünün misyonuna bağlayabiliriz. Bu memlekete çıkmış tek orjinal buluş olan ve dünya çapında bir iddiası bulunan BÜYÜK DOĞU karşısında şuursuzluk, onun yolunu sürdüren İBDA için de söz konusudur diyebiliriz.
Bardağa dolu tarafından bakarsak: Bugün İslâmcıların geldiği noktada fikir, aksiyon, siyaset ve sanatta aslan payı BD-İBDA’nındır. Sistemli bir fikir etrafında mücadeleyi ilk defa başlatan Necip Fazıl olduğu gibi ideolojinin “nasıl”ı ile birlikte sistemli hareketi ortaya koyan Salih Mirzabeyoğlu’dur. Türkiyede münevver yoktur ki, Necip Fazıl’dan pay almamış olsun; aynı şekilde hiçbir ilgili genç yoktur ki, entellektüel seviyesi yanında mukaddesatçı gençliği “Akıncı” ismiyle yoğuran muhalif duruşuyla destanlaşan Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’ndan fikir ve heyecan almamış olsun. 1970’lerde başlayan GÖLGE ve AKINCI GÜÇ dergileri, mitingler, gösteriler ve şehidlerle zindanda çilesiyle, ufuk açıcı dil ve diyalektiğiyle, kainat çapında muhasebesiyle, tavizsiz çizgisiyle…
Gerçekci muhasebemiz açısından bardağa boş tarafından bakalım ki, niyetimiz tamamını doldurmak olsun.
BD-İBDA’dan aldıklarını kimi saklar, kimi çalıntı yapar, kimi de delikanlı gibi söyler ve fikrî bağını-nisbetini kurarak kendini geliştirmeye bakar. Fikriyatımızda takım tutar gibi taraftarlık değil, bağlılıkta kendini ortaya koymak vardır, “kendinden zuhur diyalektiği” denilen husus. Usul ve hedefimiz cemaate, tarikata, partiye vs. adam toplamak değil, fikir nisbetiyle üretken, aksiyoncu ve cemiyet inşacısı kadro olmaktır. Ahbap-çavuşluk, yandaşlık ve hizipçilik anlayışının hakim olduğu çevrelerce İBDA’nın bu mümtaz vasfı anlaşılmayan bir husustur. Öyle ki bazı sözde bağlılar tarafından bile anlaşılmaz.
Bugün gençliğin idealsiz, gayesiz, davasız olduğundan yakınılıyor; Müslüman ailelerin çocukları bile ideal sahibi değiller. Bir çok imkana sahip ama modern hayatın girdabında bir şey üretemeyen, İslâmî tefekkür ve tahassüsten uzak, bir çoğu da “mızmız Müslüman” tipine uyan bir kısım gençler… Her şeyi var ama sıkıntı içinde. Bir şey beğenmiyor ama kendi de hiç bir şey yapmıyor. Sorunun kaynağına indikçe BD-İBDA’ya karşı yapılan inkarcı tavırların buna yol açtığını görmekteyiz. Gençlik demek ideal mevceleri körelmemiş, heyecan ve aksiyon sahibi demek. Bir güzele âşık olabilmek demek, fikrin güzelliğine, fikrî âhenge âşık olabilmek demek. Mütefekkir Mirzabeyoğlu’nun Yeşilırmak şiirindeki dizeleri gibi. “Fikir, aşk ve hürriyet ayrılmaz güzelden / Sırrı malum sırrında sözleşmişler ezelden.” İBDA, DoğruYol-Kurtuluş Yolu’nun bir alemi, bir remzi vasfıyla tebarüz etmektedir, gören göze, seven kâlbe hitâp etmektedir. Ölü ortama ragmen gençliğin gözdesi ve ümidi Salih Mirzabeyoğlu’dur; gençleri heyecanlandıran ve her kesimin ilgisini çeken bir isimdir.
Sevilecek ve sevilmeyeceklerin bilinmesi önem arz etmektedir. Neyi, niçin seveceğiz ve kimin, niçin peşinden gideceğiz? Modernizmin getirdiği akıl ve nefs putlaşması sonucu kendi aklını tek ölçü görmek değil. İslâm’a muhatap anlayışı kuşanmak, peşin fikir hikmetini idrak etmek zorundayız. Allah Resûlü’nün yolunu kim veya kimler parıldatmaktadır ve içtimaî kavgada nasıl saf tutacağız? Demek ki, bir kainat görüşüne ihtiyaç var ve zıddını ise kritik edebilmeli. Zıddını kritik edemeyen görüşe niye inanılsın ki? Buradan diyalogcuların zıddını eleştirmeyip meşrûlaştırıcı tavrına da dikkat çekelim; aksiyonu köreltici düşmanı yaşatıcı bir tavır. Bir kere şunu ifade edelim ki, bir fikir etrafında hakikatin kaygısını taşıyanların bunun zıddını kendine sıçrama tahtası yapması fikir haysiyeti için şart, kötülerle mücadele ve fetih hakkı gereği.
Müslüman gençliğin düşman algısı yok. Gençliğin ideali olmadığından, o ideale ulaşmak için imha etmesi gereken ve kendinden zuhuru ile tecelli edeceği düşman tanımı kaybolmuş. Necip Fazıl’ın büyük puntolu harflerle işaretlediği “BAŞ MUHABBET KUTBU VE BAŞ NEFRET KUTBU”nun zarureti görülüyor. Demokrasi masalları içinde ve bilhassa Müslümanları gevşetmek üzere bu önemli husus ihmal edilmiş veya uzaktaki düşmanla yetinilmiş ve içerideki düşmana fırsat tanınmıştır. Necip Fazıl’ın meşhur dizelerini bu mevzuda verelim: “Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın! / Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın!”
Malumun ilamına ihtiyaç olduğu için belirtelim: Baş muhabbet kutbu Allah Resûlü ve O’nun yolunu pazarlıksız ve tavizsiz yürütenlerdir. Buradan hemen dervişçilik anlaşılmasın; bundan anlaşılması gereken, tasavvufu da içinde tüttüren fikir, aksiyon, estetik ve çile yoludur. Bu da Resulullah’ın Sünnetine tâbi olunarak gerçekleştirilir. Baş nefret kutbu dediğimizde ise, başta Kemalizm olmak üzere İslâm’ın baş düşmanı Batı ve içimizdeki Batıcı türev fikirler ve rejim anlaşılmalıdır. İsterse iktidarda muhafazakâr Ak Parti olsun, ister başka parti olsun, Batıcı-seküler rejimin varlığı buna misaldir.
İdealler hayallerimizi, hayallerimiz rüyalarımızı süslemelidir. Kısa nefesli günümüze uzun soluklu çarpıcı bir misal: Müslümanlar tam 8 asır Peygamber müjdesinin hayaliyle İstanbul önlerine fethe gelmişler ve 8 asırlık hayallerine 1453 yılında Fatih Sultan Mehmed eliyle erişmişlerdir. Güçlü hayal ve bunun rüyası olmasa idi, bu fetih de gerçekleşmezdi. 8 asır bu hayalin her an gerçekleşmesine ümid eden nesiller, bunun heyecanı ve aksiyonu içinde yaşadılar ve vefat ettiler; fethi gerçekleştirmiş gibi kazandılar.
Batının sömürgeleştirdiği ülkelere yaptığı en büyük kötülük babında, “hayallerini bile çaldılar” denmektedir. Yani sömürülen ülke insanının geleceğe yönelik bir hayali, bir ümidi bile bırakılmamış. Bizde ise fizikî sömürgeleşmeden ziyade kültürel ve gönüllü köleleşme söz konusu… Üstadın ifadesiyle “bizim herşeyden beter bu kendi kendine sömürgeleşme hâlimiz” dediği hâl. Batıya sistemli karşı çıkmak için çağımızda sistemli fikir gerektiği ve esasında İslâm’ın da her çağda Müslümanlar eliyle tatbikini mümkün kılacak bir “vasıta sistem/tatbik fikri”ne ihtiyaç duyulduğu anlaşılmazsa, “muhafazakâr ve demokrat Müslüman” tiplemesiyle mevcut Batıcı rejimi pansumanla yaşatmış oluruz ancak. İslâmî bir dünya görüşüne göre hayatın bütün şubelerini doldurmazsak, bu alanlar başkaları tarafından doldurulur ve biz şikayet ediciler olarak kalırız. Halbuki yakınmak, iş bilmeyenlere ve bir kısım kadınlara özgüdür. BD-İBDA külliyatında zaman, iş, diyalektik, dışa bakış ve aksiyon ölçüleri billurlaşmış, dost ve düşman kutupları işaretlenmiş, oluş ve fetih vasıtaları gösterilmiş iken maalesef kısır tartışmalarla meseleler güme gitmekte, fikrî tekamül de sağlanamamaktadır.
28 Şubat döneminde İBDA Mimarı ve İBDA bağlıları en ağır işkence ve cezalara maruz kalırken İBDA’ya (ve dolayısıyla Büyük Doğu’ya) ihanet içinde olan çoğu da Efgani-Abduh bid’at çizgisinin meddahı sözde İslâmcılar gençliğe kötü örnek oldular. Direnişin adresi İBDA çizgisini özellikle sakladılar ve gençlik idealsiz ve örneksiz kaldı. Şimdi gelinen noktada muhafazakâr aile çocukların hâli dahil içler acısıdır. İdealsiz, gayesiz ve düşmansız bir Müslüman gençlik var. Öyle ki, “Geziciler” kadar bile aksiyon olmuyor; “Geziciler” ise, direniş ruhu ve eylemi olmasına rağmen, topluma sunacak bir ideolocyaları olmadığı için başarılı olamadılar. Bu açıdan bizim avantajımız var, ama şuur ve aksiyonumuz az.
Üstad ve Kumandan’ın yoğurmasında büyük pay sahibi olduğu mukaddesatçı gençliğin ideolocyası var, ama bu adresin içine girecek, bununla yanacak fikri özümseyecek ve onu daha ileriye götürecek aksiyon ruhu (arayış ve oluş çilesi) eksik. Bu rehavette Ak Parti’nin payı büyük. Yol-köprü yapılıyor da, insan nerede, gençlik nerede? İBDA’ya zamanında ihanet etmiş, İrancılık ve selefilik arasında gidip gelmiş güya İslâmcı abiler elinde yozlaşan bir gençlik var aramızda. Hatadan dönenlere altından köprüler inşa etmeli anlayışına göre isim vermiyorum. Şimdi gençlik bu abileri de tanımıyor, hiç bir önder tanımama özelliği gereği. Rehavet ve yozlaşmanın kaynağı da İBDA çizgisini anlamayan ve bunu kasıtlı olarak yapan söz konusu entel takım. Fakat artık yeni bir safhaya gelindi, bunun da farkındayız. Onun için bu satırları kin ve hesap gütme saikiyle değil de, kusurlarımızı görmek ve böylece muhasebemiz ve ileriye yönelik gelişmemiz açısından yapıyoruz. Dünyada Müslümanlara ne oluyorsa, biz adam olamadığımız içindir diye görmek zorundayız. Türkistan’da, Çeçenistan’da, Arakan’da, Filistin’de, Bosna’da akan Müslüman kanının altında yatan sebep bizim adam olamamızdır.
28 Şubat baskısıyla ve kanun korkusuyla İBDA’ya ve İBDA’cılara terörist yakıştırması rahatça yapıldı. İslâmcılara salınan korku ile İBDA tecrit edilmek istendi. Halbuki bir dava, uğrunda ölebilen varsa yaşar. Batıcı rejimler kendi eylemlerini meşrû görürken, Müslümanların eylemlerini terörist diye yaftalamaktadır. İşin ilginci bu ağızlara Müslümanların da düşmesidir. Zatıyla eylem iyi veya kötü olamaz, onun meşruiyetidir önemli olan. Hak dava için can verenler ise şehittir ve dinen en yüksek makamdır şehadet. En son şehit olan gönüldaşımız Ünsal ZOR’u da buradan rahmetle analım. Bu kavramı uzağımızda olunca seviyoruz; bu da münafıklık alametidir. Modernist anlayış ve demokrasi palavrası bize bunu öğretiyor. Fakat bu daha çok Müslüman kanının akmasına yol açıyor.
İBDA’nın “sisteme bağlı siyaset” anlayışını ve dik duruşunu anlamayan bazı Müslüman siyasiler, Kemalizm’in baskısına boyun eğerek, Kürt meselesinde Kemalist ağızlar kullanmış ve HEP’lilerin meclisten atılmasına seyirci kalmıştır. İBDA ise hiçbir zaman Kemalizm’le birlikte olmadığı gibi, Salih Mirzabeyoğlu’nun 1992 yılında Taraf dergisinde yayınlanan meşhur mülakatı ile Kürt meselesine İslâmî zaviyeden ve adalet ölçüsünden bakışı billurlaştırmıştı. O zamanlar İBDA’nın tavrını yadırgayanlar, şimdi, “Kürt meselesinde niçin İslâmî STK’lar yok! neden bu kadar geç kaldık” diye hayıflanmaktadır; fakat yine de özeleştiriye yanaşmamaktalar. İBDA’nın siyaseti güdülse idi, bugün bir çok meselede bu noktada olunmazdı.
Üstad, “estetik idrakı başa alın!” der ve Kumandan herşeyi estetik bir form içinde sunarken Müslümanların estetik ve sanat mevzularına ilgisizliği neyle izah edilebilir? Üstad’ın, “sanat Allah’ı aramakmış” sözü kulağa hoş geldiği için kullanılıyor ama tiyatrodan sinemaya Üstad’ın “ocaklaşın” emri ve Salih Mirzabeyoğlu’nun çabası yeterince anlaşılmıyor, icraya geçilemiyor. Böylece ilim, kültür ve sanat da hınzırın ağzında kalıyor. Hadisteki uyarıda olduğu üzere… İBDA’yı inkarın ve ihanetin geldiği noktada diyebiliriz.
Kemalist rejim ve 28 Şubat baskısının yeni nesildeki yıkımını biliyoruz. Öndersiz, örneksiz ve boşlukta kaldılar. En büyük baskıyı gören İBDA hareketi 28 Şubat karşısında dik duruşunu bozmazken piyasa İslâmcıları sınıfta kaldı. 28 Şubat yıkımını da doğru tesbit etmeli ve ayakta duran İBDA hareketinin hakkı teslim edilmeli. “Sistemli fikir ve sistemli hareket”in faydasını idrak için, doğru tavır ve doğru duruş için söylüyoruz bunları. Yoksa İBDA’nın kimsenin kuru övgü ve takdirine ihtiyacı yoktur.
Biraz spesifik olacak ama Ak Parti’nin 7 Haziran 2015 seçim yenilgisi altında da muhafazakâr kesimin rehaveti, fikir ve aksiyon tezgahına giremeyişi ve yetişen mızmız Müslüman tipinin etkili olduğunu söyleyebilirim. İdealsiz, heyecansız ve düşmansız muhafazakâr ve mütedeyyin gençlik, alarm zilleri çalmakta. Bir an önce oluş ve aksiyon yoluna girilmezse ülkemizin istikbalinden iyi şeyler beklenemez. “Ne ekersen onu biçersin” doğrusu burada da karşımıza çıkmaktadır. 13 senedir yetişen Ak Parti nesli, başta Ak Parti’yi tanımamakta ve kendince bir kuru aklın ve nefsinin yolunda gitmektedir. Bireyselliği ve başkalarını eleştirmeyi o kadar öncelemektedir ki, sistemli bir fikre bağlanmayı zûl ve lüzumsuz addetmektedir. Güzel ve üstün olana bağlanma ve aşık olma yeteneğini tekrar kazanmaya ihtiyaç vardır. Bu en çok gence yakışır. Müslümanlık, ferdin kendini kendinden üstün olana bağlama cehdidir, kendini aşmasıdır, aşkın olana ulaşma temayülüdür. İnsanın fıtratında bu var. Fıtratımızdaki doğallığı bozan modernist-Batıcı anlayış, fikre ve güzele aşkımızı da dumura uğrattı. Her şeyden önce buradan başlamalı. Başlayanlarsa her gün yeniden başlamalı! Abicilik ve çok bilmişliğe düşülmemesi için söylüyorum. “Ölmeden önce nefsinizi hesaba çekiniz!” ihtarına son nefesimize kadar uymalıyız.
İBDA’ya, ister görmezden gelerek, ister gizli gizli yapılanlar neticesinde bugün faturasının görünmesine sevinecek değiliz; kaybedilen zamana üzülüyoruz. Zaten İBDA’nın en büyük sermayesi, samimiyettir ve gayesi bağcı dövmek değil, İslâm ağacının yemişlerini sunabilmektir. “Büyük Doğu” rahmet bulutlarını yağdırabilmektir, Müslümanların ve İslâm aleminin faydasına olarak.
Teknolojinin ve modern hayat tarzının getirdiği bir sorun olarak gençlik bir yerde duramıyor, sürekli kayıyor, şahsiyet ve ahlâk oluşmuyor. Pençesine alıcı bir fikir eksikliğinden. Bu ihtiyacı idrak edememekse asıl sorun. Sorunu tesbit etmeden tedaviyi-çözümü bulamayız.
Farkındaysanız isim vermeden de olsa erkeklere yükleniyoruz. Nedense genç erkeklerden beklentimiz pek yüksek. Peki gençlere ve bilhassa erkeklere ne verdik ki, ne bekliyoruz? Çocukluğunu annesiyle geçirdi, ilkokula gitti, hep kadın öğretmenlerle muhatap oldu. Ortaokul ve Lisede gördüğü erkek öğretmenler onunla ne kadar ilgilendi? Babası bir çok konuyu annesine havale etti. Zaten modernizmin getirdiği çarpık anlayış gereği erkekler kadınlara ses çıkaramaz oldu. Genç erkeğin önünde kahraman erkek tipi yok. internetin sanal ortamına da daldıysa geçmiş olsun; genç değil posası çıkarılmış biri, ruhen ihtiyarlamış genç oldu.
Tabiî istisnalar var ama genel olarak gençliğin hâlinden bahsediyorum. Erkek doğmak kolay, erkek olmak zor. Erkeklerden bir çok şey bekleniyor, erkek ve yönetici vasfı gereği. Fakat şu anda yetişmesi de, yetkileri de buna uygun değil. Sorumsuz olan kadın, sorumlu erkekten daha çok konuşuyor. Erkekten öncülük yöneticilik, fedakarlık ve sabır bekliyoruz ancak ona göre yetiştirmiyor, yetki ve otorite vermiyoruz. Ondan sonra erkek dikkati dağınık, sorumsuz ve ilgisiz oluyor. Kadınlar hissî varlıklar olduğu için kendilerini ifadede erkeklerden daha atik ve daha sosyaller. Fakat bunda kadın olmanın avantajı var. Erkekler kadar kadınlardan beklentilerin yüksek olmaması, kadınlara daha rahat hareket imkanı veriyor. Yaptıklarında kârlı, yapamadıklarında ise mazurlar; çünkü kadınlar. Fakat erkek öyle mi? Erkek o, her şeyi yapmalı!
Hitler’den sonra Alman gençliğinin düştüğü durum için şöyle bir değerlendirme yapılır: “Onların (Hitler dönemi gençliği kastediliyor) bir kavgası vardı. Bizim hiçbir şeyimiz yok”. idealsiz, kavgasız ve düşmansız bir gençlik moralmen de bitmiş demektir. Mühim olan bir dava uğruna nefsi fedada bulunmaktır. Bu ideali veren bir fikir, estetik ve metod olmalı. Son ferdine varıncaya kadar bütün insanlığa bir çözümü olabilecek fikir manzumesi ile ardından Allah ve Resûl davasında fani olmanın zevkini yaşayacak bir toplum; genç-ihtiyar-kadın-çocuk hepsi elele. Bir ideal uğrunda yürünürse, aradaki problemler bile ikinci planda kalır; şimdi olan tam tersidir.
BD-İBDA fikir ve aksiyon çizgisi tartışılıp yeterince anlaşılsa ve aksiyona geçilse idi, bugün gençlik başka bir noktada olur ve dünyada Müslümanlara faydamız dokunurdu. Çünkü kendimize faydamız olmadan başkalarına faydamız olamaz.
Baran Dergisi 445. Sayı