Bir takım ‘dır ve tır’lar ile meseleye nokta koymak elbette yakışık değil ve hele hele kendini İBDA’ya muhatap kabul eden biz gibiler için hoş değil. Ancak fikrin konuşulmadığı yerde ‘yobazlık’ başlar ve yobazlığa karşı gösterilecek en büyük tepki de ‘samimiyi sahteden ayıklama’ tavrıdır. Hali hazırda, üzerinde çalıştığım mevzuda bu minval üzere bir çaba ve gayretin ürünüdür. Böylesi bir incelik idraki ile daha yazımın başında peşin hüküm halinde şunu ilan etmem icab eder; bazı samimi unsurları saymazsak şimdilerde Türkiye’de gerçek anlamda bir sol hareket mevcut değildir. Bilinen birçok sol grup papağan gibi aynı şeyleri tekrarlamakta ve ortaya elle tutulur, yenilir, yutulur herhangi bir fikir koyamamaktadır. Bu ise yobazlık güdüsü oluşturmakta ve muhatabına ‘dogmatik’ inanç sahiplerinden daha katı bir dogmatizmle saldırarak çelişkiler yumağı içerisinde kendini tüketmektedir. Hâla ayakta duruşunun ve etrafına bazı gençleri toplayabiliyor oluşunun sebebi, kullandığı ‘ucuz diyalektikle adam avlama’ yani ‘antiemperyalist-antikapitalist-antiABD’ dildir. Oysa bugünkü haliyle sol, “antiemperyalist, antikapitalist” olmadığı gibi emperyalizmin kontrolünde ve güdümünde ‘güya antiemperyalist’ rolü verilmiş bir maşadır. İngiltere solu, Yunanistan ve Irak Marksist-Leninist grupları bunun en güzel misalidir. Mesele daha iyi anlaşılsın diye diyorum; bir tiyatro düşünün, bütün oyuncular kapitalizmin, liberalizmin nimetlerinden besleniyor ve haliyle hepsi kapitalist ve liberalist (bizim Nişantaşı, Bağdat caddesi, etiler solculuğu gibi). Şimdi bu tiyatroda başrolde kapitalizmi ve emperyalist gücü temsil eden kimseler oynuyor. Ve oyun, onları haklı ve başarılı gösterecek bir sona sahip.
Fakat aralarda ikinci, üçüncü adam, hatta kötü adam rollerinde antikapitalist-antiemperyalist sol gruplar var… Tiyatro boyunca zaman zaman kendilerini alkışlatacak bir muhalefet sergiliyorlar. Ama tüm bu muhalefetin gayesi bile başrol oyuncularının yahut ana temanın haklılığına ve kuvvetlendirilmesine dönük sahte bir muhalefet… Seyirci aradığı cevabı bulsun, karşı çıkma cesaretini ve muhalefetini kaybetsin ve teklif edilen rejimin kofluğu görülsün diye bazen bu oyuncular ön plana bile çıkarılır. Ama her şey belirlenen sona doğru gider. Oyun biter, solcu rolündeki de, kapitalist rolündeki de elde ettikleri kazançla, yaptıkları ve idealleştirdikleri sistemle ceplerini doldurur, emperyalistlerce sahneye konan oyunlarına başka yerde devam etmek üzere giderler. İşte bu manada; Türkiye’de gerçek solcu yoktur. Bunların hepsi sahte Marksist, sahte Leninist ve sahte solcudurlar. Bu solcuların hiçbiri antikapitalist, antiemperyalist, antisiyonist, antiabd, antievangelist değildirler. Onlar sadece antiİslam, antiarab, antitürk, antikürt ve antianadoludurlar. Onlar için LBGTİ üyelerinin ‘g.t’ davası Anadolu insanının ‘namusuyla yaşama’ davasından daha önemlidir. Onlar Anadolu insanına, bu insanların değerlerine kültürlerine saldırmayı devrimcilik zannederler. Kendi milletini aşağılamayı, kendi kültürü ile kaynaşmış kavimleri küçük görmeyi ilericilik ve marifet zannederler.
Dedik ya bunlar, papağan gibi aynı şeyleri tekrar edip duran ‘YOBAZ’dırlar. Kendi ülkelerinden yükselen fikir ve direniş hareketlerine düşmandırlar. Kendi topraklarının evlatlarına tepeden bakmayı, onları ilkel, geri kalmış kimseler olarak görmeyi ‘onur’ zannetmektedirler. Yeri gelmişken değinelim. Yobaz kimdir? Büyük Doğu Mimarı Necip Fazıl “İdeolocya Örgüsü” adlı eserinde ‘Biri dinin, öbürü küfrün yobazı, ham ve kaba softası... Başımıza ne geldiyse bunlardan geldi’ diyerek büyük bir ızdırab halinde gündeme getirdiği yobazı şöyle tarif eder; “Sakın yobazı, bir dâvaya, onun en mahrem çilelerini çektikten sonra kıl ve nokta feda etmeksizin emirlere sımsıkı bağlanan ulvî adam sanmayınız! Yobaz, her sahada, asla anlayamadığı ve iç yüzünü göremediği tecelliler karsısında papağan gibi hep aynı aksülâmelleri gösterip «Nuh» diyen, fakat «Peygamber» demiyen; ve insanda en büyük ilâhî nimet, ruh ve fikri, bekçi sopası, tulumbacı nârası ve «yurya!» çığlığıyle boğmaya kalkışan, böylece inanışları kör ve havasız nefsaniyetine indiren insan kılıklı insan tersidir.” (Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü)
Yobazı böylece bir ifadeye kavuşturduktan sonra gelelim eksiği gediği sayısız olmasına rağmen en azından ‘kendi davasına bağlılık noktasında samimiyetinden şüphe etmediğimiz’ solculara; Mahirlere, İbrahimlere, Ulaşlara, Denizlere…
 
DENİZ GEZMİŞ VE MAHİR ÇAYAN’IN HAYATINDAN KARELER
Malumunuz sol örgütler hedef kitlelerinde ‘meşruiyet’ sağlama ve geçmişi ‘hava ve caka’sını atma adına ve kendilerini ya Mahir Çayan’ın kurduğu THKP-C’ye ya da Deniz Gezmiş’in kurduğu THKO’ya nisbet ederler. Ancak kendilerini nisbet ettikleri insanların zerre miktarı çizgilerinden gitmedikleri gibi tam aksine kendi topraklarına silahlarını çeviren bu örgütlerin durumu Mahir Çayan’ın yazılarında çokça dile getirdiği şu tesbiti hatırlatıyor:
“Egemen sınıflɑr, sɑğlıklɑrındɑ büyük devrimcileri ɑrdı ɑrkɑsı gelmez kıyıcılıklɑrlɑ ödüllendirirler; öğretilerini, en vɑhşi düşmɑnlık, en koyu kin, en tɑşkın yɑlɑn ve kɑrɑçɑlmɑ kɑmpɑnyɑlɑrıylɑ kɑrşılɑrlɑr. Ölümlerinden sonrɑ, büyük devrimcileri zɑrɑrsız ikonlɑr durumunɑ getirmeye, söz uygun düşerse, ɑzizleştirmeye, ezilen sınıflɑrı “teselli etmek” ve onlɑrı ɑldɑtmɑk için ɑdlɑrını bir ɑylɑ (hâle) ile süslemeye çɑlışırlɑr. Böylelikle, devrimci öğretileri içeriğinden yoksunlɑştırılır, değerden düşürülür ve devrimci keskinliği giderilir. Burjuvɑzi ve işçi hareketi oportünistleri, bugün işte mɑrksizmi “evcilleştirme” biçimi üzerinde birleşiyorlɑr. Öğretinin devrimci yɑnı ve devrimci ruhu unutuluyor, siliniyor ve değiştiriliyor. Burjuvɑzi için kɑbul edilebilir yɑ dɑ öyle görünen şeyler, ön plɑnɑ çıkarılıyor ve övülüyor.”
Evet, tam da Çayan’ın dediği durum bugün ayniyle vâki değil midir? Mahir, İbrahim, Ulaş, Deniz gibi devrimcilerin antiemperyalist yanları törpülenmiş, abartılarla beraber mistikleştirilerek zararsız ikonlar haline getirilmişlerdir. Oysa adı geçen kişiler 1968- 74 arasında emperyalist unsurlara karşı hatırı sayılır taarruzlar gerçekleştirmişlerdi. Başta 6. Filo protestosu, ABD Büyükelçisi Kommer’in arabasının yakılması olmak üzere 68’in en ünlü eylemlerinin hedefinde emperyalizm vardı, ABD vardı.
Tarih 25 Aralık 1970, bu tarihe özel dikkat. Deniz’lerin kurduğu THKO’nun hedefinde ilk olarak Ankara’daki ABD Büyükelçiliği var, ardından ABD Ordusu’na bağlı çalışan Tuslog’lar. Bu emperyalist yuvaların kimi bombalanır, kimi kurşunlanır. Sonra Ankara’da Deniz Gezmiş ve ekibi Balgat’taki Amerikan üssünü basarak Amerikan silahlarına el koyar ve Amerikalı çavuş Finley rehin alınır. Hiç vakit kaybetmeden hedef yine bir NATO üssüdür ve bu defa Gölbaşı’nda NATO Üssü’nde görevli dört Amerikan askeri içinde bulundukları otomobil durdurularak rehin alınır. Ancak bu rehin alama operasyonundan sonra Deniz gezmiş ve arkadaşları esir düşer. İdamla yargılanma başlar. Denizlere verilecek idamı engellemek isteyen THKO, Adıyaman Nurhak’taki Amerikan üssüne saldırı düzenler ancak pusuya düşürülen örgüt mensuplarının birçoğu oracıkta öldürülür.
Dedik ya 25 Aralık 1970’tarihine özel dikkat edin diye. Çünkü aynı tarihte Mahir Çayan’ın başını çektiği örgüt THKP-C’nin hedefinde Ankara’daki Fransız Büyükelçilik var ve bombalanır. Bu ilk eylemin ardından bu arada 12 Mart darbesi olmuş lâkin Mahir Çayan ve ekibi uslanmaksızın emperyalizme karşı saldırılarına devam etmişlerdir. Bu defa hedeflerinde Siyonist Yahudi vardır ve İsrail Başkonsolosunu kaçırırlar. Gaye İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Efraim Elrom karşılığında Deniz Gezmiş ve birçok Marksist devrimcinin hapisten salıverilmesi. Ancak beklenen gerçekleşmez. Mahir Çayan ve ekibi Siyonist başkonsolosu infaz eder. Bu rehin alma operasyonu ile istediklerini alamayan Mahir Çayan, Deniz Gezmiş’in ekibini de yanına alarak ortak bir operasyon düzenler ve Ünye’deki NATO’ya ait radar üssü’ne girerek üç İngiliz askeri (Charles Turner, Gordon Banner ve John Stuart Law) sağ ele geçirir ve Kızıldere’ye götürür. Kızıldere’de kuşatma altında kalan Mahir Çayan İngilizleri infaz eder. Ancak bu infazla birlikte kuşatma altında kalan Mahir Çayan ve ekibi (Bugün LBGT’lilerin yanında yer alan Ertuğrul Kürkçü hariç) hepsi güvenlik kuvvetlerince öldürülür.
Mahir Çayan’ın böylesine güçlü bir gaye ve motivasyon ile hareket etmesinin izlerine günümüzde ‘Toplu Yazıları’ olarak neşredilmiş eserinde rastlamaktayız. «Çayan’a göre Türkiye ‘gizli işgal’ altındadır. Bir başka deyişle “...ülkemiz yarı işgal altındadır. Bu nedenle İkinci bir Milli Kurtuluş Savaşı vermemiz gerekiyor.” (s.28) Amaç ise, “Emperyalizmin işgali altındaki ülkemizde...” (s.76) mücadele vererek “Milli demokrasiye sahip, bağımsız Türkiye’yi kurmak”tır (s.31).»
 
VE GÜNÜMÜZ; BAŞLIĞIMIZDAKİ MANA
 
Denizlerin idamı ve Mahirlerin katledilmesinden sonra ciddi bir kırılma yaşayan antiemperyalist duruş –daha öncede zaten varlığında barındırdığı din karşıtı- söylemlerden dolayı kardeşin kardeşi vuracak ‘yarım ideolojik’ anlayışla bir anda hedef olarak Anadolu insanını seçer. Ve kırılma derinleşir, zaman içerisinde antiemperyalist, anti Siyonist öğelerden arındırılan sol örgütler kendi toprağı üstünde yaşayanlara ‘faşizme geçit yok’, ‘gericiliğe hayır’ diyerek saldırmaya başlar ve bunun neticesi olarak yıllar sonra sol bir dergi  ‘Türk Solu Dergisi’ Özgür Erdem imzalı yazıda şu soruları sorar: “Türkiye’de gerilla mücadelesi verdiğini, devrimci mücadele yürüttüğünü söyleyen pek çok illegal örgütlenme de var. (…) Acaba yasadışı sol örgütlerinin ABD karşıtı en ufak bir eylemi var mı? Yok!
İsterseniz bir de büyük harflerle yazalım: YOK!
Mesela Dev-Sol. Ya da bugünlerde takındığı adla DHKP-C. 30 yıldır Tunceli ve civarında gerilla mücadelesi verdiğini iddia eder. İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde de pek çok silahlı eylem düzenlemiştir.
Şöyle bir düşünelim… Dev-Sol’un Amerikalıları hedef alan tek bir eylemini duydunuz mu? ABD’nin onca büyükelçiliği, konsolosluğu, askeri üssü var. Onlarca Amerikan şirketi var. Bir tanesi Dev-Sol’un hedefi oldu mu?
Ya TİKKO? MLKP?”  (Türksolu, sayı 213, 2008)
Ve aynı yazıda ilginç bir tesbitte bulunur Özgür Erdem: “Hedeften ABD’yi çıkarırsanız, ABD’nin yedeğine düşen kontr-gerillanın kuyruğuna takılırsınız...
PKK’nın hedefinde ABD yok!
Ya yasadışı sol örgütlerin?
“Biz kimsenin düşmanı değiliz, hele hele Irak ve ABD’nin hiç değiliz. Bugüne kadar dünyanın hiçbir yerinde ABD veya ABD’lilere yönelik en ufak bir olumsuz eylemimiz olmamıştır…”
Kimin bu sözler dersiniz?
PKK’nın lider kadrosundan Karayılan ve Aydar’ın...
Barack Obama’nın ABD Başkanı seçilmesi üzerine Kürtler, sözde Kürdistan’ın ABD’nin kanatları altında kurulması için seferberliğe başladı. Yazdıkları mektupta PKK’nın ABD’ye karşı hiçbir eyleminin olmadığının altını çiziyorlar.” (Türksolu, sayı 213, 2008)
Ve gelinen nokta ne yazık ki emperyalizmin mayın eşeği-konrt-gerillası haline getirilmiş Türk ve Kürt solu. Durum içler acısı. Bu vatanın özbeöz evlatları ABD-İsrail ve İngiliz çıkarları için, içi boşaltılmış ideolojik bir anlayışla, kendi coğrafyasının insanlarını katletmekte, öldürmekte ve buna devrimcilik demektedir. Medyaya ‘Sol örgütler PKK ile birleşti’ diye yansıyan haber bu manada oldukça dikkat çekicidir. Hadise şu; “Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin (SOHR) 11 Haziran tarihli raporunda, terör örgütü PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD’nin askeri militan kanadı YPG/JPJ’ye dünya genelinden katılımlar olduğunu ortaya çıkarmıştı. Ama asıl katılımın Türkiye’deki sol örgütlerden olduğu ortaya çıktı. PYD’ye en büyük destek MLKP(Marksist-Leninist Komünist Partisi)’nden geldi. THKP-C geleneğinden gelen Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) ve İbrahim Kaypakkaya geleneğinden geldiğini iddia eden TKP-ML TİKKO (Partizan) ve MKP (Maoist Komünist Partisi),  TKP Kıvılcım (Türkiye Komünist Partisi) örgütleri de PYD’nin hâkim olduğu Ayne-l Arab (Kobani) ta silahlı eğitim aldıktan sonra ABD uçaklarının istihbarat desteği ve ABD uçaklarının hava desteği ile bölge insanlarına saldırmakta, emperyalizme karşı gerçekten savaşanlara karşı emperyalizmin yedek kuvveti olarak tetikçilik yapmaktadırlar. Bu insanları bu tür bir ideolojik eğitimden geçmesi ve yine belli bir çapta savaş pratiği kazanması sonrası Türkiye’ye döndüğünde ne olacağını varın siz tahmin edin; eline tutuşturulan Anadolu evladına ait bir adresi basmak ve oradakileri ‘faşizme geçit yok’ sloganları altında katletmek.
Bunları kendi insanlarını yakmaktan, öldürmekten, kıymaktan alıkoymanın bir nevi korumanın tek yolu; yollarının yanlış olduğunu, silahlarının hedeflerinin emperyalistler, Siyonist işgalciler ve İngiliz kompradorlar olduğunu Mahir Çayan gibi yüzlerine haykırmaktır. Ayne-l Arab (Kobani)’a PYD çizgisinde savaşa gidenler sadece solcular değildir? Anarşistler, İrancılar, Nusayri-Sol tandanslı örgütsel yapılarında katılımı söz konusudur. Bunlara ek olarak PYD safında savaşan 500’e yakın olduğu iddia edilen İsrail’li, ABD’li, Alman ve Fransız vatandaşı da vardır. Bunların bir kısmının burada bulunuyor olmasının sebebi kan dondurucu olduğu kadar iğrençtir de. Medyaya yansıdığı kadar PYD saflarında savaşa katılanların bir kısmı ‘Ölüm Safarisi’ adı takılan bir etkinlik-organizasyon içerisinde yer alarak adam öldürme, katletme heyecanı yaşamak için savaşıyorlar. Ölenlerin Müslüman olduğu, nasıl öldüğü ve öldürüldüğü, genç yaşlı yahut çocuk veya sivil olup olmadığı çokta önemli değildir, böyle bir etkinlikte(!)… Emperyalistlerle el ele ‘emperyalizme karşı vatanlarını müdafaa eden’ insanları öldürmeye… Kimin safında kimlerle beraber olduklarını bilmiyorlarsa başlarının üstüne baksınlar ABD uçakları kimleri bombalıyor.
Marksistlerin düştüğü bu durum her kesimi rahatsız etti, sadece bizi değil. Bunlardan biri de Kürdistan’da olan biteni oldukça sağlıklı bir şekilde analiz eden Doğru Haber gazetesi. Said El Kürdi yazdı: “6. Filo Defol!” sloganıyla büyüyüp “Kahrolsun Emperyalizm” naralarıyla bugünlere gelen PKK başta olmak üzere “Made in Turkey” menşeli tüm “Anti Emperyalist” silahlı sol gruplar şu anda Kobani ve civarına kamp kurmuş durumdadırlar. Geçmişte aynı sol gruplara kamp anneliği yapan Bekaa ve Filistinli Sol grupların diğer eğitim alanları, belki de şu anda biraz mahzun, biraz da şaşkın bir şekilde kıskançlık dolu bakışlarla Kobani'yi dikizleme burukluğunu yaşamaktadırlar.
Ama bir tuhaflık var burada! Eskiden “6.Filo Defol!” sloganı atanlar, soluğu Bekaa'da, Lübnan-Filistin kamplarında alıp “Devrimci eğitime” koşarlarken, mezuniyet sembolleri “Kahrolsun Emperyalizm” şarkıları olmaktaydı.
Şimdilerde ise şarkılarında kahredemedikleri emperyalizmin güvenlik şemsiyesi altında aynı “devrimci hülyalara” dalmaktadırlar. Üstelik bu kez “Devrim şarkılarını” emperyalizm karşıtı söylemlerle süslemek yerine “Kürt sevdasını” nakaratlarına meze yaparak.
Yoldaşlar, “Kahrolsun” dedikleri Emperyalizm sembolünün abisi Emperyalist Amerika'nın hava güvenliği altında geçmişin sloganlarıyla işledikleri günahları çıkarırcasına Coni'nin vaftiz havuzunda tevbe-istiğfarın kapılarını ölümüne zorlamaktadırlar.
(…)
Elalemin kapısında çöp muamelesi gören TİKKO'su, MLKP'si, şusu busu Kobani'de, Rojava'da yer bulup kamp kurarken, “Yoldaş psikolojisinden” nasiplenmeyen diğer tüm Kürt gruplar, kukla, maşa, Barzanici, IŞİD'çi muamelesi ile “İşbirlikçi, karşı devrimci” listesine konulmaktadırlar.
(…)
Ölen Kürt, evi barkı talan edilen Kürt, acısı her gün deşilen Kürt; Ama “kazanım” Amerikalının, İngilizin!
Feryadlar, figanlar Kürtçe; Ama zafer naraları İngilizce! Yıkılan Kürt yerleşkeleri; ama dirilen “Devrim”; Zafer naraları atanlar Yoldaşlar topluluğu!
Bu iktibasla yazımızı noktalamış olalım…
Baran Dergisi 445. Sayı