Evet, kavganın içinden İBDA’ya şahitlik etmek...
“Çoğu zaman, geçmişinin hatırlatılması ve o dönemi tanımayan gençlere hayâl ettirilmesi, geleceğin tesbiti kadar önemlidir” diyor İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu...
Bu açıdan yazmayı bir vazife olarak görüyor ve yazacak arkadaşları da buna davet ediyorum!..
Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu zındanlarda...
Malatya’dan Metris’e, Toptaşı’ndan Bolu F Tipi’ne, Askerî Kışla’dan Kartal Özel Tip Cezaevine, zındanlar arşınlanırken...
Meydanlarda o gür ses: “Müslümanlar, dik durun! Karşınızda leşler var!”
Ve Metris’ten ilan, “1999 Ümmetin Kurtuluş Yılı...” Müslümanlara hedef ve vasıtaları işaretleniyor, gaye yolunda ilerleniyor ve onyıllarda alınamayacak mesafeler alınıyor ve bugünlere geliniyor.
İşte 28 Şubat’ın akıbeti, işte rejimin tasfiye sürecindeki hâli...
Müslümanların dava için yaptıkları, zamandan çaldıklarıdır, kazançlarıdır... Şehidlerle, zındanlarla yükselir bu bayrak...
Anadolu’yu bir baştan öbür başa dolaşan Necip Fazıl, zındanları da sıçrama tahtası yapar, konferanslar serisinde aradığı genci (Salih Mirzabeyoğlu) bulurken ve böylece Büyük Doğu davasını gediğine koyarken, “hiç kimseye hiç bir şey borçlu değilsin!” dediği Salih Mirzabeyoğlu’nun sıfırdan yoğurduğu İBDA gençliği Anadolu’yu yeşertirken, pıtrak gibi cepheler her yerden zuhur ederken...
Metris isyanları Anadolu ahalisine isyanları öğretti... Bir PKK’lı mahkumdan da duymuştum bu tesbiti...
Kartal Özel Tip Cezaevinde “özel” işkencelere Kumandan Mirzabeyoğlu maruz kalır, Bolu F Tipinde ağırlaştırılmış tecrit uygulamaları yapılırken, patlayıcılar davasında Kumandan mahkemede heybetiyle görünürken, İBDA bağlıları intikam yemini ederken, saatler döne döne inkılâba dayanmışken...
Müslümana zından neresi ve yaşanmaya değer hayat hangisi?
Hayatın hakikati ferdî hayatta, ferdî hayat ise ruhî hayatta...
Hangi şuurda ve halde yaşıyorsan o’sun!
Şu köhne düzeni içinde yaşatıyorsan o’sun, yani cehennemdesin!
İslâmın hakikatinde yaşama şuurun da isen, farketmez, ister şu köhne düzenin zındanlarında ol, cennettesin!
İslâm , kalbin yoludur, İslâm ihsandır.
Allah’la isen sana dünyadan yük gelmez.
Allah’la değilsen dünya sana hepten yük, er-geç bırakıp gideceksin o zaman hepten yük.
Onun için iyi düşünmeli, F Tipi içerisi mi, dışarısı mı?
Zından insanın içinde mi, dışında mı?
Sonsuz özgürlüğe kavuşmak için bilgilenme ve kendinden zuhur...
İslâma muhatap anlayış ve kendinden zuhur!..
BANDIRMA DİRENİŞİNDEN BİR ALTIN SAYFA...
Kumandan, “Kasım ayı, kesim ayı” demişti...
Televizyonlar yurt çapında İBDA-C Operasyonlarından bahsediyordu. İstanbul’dan sonra Ankara, Antalya, Konya, Kayseri, Bursa, Adana, Eskişehir, Gaziantep, Urfa... vs.
Metristen bir gönüldaşın operasyonları değerlendirişi: “Kontrolsüz saldırıyorlar. Mit ayrı, jitem ayrı, polis ayrı... Herbiri ayrı istihbaratla operasyon yapıyor, eski istihbaratla operasyon yapıyor...”
YAŞ toplantısı, irticanın gelmesine karşı Aralıktan Kasım ayına alındı... K demişti ya; “Kasım ayı, Kesim ayı”
Kafirlerden Oktay Kurtböke öldü,, Gazeteciler Sendikası Başkanı idi.
4 Kasım 1999 Perşembe günü Bandırma zındanlarında harika bir fetih ve zafer yaşadık. Hem fizikî hem ruhî zafer elde ettik.
1999 Kasım ayı... “1999 Ümmetin Kurtuluş Yılı” çağrısına uyan Bandırma Cezaevi akıncıları çıtayı yükselttikçe yükseltiyor, cezaevinde gerginliği devamlı tırmandırıyordu... Ve birgün “ince arama” niyetiyle baskına geliyordu asker ve gardiyanlar...
Düzen güçleri bütün hazırlıklarını yapmış öldürücü son darbeyi vurmak üzere kasklarla, kalkanlarla, maskeli halleriyle baskına gelmişler. Fakat biz tetikteyiz. İki koğuşta da nöbetçilerimiz var ve alarm sistemimiz var.
Mazgaldan askerleri gören nöbetçi arkadaş hemen alarmı verdi. Ve o kapıda biriken (11. koğuş) arkadaşlar askerle çatışmaya girdiler ve askeri püskürttüler. Asker jop sallarken bizimkiler sopalarla karşılık verdiler ve askerlere cam ve demir parçaları attılar. Asker içeri giremedi arkadaşlar kapıda hazır bekleyen dolaplarla barikatı kurdular.
Benzeri şeyler de bizim koğuşda (12. koğuş) yaşandı. Bizim koğuşta fiili çatışma olmadı itiş kakış ve sözlü çatışma oldu. Çünkü üsteğmen (Emre Fırat) içeri girmek gafletini gösterdi ve arkadaşlar hemen üsteğmeni esir aldı. Maskeli ve robokoplu askerler kapıda kaldı. Müthiş bir çekişme başladı. Kelime-i Tevhidi patlattık: “Yüzlerinizi maskeyle niye kapatıyorsunuz? Siz herhalde erkek değilsiniz! Biz burada sizin ananızın bacınızın başörtüsü için yatıyoruz. Müslüman olanlar çekilsin, kalanların kanını akıtacağız!” şeklinde çok elektirikli sözler... Kasklı askerlerin arkasından Ünsal astsubay kafiri, “kafalarını kırın!” diyor. Elimizde rehin olan Üsteğmen ise, “maskeli askerler geri çekilsin” diyor. Çünkü biz öyle istiyoruz. Üsteğmen benim elimi tutmuş yardım istiyor. Ben de onu bırakmıyorum. Ünsal kafirini fena yaptı arkadaşlar ben de “sen kendini öldün bil” dedim. Köpek sonunda çareyi kaçmakta buldu... Asker de iki koğuşta şiddetli direniş görünce geri çekilmek zorunda kaldı... Üsteğmeni içeri aldım daha önce tanışmıştım temiz yüzlü biri. O da daha önceki tanışmamızdan dolayı temiz yüzlü olduğum kanaatinde imiş.
Operasyon büyük çaplı idi. Balıkesir Alay Komutanı Albay ve Emniyet Müdürü Cezaevindeydi. Daha sonra Alay Komutanı Üsteğmeni çağırdı, üsteğmen benden izin istedi “ben gideyim, geleceğim” dedi. Gitti ve geldi.
Başsavcının yerine bakan Murat adlı vekil savcı (Sivas sanıkları idamını isteyen bir laik) “asker girsin” diyor. Tabiî asker giremiyor üsteğmen durumu gördü zaten elimizde. Biz askerden sonra idareye yükleniyoruz yaptıkları pislikleri anlatıyoruz. Malta’da püskürtülmüş bulunan askere de propagandaya başlıyoruz. Zaten Ünsal astsubayı fırçayı yedikten sonra s..tir olup gitti. Zaten Ünsal astsubayın darbelerden kaşı açılmış. Kurtuluş astsubay da cehenneme defolup gitti. Sonunda bizim iznimizle birkaç gardiyan içeri girerek normal arama yapabildi.
İdarede ve askerlerde yalvarmalar, İBDA’nın sembollerini ezberlemeler, ne kadar Müslüman olduklarını anlatmalar, soylarına soplarına kadar... Düşmanın düştüğü bu zelil durum üzerine Allahın bize verdiği zafere şükrettik, şükür namazı kıldık. Esir düşsek dahi –ki, orada esir alırken esirdik – böyle zelil durumlara düşürmemesini Allahtan diledik... Ölümün de hayırlısı, işte Saddam aslanlar gibi ilmiğe gitti...
Ogün öyle güzel, öyle olağan üstü tecelliler gördük ki, bu apaçık Kumandanın ve büyüklerin kerametiydi. Öyle güzel fetihler ki... Allahtan hergün yeni bir sefer vermesini dua ettik. Arkadaşlar olağan üstü... Bu güzel zafer, bu güzel direniş, bu güzel tecelliler...
5 Aralık 1999’da Metris’e uzanalım. Baskına gelen TC askerleri, 60 kişi karşısında 200’e yakın rehine bırakıyor, birçok rütbelisi de yaralanıyordu. Alay komutanının dediği gibi “Yunanistan’a kadar bizi rezil ettiniz!..” Fakat esirlere biz insan gibi muamele ediyoruz. Gerek Metriste esir alınan başta binbaşı olmak üzere bir çok askere, gerekse Bandırma’da esir düşen üsteğmene insan gibi muamele edilirken, onlara esir düşen gönüldaşlara ve bilhassa söz vermelerine rağmen Kumandana yaptıkları meydanda... Demek ki TC’nin sözü bu imiş...
Zındanlardan meydanlara, meydanlardan zındanlara... Birbirine akar buralar...
Haydi yürü meydana
Tarih seni bekliyor
Fikrin aydınlığına
Hayat hasret çekiyor
Haydi durma durma yürü, çık meydanlara
İhtilalin kurşununu vur karanlığa
Bir Hadis-i şerif: “Allahın eli topluluk üzerinedir” Demek ki, topluluk rahmettir... İBDA ise Topluluk Hakikati’dir... Güçlerimizi birleştireceğimiz, Allahın rahmet elinin üzerinde bulunduğu şemsiyedir İBDA...
“Allah, âlemi insan ve insanı da kendi marifetine ulaşması için yarattı... Bir Kutsî Hadis... Demek ki Allahın marifetine ulaşmak için âlemle temasa geçmeliyiz. Yani eşya ve hadiseler zemini üzerinde İslâmcı mücadele vererek varoluşumuzu göstermeliyiz. Demek ki, Topluluk Hakikati (İBDA) şart...
Varoluş ancak böyle sağlanır; varoluş çevrede kendini idrak etmektir... Kendinden zuhur ve İBDA...
Bandırma destanlarına devam edeceğiz inşallah... Şehid Hasan Meriç ve diğerleri...

Baran Dergisi 30. Sayı