İlmi ve aklı idealize ederek irfanı ihmal eden birçok ilahiyat hocalarının yıllardır tasavvuf dersine, “Olsa da olur, olmasa da olur, olmazsa daha iyi olur!” gözüyle baktığını biliyoruz. İrfan ve edepten suyu kesik ilmin ise kendi aklını merkeze alarak kuru malumat yığını ile kafaları karıştırdığını ve gönülleri daralttığını görmekteyiz.
Din eğitimi camiasının değişik fikirler arasında bir dağınıklık ve savrukluk yaşadığı, Ehl-i Sünnet ile Ehl-i Bid’at ayrımını yapmakta zorlandığı bu ortamda, Üstad’ın yıllar önceki hitabesinin günümüze de ışık tutucu olduğunu görmekteyiz. Batıcı-seküler rejimde yaşamanın verdiği mihraksızlıktan dolayı bu camianın bir kısmının ilimperestlik denen bir anlayışla Necip Fazıl’ı değerlendirdiğini de biliyoruz. İslâm’ın arınma ve hamle çağında, bu camiada Üstad’ı seven samimî dindarların varlığını da hatırlayarak Necip Fazıl’ın hitabesini yeniden gündeme getirmeyi faydalı buluyoruz. Ayrıca hitabenin belli bir camianın şahsında bütün Müslümanlara yönelik olduğunu da belirtelim.
Yüksek İslâm Enstitüleri Talebe Federasyonu 7.4.1977 tarhinde İstanbul Spor ve Sergi Sarayında “Mukaddesatçı Gençlik Gecesi” tertip etmiş ve bu gecenin mihrak noktasını Necip Fazıl’a tahsis etmiş idi. Üstadın hitabesinin köşe taşlarını verip sonunda da bir değerlendirme yapacağız.
Üstad, hitabenin başında din öğrenim ve öğretimini insanoğlunun tek gaye ve ihtiyacı olduğunu ifade ederek bu yolda olanları da saadetle vasfeder. Üstad, işin gayesinin unutulup ezberleme ve tekerleme çerçevesinde kalınmaması için aşk ve vecd temeline oturmasını işaret eder. Bu inceliğe dikkat için şu hadiseyi verir. Özetleyerek aktarıyorum:
“Muhteşem, muazzez ve mukaddes şeriat tablosunun, muazzam, mükemmel ve mübarek ressamı İmâm-ı Âzam Hazretleri”, İbrahim Ethem Hazretleri önünden geçerken ayağa kalkar ve ona “Seyyidimiz, Efendimiz” diye hitap eder ve bunun sebebini soranlara ise, “O doğrudan doğruya Allah’ın zatıyla meşgul, biz ise işin dedikodusuyla…” der.(1)
Üstad konferansında din eğitim ve öğretimi mensupları için şu altın öğüdü verir:
“Tapusu kimin üzerine çıkarılırsa çıkarılsın, İmâm-ı Âzam’ın evi demek olan tahsil çatınızın cephe duvarına şu düsturu yazın:
“İmâm-ı Âzâm’ın aklıyla bir arada kalbine giden yol üzerineyiz!”(1)
İmâm-ı Âzam’ın zâhir ve bâtın ayrımı yapmadığını, dinî ilimleri bir bütün olarak düşündüğünü ve dindeki fıkhı (usûlü’d-dîn) ahkâmdaki fıkıhtan daha faziletli gördüğünü belirtelim.(2)
Üstad, Cumhuriyet çığırında yapılan “ruh kitalinden” kısaca bahsettiği hitabesinde İmam-Hatiplerin ve Yüksek İslâm Enstitülerinin başka amaçlarla kurulduğunu, ancak rejimin emellerinin gerçekleşmediğini ve bu okullardan “bir nur fevvaresi” fışkırdığını ifade eder. “Fakat!” diyerek de, “Kendi kendilerine hüküm kesici, bir nevi echel ve ahmak müctehid taslakları… Reformculuk yankesicileri…”nin ortaya çıktığını söyler. Bunları da yarım asırlık Kemalist devrim havasının yetiştirdiğini ve bu kişilerin, “Mânialı at yarışmasında şu kadar metre yükseklikten atlıyan İmâm-ı Âzam derecesini, Arap atına karşılık atlı karınca çetelerine bakmadan aşmak sevdasında zavallılar!!!” olarak niteler.
Üstad, “mesleki donukluk halini aşk ateşiyle değiştirmeye” namzed olacaklara üç maddelik vasiyette bulunur. Bu üç maddeyi verelim:
1-Allah’ın imtihanı olarak öyle çetin şartlar içindesiniz ki, bazı noktalarda, kendinizi, mektebinize, ders kitaplarınıza, hocanıza, moda cereyanlara, sömürge basınına, sokağa, meydana, hattâ evinize karşı bile tek başınıza müdafaa borcundasınız! Bu ne ağır ve o nisbette ne ecirli memuriyet!..
2-Şeriat; daha (Ş) harfi söylenirken birçoklarının D.D.T.’ye tutulmuş sinekler gibi kaçıştıkları ilâhî ölçüler manzumesini, Allah’ın kâmil müessesesi olarak tek zerre tarh ve tek zerre zam kabul etmez bir bütün bilecek, ona, ebedî hayatın hazine kapısını açan bir şifre gözüyle bakacak, sır idrakine erecek ve en büyük yoksunlukları akıl olan kuru akılcıların suratına tüküreceksiniz!
3-Biricik taktik ve diyalektik olarak, Allah ile Resûlüne, hakikat dedikleri mevhumelerden değil, bizzat hakikati Allah ile Resûlünün emirleri terazisinde tartanlardan olacaksın! “Hep”çi olacak ve Tanzimattan beri gelen yamalı bohça muvaazacılığına paydos diyeceksin!(3)
Necip Fazıl, din öğrenim ve gençlik kadrosuna, “tek ölçü” olarak şunu söyler: “Vecdsiz ilim ve ilimsiz vecdden Allah’a sığınınız!”
İlmi ve aklı idealize ederek irfanı ihmal eden birçok ilahiyat hocalarının yıllardır tasavvuf dersine, “Olsa da olur, olmasa da olur, olmazsa daha iyi olur!” gözüyle baktığını biliyoruz. İrfan ve edepten suyu kesik ilmin ise kendi aklını merkeze alarak kuru malumat yığını ile kafaları karıştırdığını ve gönülleri daralttığını görmekteyiz. Temizlik ve samimiyet üzerine yükselen mukaddes dinimizden Üstad’ın tâbiriyle, “bembeyaz bir cübbe üzerinde kapkara pislik benekleri” olan bu zevatın etiketi ne olursa olsun temizlenmesi gerekir.
İlahiyat ve Diyanet camiasının, yeni selefîlik ve modernizm akımlarına kapılarının açık olduğunu, mezhepler üstü (!) takılarak ve bazılarının bilinçsizce içtihada kalkışması ile Kur’an ve Sünnete saygısız tavırların olduğunu Üstadın bu camiaya ettiği nasihatin yerine getirilmesi gereken bir borç olarak durduğunu söyleyelim. Aynı zamanda tüm mukaddesatçı nesle de bu nasihatler vazife yüklemektedir. Bahçemizdeki ayrık otlarını temizlemek için iman ve aşk hamlesine geçmemiz, aklı da buna tâbi kılmamız icap etmektedir. Unvanları kadar keyfiyeti olmayanların bu topraklarda bir kökleri olmadığı gibi esasen tutarlı bir usulleri, doyurucu bir sistemleri de yoktur.
Dipnotlar
1-Necip Fazıl Kısakürek, Rapor ¾, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2009, s.58
2-Kısakürek, a.g.e., s.59.
3-İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’nin Eserleri, trc. Abdülvehhab Öztürk, Şamil Yayınevi, İstanbul, 2019, s. 109.
4-Kısakürek, a.g.e., s.61.
Aylık Dergisi 200. Sayı, Mayıs 2021