Dünyada ahlaksızlık bela ve şiddet katsayısı her gün artarken biz ne yapıyoruz, soru bu. Gelen her bela ve musibet, ayağımıza takılan her taş kişiyi kendi günahlarını sorgulamaya itmelidir.
Tefsir çalışırken tahsil ettiğiniz her ayeti kerime sizi olmanız gereken çizgiye çekiyor, sizi toparlıyor böylece ideal mümin kişiliğinizi oluşturuyor.
Kur'an-ı Kerim’i okumayın demiyorum, okuduğu halde muhteviyatını bilmeyen, sureleri tanımayan, ayeti kerimelerdeki kelimeler ve kavramlar gönlüne hiç dokunmamış, bir zaman onunla halleşmemiş, şimdiki ifade ile onunla etkileşime girmemiş, okuduğu ayet onu tebdilata uğratmamış, onun izlerini üzerinde taşımayan, o izlerden haberdar olmayan, bu gelişimi ve yakini yaşamamış ama sorsan “Müslüman kalabalıklar”dan oluşan bir toplumdayız. Bireysel ve toplumsal her problemin açılımları ve çözümlemelerinin aslında Kur'an-ı Kerim’de mevcut olduğunu genelde biliyoruz da olması gerektiği kadar yöneldiğimiz ve istifade ettiğimiz söylenemez.
Mevsim itibariyle herkesin yazlıklardan yaylalardan dönmesiyle bizim de tefsir derslerimiz başlamış oldu. Kaldığımız yerden devam ediyoruz. Yunus Suresi 98. ayeti kerimedeyiz.
“Keşke azap gelmeden önce iman edip de imanları kendilerine fayda vermiş bir kent olsaydı. Yalnız Yunus'un halkı iman edince, dünya hayatında onlardan rezillik azabını kaldırdık. Ve onları belli bir süre daha yararlandırdık.”
Kur’an’ı Kerim’in mucizelerinden biri de okurken, çalışırken, okuduğumuz ayeti kerimenin kişisel hayatınızda ya da toplumda yaşanan bir hadiseyi konu ettiğini fark ederseniz.
Yine öyle oldu, okuduğumuz ayeti kerimenin konusu dünya genelinde yaşanan şahit olduğumuz olayların açılımı, bir anlamda çözüm önerisi gibiydi.
Ayet, Dicle nehri kıyısında, Musul yakınlarında Yunus Aleyhisselam’ın kavmi Ninovalıların yaşadığı bir olayı ibret almamız, onların kullandığı reçeteyi bugünkü sorunlarımız için aynen uygulamamız için bize gönderilmiş gibiydi. Hikâye malum da göz ardı ettiğimiz ayrıntılar önemli.
Bilindiği üzere Yunus Aleyhisselam uzun yıllar halkını tevhid dinine davet ediyor ve icabet eden olmuyor. Yorulan ve üzülen peygamber: “Sana inanmayan, beni yalanlayan bu kavmi azaba düçar et!” diye beddua ediyor ve kırk gün sonra azaba maruz kalacaklarını beyan ederek aralarından ayrılıyor.
Kırk gün sonra zehirle yüklü kıvılcımlar saçan simsiyah bulutlar gelip şehrin üstünü tamamen kaplıyor. Durumun vahametini gören Ninovalılar hemen Yunus Aleyhisselam’ın beyan ettiği azabın geldiğini anlıyorlar ve hükümdarlarına baş vuruyorlar. Hükümdar Yunus Aleyhisselam’ı aratıyor, bulunamayınca: “Eğer Yunus gittiyse, bizi davet ettiği ilah bakidir, her şeyi işitir ve bilir. O’nun dergahına acziyet ile tazarru ve niyazla yönelmekten, af mağfiret dilemekten başka çare yok” diyor. Hükümdar da başlarında tüm şehir halkı, sahralara çıkıp büyük küçük hep birlikte yalvarıp yakarmaya başlıyorlar.
Musul’un büyük alimi El-Kevaşi’nin ifadesine göre: “Tüm Ninovalılar birbirleriyle helalleşerek, ‘Yunus’un getirdiklerine iman ettik’ diyerek halis bir niyetle ihlasla yüksek sesle dualar ettiler. Öyle ki yalvarıp yakarma sesleri birbirine karıştı.”
Razi, İbn Mesut’un rivayetine göre: “Tövbelerinin ve yaptıkları duaların kabulüne mâni olur korkusu ile yaptıkları haksızlıklara karşı helalleşiyorlar, hatta biri evini yaparken, evin temeline başka birinin bahçesinden bir taş koymuş ise evi yıkıp taşı iade ediyordu. Nasıl dua edeceklerine dair yaşlı alimlerine başvuruyorlardı. Alimleri onlara: “Ya hayyu hine la hay, ya hayyu muhyil mevta, ya hayyu la ilahe illa ente” yani “Ey hiçbir canlı yok iken Hayy olan, ölüleri dirilten, kendisinden başka hiçbir ilah olmayan Hayy!..” diye dua ediniz dedi.
Başka bir grup: “Ya Rabbi, bizim günahlarımız çok fazla ama senin rahmetin daha büyük, bizi affeyle!..” dediler.
Diğer bir cemaat: “İlahımız! Yunus bize, senin acizlerin zayıfların elinden tutun, diye emrettiğini haber vermişti, işte biz aciz ve biçareyiz, lütuf ve kereminle elimizi tut, merhamet eyle…”
Ahaliden bazıları: “Ey merhameti azabını geçen Allah’ım! Sen dilencileri reddetmeyin buyurmuştun, işte biz senin kapında dilencileriz, biz boş çevirme!..” diye fasılasız dualar ediyorlar. Yine kırkıncı gün cuma ve aşura günü içtenlikle canhıraş bir kalble yapılan münacatın eseri olarak gazab bulutları açıldı ve dağıldı. Bir süre sonra Yunus Aleyhisselam Ninova’ya geliyor, bulutların dağıldığını azabın kalktığını görüyor: “Azab rahmet dönüşmüş, şehre girsem bunlar beni yalancılıkla itham eder” diyerek büyük kederle tekrar uzaklaşıyor. Gemiye biniyor, gemi hareket etmeyince “Aranızda efendisinden kaçan bir köle var, onu denize atmadıkça gemi yürümez” diyor. Halk “Sen Allah’ın elçisisin seni atamayız” deseler de üçüncüsünde atıyorlar ya da Yunus kendisi atlıyor ve balık onu yutuyor. Hücre gibi o daracık yerde yine yalvarıp yakarıyor: “La İlahe illa ente subhaneke inni küntü minezzalimin!” tesbihi ile sahili selamete çıkıyor. (Ruhu’l Beyan)
Zor durumda bu yalvarıp yakarma sahneleri bana Araf suresi 94. ayeti hatırlatıyor: “Biz hangi ülkeye bir peygamber gönderdiysek, onun halkını yalvarıp yakarsınlar diye mutlaka yoksulluk ve darlıkla sıkmışızdır.”
“Andolsun, biz onları azap ile kıskıvrak yakaladık da yine Rablerine boyun eğmediler ve O’na yalvarıp yakarmadılar!” Mü’minun/76
Hadise net, “Başı boş bırakılacağınızı mı sandınız” ayetini de hatırlayacak olursak, Allah Azimüşşan’ın sünneti gereği kul sıratı müstakim çizgisinden çıkınca azaba maruz kalıyor. Telafisi ise samimi nasuh tövbesi ve yalvarıp yakarmak.
Yakın zamanda ülkemizin birçok ili deprem felaketi ile azaba maruz kaldı ve helak oldu. Ne yazık ki bu hadise ne felaketi yaşayanlarda ne de bizim gibi uzaktan izleyenlerde olması gerektiği gibi bir Allah’a yönelmeye vesile olmadı. Gazze ve Beyrut’ta yapılan katliamları da film gibi izliyoruz! Ninovalıların üzerindeki gazab bulutları gibi ülkemizin dört bir etrafı nükleer silahlarla kuşatılmış vaziyette ama biz katran karası bir gaflet içindeyiz.
Dersin konusu Yunus 99.cu ayete dönecek olursak “Keşke azap gelmeden önce iman edip de imanları kendilerine fayda vermiş bir kent olsaydı. Yalnız Yunus'un halkı iman edince, dünya hayatında onlardan rezillik azabını kaldırdık. Ve onları belli bir süre daha yararlandırdık.”
Yani iman ettiği halde imanı kendilerine fayda sağlamamış olanlara dikkat çekiliyor. Yunus’un halkı bir istisna, onlar iman edince rezillik azabı kaldırılıyor. Onlar tövbe ettiler yetmiyor, yalvarıp yakarıyorlar da üzerlerindeki azab kaldırılıyor. Daha önceleri Buruc suresinde bahsedilen insanları ateş dolu hendeklerde yakarak işkenceler eden Uhdud Ashabını bir efsane gibi okuyup geçiyorduk, bugün tüm dünyanın gözü önünde İsrail, Müslümanları yakarak akıl almaz işkenceler ediyor. Dünya tarihinin en karanlık günlerini yaşıyor. Kıtlık senesi zorluklar artınca Efendimiz Aleyhisselam’ın “Ey bela, şiddetlen ki açılasın” buyurduğu rivayet edilir. Nitekim sıkıntıları açan Kaside-i Münferice’de:
Artır şiddetini artır ey keder!
Azmin karşısında bunca gam n’ider…
Çok sürmez karanlık çekilip gider.
Her güçlüğü kesin kolaylık izler
Ne geceler sonsuz ne de gündüzler.
Ayeti kerimedeki “Keşke azab gelmeden önce iman etmiş ve iman kendilerine fayda vermiş olsaydı” ifadesi, üzerinde çok tefekkür edilmesi gereken bir ifade. Yanlışlarını fark ederek yani hayat tarzını sorgulayarak hayatını iman esaslarına göre yaşayabilme marifetinden bahsediliyor. İnsanın “sahip olduğum iman beni kurtarabilecek kuvvet ve derinlikte mi, yoksa nefsi rüzgarlarının önünde ziyan olunacak zafiyette mi” diye düşünmeye sevk ediyor. Yani okuduğumuz ayeti kerimeler ferdi ve sosyal planda yaşanan hadiseleri doğru okumaya, büyük resmi görmeye, gidişatımızı ve konumumuzu görmeye, değerlendirmeye vesile olması gerekiyor. Dünyada ahlaksızlık bela ve şiddet katsayısı her gün artarken biz ne yapıyoruz, soru bu. Gelen her bela ve musibet, ayağımıza takılan her taş kişiyi kendi günahlarını sorgulamaya itmelidir. ‘Kahrolsun İsrail’ sloganları suyun üstündeki köpük misali insanın ancak kendisini aldatmasıdır. Zira hakikat slogan değil, salih amel işidir. Düşman zulmü ve sınırlarımızdaki kuşatmayı artırınca, Allah’tan uzaklaştığının göstergesi olarak okumuyorsa insan, zaten konuyu anlamamış demektir. Ne güzel demişti Aliya: “Savaş ölünce değil düşmana benzeyince kaybedilir.” Zaten bela zulüm ve mağlubiyette benzemeye başlayınca gelip sarıp sarmalıyor.
Öyle ah vah ile yapılan sosyal medya paylaşımları bizi kurtarmaz, kalbin tüm hücreleriyle sıdk ve ihlas ile yönelişler, sünneti seniyyeye hakkıyla ittiba gerektiriyor. Efendimiz Aleyhisselam sıdk ehli olduğu halde kaç yerde tövbe ve istiğfar emredilmiştir. Ninovalılar başta Yunus Aleyhisselam’a itibar etmemişlerdi ama onun terk edip gitmiş olmasına rağmen yine onun öğretilerine sarılarak vaki olan azaptan kurtuldular. Kuşeyrî tefsirinde: “Onlar Allah’ın rahmetiyle niyaza muvaffak olmuşlar, yoksa niyazlarıyla rahmetine erişmemişlerdir.” diyor. Allah kimseyi, tövbe istiğfardan men edecek kadar rahmetinden uzaklaştırmasın. Neticede hiçbir ekici, ektiğinden başka ürün almaz…
Aylık Baran Dergisi 33. Sayı, Kasım 2024