Okumaktan en çok hoşlandığım şeylerden biri insanların hakikat arayışları, bu arayış sürecinde geçirdikleri fikrî ve duygusal hâlleri ve İslâm'la şereflenmeleridir. Ne zor şeydir insanın bağlı olduğu şeyden başka bir şeye geçmesi...
Sofi
Tasavvuf, safadan gelir. Saf olan yün giysiler giymekten değil, tam anlamıyla sofi olanlar kalpleri Allah sevgisi ile doldurur. Başka sevgilere yer vermezler. Bu hâl başka bir hâldır ve kolay elde edilemez. Giysi değiştirmekle, renkleri sarartmakla bu hâl elde edilmez. Omuz eğmek bu hâli sağlamaz. Geçmiş büyüklerin hikayelerini gürültülü bir şekilde anlatmak bu hâle ulaştırmaz. Parmak aralarına tesbih almak insanı bu yola götürmez. Bu yola ileten şey, samimiyetle Allah'ı aramaktır.
Cihat
Allah dostlarının sözleri bizim için zaman ve mekânı aşan, zaman ve mekâna meydan okuyan sözlerdir. Peygamberlik tavrı aklın ötesindedir. Allah dostları peygamberi çok severler. O kadar peygamber sevdalısı insanlardır ki bu sevdaları onları hâl ehli yapar ve sözlerini zaman ve mekân üstüne taşır. Onların sözleri peygamber sözlerinin arkasında insan ve toplum meselelerini çözen öncü fikirlere konu olur. Bakınız Abdülkadir Geylânî Hazretleri meseleyi nasıl ele alıyor.
"Allah Teala iki cihat emretti. Biri içten, diğeri dıştan. İç cihat, nefisle, kötü arzularla ve şeytani duygularla yapılır. İsyandan dönmek, küçük hataları terk etmek de iç cihattadır. Haram olan şehvetli arzuları terk etmek de içinde yer alır.
Dış cihat ise, Allah'a ve peygambere isyan edenleri doğru yola getirmektir. İsyan edenleri hizaya getirmektir. Oklarını kırmak ve mızraklarını parçalamak bu cihadın parçasıdır. Bu yolda ölmek de vardır, öldürmek de. Ancak ne olursa olsun, iç cihat dış cihattan daha zordur ve sürekli üzerinde durulması gerekir. Nasıl zor olmasın ki? Nefis, tüm arzularından kesilir. Sonra tek yol kalır. O da Allah'ın emrettiği yoldur… Bu, onun doymak bilmeyen hırsını tatmin etmez."
Nasıl ilim tahsil ettim?
Büyüklerden birine nasıl eğitim gördüğü ve eğitim yolunu nasıl bulduğu soruldu; cevap verdi.
"Kuşların erken kalkması, devenin dayanıklılığı, domuzun hırsı, köpeğin yaltaklanması, üzerimde derin izler bıraktı. Onları gördüm, bir hayvan oldukları hâlde yaptıkları işlere baktım. Ben de insanım, onların hareketlerinden ibret aldım. Kuş gibi erken kalktım. İlmin tüm zorluklarını çektim. İlme karşı bir tutku duydum. İlim sahiplerinin kapısında günlerce yalvardım."
Ey ilim talep eden, işte bu sözleri dinle. O büyük zatın sözlerini iyi dinle. Bilgi ve kurtuluş istiyorsan, işte yol bu şekildedir.
İslâm ile nasıl şereflendim?
Okumaktan en çok hoşlandığım şeylerden biri insanların hakikat arayışları, bu arayış sürecinde geçirdikleri fikrî ve duygusal hâlleri ve İslâm'la şereflenmeleridir. Ne zor şeydir insanın bağlı olduğu şeyden başka bir şeye geçmesi... İnsanların gözünden düşme ve onlar tarafından aşağılanma durumlarına maruz kalacak olmaları. Alışıldık bir yapıdan başka bir yapıya geçme, yeni bir düzen kurma zorluklarına katlanmaları. Bazıları tarafından hain olarak damgalanma ihtimalleri. Evet, hakikati bildiğinin yanlış olduğunu görmek ve gerçek hakikate geçmek kolay değildir. Yiğitlik ve sabır ister. Nice zorluklarla yaşamayı göze almak demektir. Rabbim hepimize yaşadığımız davanın zorluklarını yaşama ve zevkini tatma güç ve kudretini versin. Müslüman olmadan önce Katolik olan bir inançlı Hristiyan, bakın nasıl Müslüman olmuş:
"İnançlı bir Hristiyan'dım. Ancak zihnimi kurcalayan bazı sorular vardı... Bu sorular şunlardı. Her insan doğarken Âdem ve Havva'nın işlediği suç nedeniyle günahkâr olarak doğar anlayışı Hristiyanlık inancında yer alır. Bir insan, işlemediği bir suç nedeniyle nasıl sorumlu tutulabilir? Bu soru zihnimi sürekli meşgul eden bir soruydu. Hem gittiğim kilisedeki rahiplere hem de başka kiliselerdeki birçok rahibe bu soruyu sordum, ancak aldığım cevaplar tatmin edici değildi. Bir başka örnek, İsa'nın Tanrı'nın oğlu olduğuna dair inançtı. Bu büyük bir çelişkiydi. Çünkü Katolik inancına göre Tanrı'nın cinsiyeti yoktur. Eğer Tanrı'nın cinsiyeti yoksa, nasıl olur da Tanrı'nın oğlu olabilir? Rahipler bu soruma, buradaki 'oğul' teriminin cinsel bir birleşmenin sonucunda dünyaya gelen oğul olmadığını, İsa'nın Tanrı'nın ruhu olduğunu söyleyerek cevap verdiler. O halde, Tanrı için 'Baba' tabiri niçin kullanılıyor? Katolik inancına göre papanın yanılmaz olması da bana mantıksız geliyordu. Papa bizim gibi bir insan ise neden yanılmaz olsun? Ruhban sınıfının evlenmemesi de insan doğasına aykırı bulduğum başka bir konuydu. Bu ve benzeri pek çok soru, Hristiyanlık inancımda şüpheler uyandırdı.
Bu şüphelerden sonra bir süre hiçbir şeye inanmamaya çalıştım. Ancak bu durum her şeyi anlamsızlaştırdı. Kendi varlığım bile anlamsız mıydı? Kimim ben? Niçin varım? Varlığımın bir amacı var mı? Öldükten sonra halim ne olacak? Bu tür soruları kendime sürekli sordum. Bilim bu tür sorulara mantıklı cevaplar vermiyordu. Sonuçta ben bir mühendisim ve analitik düşünebiliyordum. İnsanın olduğu yerde mutlaka bir din vardır ve olmalıdır. Böylece insanın varlığının ancak din ile anlam kazanacağına kanaat getirdim. Ama hangi din? Bu noktadan sonra diğer dinlere ilgi duymaya başladım ve belki aradığım cevaplar diğer dinlerde bulunabilir düşüncesiyle araştırmaya başladım. Önce Budizm'i inceledim. Neden Budizm, neden Yahudilik veya İslâm değil diye sorabilirsiniz? Her Hristiyan Yahudilik hakkında temel bilgilere sahiptir ve İslâm hakkında bazı önyargılarım vardı. Bu nedenle ilk olarak Budizm'i araştırmaya karar verdim. Budizm'in doğru söz, doğru davranış, doğru geçim gibi prensipleri etkileyici ve güzeldi. Ancak Budizm'i daha derinlemesine incelediğimde, hayatın ıstıraplarla dolu olduğu ve bu anlayışın son derece kötümser olduğunu fark ettim. Bu negatif bakış açısı, zihnimdeki temel hayat sorularına cevap vermekten çok uzaktı. Istırabın temel nedeni olarak gösterilen arzudan vazgeçilmesi gerektiğini savunuyordu, ancak hayatın devamı için arzunun varlığı şarttır. Hayatta hem ıstıraplar hem de neşeler vardır. Sonuç olarak Budizm'de aradığımı bulamadım.
Sonra kendi kendime Kur'an okumaya karar verdim. İlk başta Kur'an'ı karmaşık bir kitap olarak gördüm. Ancak okumaya devam ettikçe, onun benzersiz, ilgi çekici, sade ama derin ve çarpıcı ifadelerle dolu olduğunu fark ettim. Kur'an'ı okudukça, üstün bir kuvvetin etkisi altında olduğumu hissetmeye başladım. Bu kuvvet, hayatın akışını düzenleyen ve insan ruhunda hayranlık uyandıran bir güçtü. Kur'an'ı okudukça, aradığım sorulara cevaplar bulmaya başladım. Okudukça endişelerim azaldı, ufkum genişledi. Kur'an, idrak seviyemi yükseltti ve idrak seviyem yükseldikçe her şeyi yeniden keşfetmeye ve bu keşfin bana hakikatin kapısını açtığını hissetmeye başladım. Kur'an'ı okumak, bana doğanın bir parçası olduğumu hissettirdi, bu da daha önce hiçbir doktrin veya inancın bana hissettiremediği benzersiz bir duyguydu. O an anladım ki bu, beşerî bir söz olamazdı. Artık Kur'an'ı okumak için eve gitmeye sabırsızlanıyordum. Her okuduğumda, sanki yeniden okuyormuşum gibi, Kur'an benzersiz bir kitaptı. Kur'an'da insanın bu dünyadaki varlık amacını gördüm. Hayatı varlık amacına uygun sürdürünce, geleceğin güzel şeyler getireceğini hissettim ve artık bir Müslüman olmaya karar verdim. Ancak henüz yolun başındayım, okuma ve öğrenme sürecim devam ediyor…”
Ne güzel ve anlamlı bir hakikat arayışı ve buluşu bu. Hazırlop bir bekleyiş yok, çileye talip olmak var... Haydi, hep beraber Müslüman kardeşimle birlikte kelime-i şehadet getirelim. Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Resulüh. Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve yine şehadet ederim ki Muhammed (s.a.v) O'nun kulu ve elçisidir.”
Aylık Baran Dergisi 32. Sayı, Ekim 2024