“Hayır O Kur’an, kendilerine ilim verilenlerin kalblerine yerleşmiş apaçık ayetlerdir!..” Ankebut Suresi/49
Hem Kur’an’ı Kerim’i tasvir eden hem de ilim verilenlere seçkinlik bahşeden bir ayet. Şairin “yar deyince kalem elden düşüyor” dediği gibi, ayeti kerimede kalb zikredildiği zaman, tabiri caizse kalemin elden düşmesi, kalbin hassaten teyakkuza geçmesi lazım. Zira çok merkezi, esaslı beyyinatlar geliyor demektir. Müfredatta, bu anlamda, “Yüce Allah’ın kalbi zikrettiği her yer, akıl ve ilime işaret eder” denmiş.
Kalb, tüm oyunun düzenin kurulduğu, tüm alışverişlerin yapıldığı, varlığın ve yokluğun ya da daha doğru ifade ile ihyanın ve helak olmanın mekânı.
Benim kendi adıma konuya ilk yönelişim “limen kâne lehu kalb” ifadesi ile olmuştu. Kaf Suresi/37. ayeti kerimede “Şüphesiz bunda kalbi olan veya hazır bulunup, kulak veren kimse için elbette bir öğüt vardır.” buyurulmuş.
Hadisi şerifte “Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur” diye verilen misali, biz de pekâlâ, kalbe uyarlayabiliriz ve kalb için de cehennem çukurlarından bir çukur veya cennet bahçelerinden bir bahçe benzetmesi yapabiliriz.
Ve bir başka hadisi şerif “Yerlere göklere sığmadım, mümin kulumun kalbine sığdım” Kutsi hadisi de yazımızın konusu “O Kur’an, kendilerine ilim verilenlerin kalblerine yerleşmiş apaçık ayetlerdir!..” Ankebut/49’un adeta açılımı gibi, Allah hitabıyla, sözüyle sohbetiyle, celaliyle ve cemaliyle dahi emirleri ve esmaları ile kendisine ilim bahşettiklerinin kalbine yerleşiyor. Hasılı ayet, hattı ve matlaı, siyakı sibakı ile çok zengin. Bir ayeti kerime üzerinde yoğunlaştığımız, üzerinde çalıştığımız zaman, birbirinden farklı ya da birbirinin bir başka versiyonu gibi duran ayetlerle ne kadar çok münasebet kurarsak kazanımı o kadar çok artırmış oluruz.
Şimdi madem bu kitap, kendisine ilim verilenlere bahşedilmiş, ilim verilenler de malum kendisinden sakınanlar. Yani ilmi ancak kendisinden sakınanlara ihsan ediyor.
“Ey iman edenler! Allah’tan sakınırsanız, size hakla batılı ayıran bir anlayış furkan verir.” Enfal/29
İlim tamam, diploma icazet vs. falan da lakin hakikatte sakınanlara, haşyet ve ihtiram üzere olanlara ihsan olarak verilen bir durum. Kişi kesbi olan ilmin yanına vehbi ilmi cezbedemediyse, yani ‘furkan’ verilmediyse, Kur’an’ı Kerim Ankebut/49’da buyurulduğu gibi kalbinize yerleştirilmediyse durum kritik demektir!
Ayrıca yine Fatır Suresi/32’de “Biz kitabı varislerimize verdik” buyuruluyor. Şu hâlde kendisine ilim verilenler, aynı zamanda varisler. Biz almıyoruz, liyakat kesp ettiğimizde kendisi veriyor. Biz taleb ediyoruz, gayret ediyoruz, O, dilerse ihsan ediyor. Kul olmak da sanırım böyle bir şey.
Bu arada, En-am/36. ayeti kerimede de “Ancak duyan, içtenlikle dinleyenler icabet edebilir!..” diye bir sınırlama getirilmişken, kalbine yerleşenin halini, seçkinliğini kıyas etmek gerek...
Müfessirlerin ayeti kerime hakkındaki tefsirlerine baktığımız zaman, Kur’an’ı Kerim’in kalbe yerleşmesini, korunması ile ilişkilendirmişler. İnzal olduğu zaman matbaa ya da şimdiki gibi elektronik ortamlar söz konusu değildi, lakin hafızların kalbine nakşedilmişti. Bu konuda Hasan Basri’nin güzel bir tespiti var:
“Bu ümmete ezberleme özelliği verildi. Öncekiler, kitaplarını bakarak okurlardı. Kitabı kapattıklarında peygamberlerinden başka kimse ezberden okuyamazdı...”
İnzal olduğu günden bugüne kadar, dünyanın her köşesinde Kur’an’ı Kerim’i ezbere okuyan binlerce hafızın bulunması, ayrı bir mucizesi olsa gerek. Bu bağlamda İbn Arabi gönlü Kur’an’ı Kerim’in arşı olan kullardan bahseder. Böyle bir gönül için, sanırım önce sıkı bir malayani detoksu yapmak lazım, sonra da hakkıyla Kur’an’ı Kerim’in ahlakıyla ahlaklanmış tabiri caizse yürüyen Kur’an veya Kur’an’ın ikizi olarak anılmayı hak edecek vasıflara sahip olmak gerek ki, bu vasıflardaki kul ancak, “Yeryüzünde kendime bir halife yaratacağım” ayeti ile işaret edilenlerdir.
Aylık Baran Dergisi 26. Sayı Nisan 2024