Bugünlerde içimde bir yerlerde son durak hep o ayeti kerime. Günü yaşarsınız akşam olur eve dönüş gibi, her şey olup bitiyor sonra yine o mana ile baş başa kalıyorum.
Tefsir atölyemizde çalışmalar devam ederken bazen “Yol arkadaşımız olan ayeti kerimeler” başlığını kullandım, bazen İbn Arabi’nin “Azar azar demetlenmiş Kur'an” dizesi alt başlık oldu yerleşti dilime… Bünyemize yapması gereken iyileştirmeyi ikmal edene kadar bir zaman onunla yatıp kalkmanız, yol arkadaşlığı yapmanız, onu tahsil etmeniz bazen belki tesbih etmeniz, talebesi talibi olmanız gerekiyor ki sirayet ederek sizi iyileştirip dönüştürebilsin. Kim bilir belki tam gerçek mümin olmak için her ayeti kerimeden icazet almak gerekiyordur.
Önüne çıkan her bir ayetin önünde
Edeble dur ve tevazu ile
‘Rabbim ilmimi artır’ diye dua et...
İbn Arabi
“Bedevîler "inandık" dediler. De ki: Siz iman etmediniz ama "İslâm olduk." deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve Resulüne itaat ederseniz, Allah amellerinizin hiçbir karşılığını eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Hucurat/14)
Ayeti kerimenin üzerinde muhtelif tefsirlerden mukayeseli okumalar yaparken çoğunluk müfessirler nüzul sebebi ile başlamış ama Fahreddin Razi, sebebi nüzulün ayetin hükmünü nazil olduğu kimselere tahsis etmek için değil de ayetin nüzulü için bir tarih düşme gibi olduğunu beyan ediyor.
Evet ayet Esedoğulları hakkında inzal olmuş lakin halk deyimi ile ifade edersek ‘teb demeden Tebarekeye çıkılamayacağı’ belirtiliyor. Kısaca iman ehli olmanın imtiyaz haklarından istifade etmeyi diledikleri zaman, siz iman etmediniz, Müslüman oldunuz, lakin henüz mümin değilsiniz diye ikaz edildiler. Fahreddin Razi’nin dediği gibi, ayetin hükmü elbette kıyamete kadar geçerli, Esedoğulları ile sınırlı değil, bugünün insanı için nasıl anlamalı, nasıl değerlendirilmeli diye düşünüldüğünde ayetin manasının nasıl da güncel olduğunu, bizim yüzeysel bakış açılarımızın, yüzeysel yaşayışlarımızın bizi nasıl yarı yolda bırakacağının ilanı gibi olduğunu görürüz.
Ayeti kerimeleri tek tek tahsil etmedikçe, onları damıtıp bünyemize dahil etmedikçe, biz hakiki mümin olamayız, Kur'an-ı Kerim’in kazanımlarını, mümin olmanın zenginliğini, güzelliğini, iyiliğini, bu edinimlerin hasılası olan gücü mertebeyi ve seçkinliği yaşayamayız, aksi takdirde mahrum mahcup perdeli, sorunlu ve illetli bir bünye ile baş başa kalırız.
Kabul edelim, Esedoğullarının fevkalade durumunu sorgulamadan ibret almadan ayeti kerimeyi okuyup geçiyoruz. Adamlar tamam inandık, aldık kabul ettik diyor ama, siz iman etmediniz, Müslüman oldunuz, mümin olmadınız deniyor. En can alıcı ifade “Henüz iman kalblerinize yerleşmedi” yani teori olarak alıp kabul etmenin yeterli olmadığı bir kez daha ilan edilmiş oluyor. Yaşarken hayatın dinamiklerinin Allah’ın ve Peygamberin emirleri üzerine tesis edilmesi gerekiyor. Öyle ozanın dediği gibi “Cahildim dünyanın rengine kandım, hayale aldandım boşuna yandım” nağmeleri kurtarmıyor. İmanın, ince bir ayar verip rafine etmesi, kalbe yerleştiği zaman dönüştürmesi gerekiyor. “Sıbgatullah”, Allah’ın boyası ile boyaması gerekiyor.
Aslında tefekkür edebilirsek bu ikaz fevkalade ağır bir ifade. Hakikatine çok da vakıf olmasak da hayatın akışında kendimizi iman ehli kabul ederken, bizzat kalbin yaratıcısı tarafından hayır iman kalblerinize henüz yerleşmedi diye değerlendirilmesi nasıl bir zorlukla, sarp yokuşla karşı karşıya olduğumuzun göstergesi.
“Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir.” (Ahzab 72)
Kalu belada nasıl bir sözleşme imzalayıp geldiğimizin farkında değiliz. Kur'an-ı Kerim’in tüm ayetleri o sözleşmenin maddeleri aynı zamanda. Yükümlülüklerin yerine gelmemesi, sevap günah dengesi bir tarafa, daha ilk elden “Siz iman etmediniz ama "eslemna-teslim olduk." deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi.” Hitabına maruz kalıp oyun dışı kalma ihtimalimiz bildiriliyor.
Defalarca soruyor ayeti kerime “fe hel min muddekir?” Öğüt alıp, düşünen var mı?
Esas usul ilimle değil, sadece birtakım malumatlarla işi kotarmaya çalışıyoruz.
Nitekim, Ankebut Suresi 2. ayette: “İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "İman ettik" demekle bırakılacaklarını mı sandılar?” buyuruluyor.
Ayeti kerimede sahih geçerli bir mümin olabilmek için, Allah’a ve Peygambere itaat ederseniz şartı getiriliyor Sanırım hayatın her alanında itaat gerçekleşirse, bu arada yapılan salih amellerinizin karşılığı kazanımlarınızdan hiçbir şey eksiltilmez, buyuruluyor “anlamak lazım, anlaşılıyorsa ürün halinde tezahür etmesi lazım” denildiği gibi imanda sadece söz ile ikrar değil, itaatin göstergesi salih amelin tezahür etmesi gerekiyor.
Emirlere riayet etmeden kafasına göre yaşayıp sonra da kendini Müslüman sananlar için bir başka ayeti kerime de: “Allah’a ve peygambere inandık ve itaat ettik” derler. Sonra da onların bir kısmı bunun ardından yüz çevirirler. Hâlbuki onlar inanmış değillerdir.” (Nur Suresi 47)
Mısırlı Âlim Muhammed Mutevelli Eş Şa’ravi şöyle der:
Ben San Francisco’da iken bir müsteşrik bana sordu:
- Sizin Kuran’ınızda bulunan şeylerin tamamı doğru mu?
Cevap verdim:
- Kesinlikle evet.
Tekrar sordu:
- O halde Allah niçin kâfirlerin müminlere galip gelmesine imkân veriyor?
Hâlbuki Kuran diyor ki: “Allah kâfirlerin müminlere galip gelmesine asla imkân vermez.” (Nisa 141)
Dedim ki:
- Çünkü bizler Müslümanız, mümin değiliz de ondan.
- Müminlerle Müslümanlar arasındaki fark nedir?
Şeyh Şa’ravi şöyle cevap verdi:
- Günümüzde Müslümanlar namaz, zekât, hac ve Ramazan orucu gibi İslam’ın ibadet cinsinden bütün sembollerini yerine getiriyorlar fakat onlar tam bir sıkıntı ve yokluk içindedirler!
İlmi, iktisadi, sosyal ve askeri sıkıntılar vs.
Bu yokluk ve sıkıntıların sebebi nedir?
Kuran’da geçen bir ayette şöyle denilir:
“Göçebe Araplar biz iman ettik, diyorlar. Onlara de ki: Siz iman etmediniz. Fakat Müslüman olduk, deyin. Çünkü iman henüz kalplerinize girmedi.” (Hucurat 14)
Bana sordu: O halde onlar niçin sıkıntı ve yokluk içindedirler?
- Bunu Kur’an-ı Kerim açıklıyor. Çünkü Müslümanlar müminler merhalesine yükselemediler. Şunları iyi düşün:
Onlar gerçek mümin olsalardı Allah onlara mutlaka yardım ederdi.
Bunun delili Allah’ın şu ayetidir:
“Biz müminlere yardım etmeyi üzerimize borç kıldık.” (Rum 47)
Eğer mümin olsalardı diğer ümmetler ve halklar arasında daha önemli ve saygın bir konumda olurlardı.
Bunun delili Allah Teala’nın şu ayetidir:
“Gevşemeyin / yılgınlık göstermeyin ve üzüntüye kapılmayın. Eğer (gerçekten) inanıyorsanız üstün gelecek olan sizsiniz.”
Eğer mümin olsalardı Allah Teâlâ diğer milletlerin onların üzerinde herhangi bir hakimiyet kurmalarına izin vermezdi.
Bunun delili Allah Teâlâ’nın şu ayetidir:
“Allah kâfirlerin müminlere galip gelmesine asla imkân vermez.” (Nisa: 141)
Eğer mümin olsalardı Allah Teâlâ onları bu hor ve hakir durumda bırakmazdı.
Bunun delili Allah Teâlâ’nın şu ayetidir:
“Allah müminleri içinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir.” (Âli İmran: 189)
Eğer mümin olsalardı Allah Teâlâ her durumda onlarla beraber olurdu.
Bunun delili Allah Teâlâ’nın şu ayetidir:
“Muhakkak ki Allah müminlerle beraberdir.” (Enfal: 19)
Fakat onlar Müslümanlık aşamasında kaldılar, müminlik aşamasına yükselemediler. Allah Teala buyuruyor ki:
“Onların çoğu mümin değildirler.”
O halde müminler kimlerdir?
Buna da Kur’an-ı Kerim şöyle cevap veriyor:
Onlar:
“Günahlarından uzaklaşan tövbekârlar, ibadetlerine devam eden âbidler,
Allah’a hamd edenler, lezzetlerden uzaklaşarak oruç tutan zahitler, rükû ve secdeleriyle Rablerine boyun eğenler, iyiliği emredip, kötülüğü engelleyenler ve Allah’ın belirlediği sınırları aşmayanlardır.” (Tevbe 112)
Yani Allah Teâlâ zaferi, galibiyeti, hâkimiyeti ve yüksek bir durumda bulunmayı müminlere vaat etmiştir, Müslümanlara değil.
Aylık Baran Dergisi 25. Sayı, Mart 2024