Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, poetikasında şiirin basit bir tanımla sınırlandırılamayacağını, her şeyden önce insanın ruhunun, arayışlarının ve hayallerinin bir ifadesi olduğunu belirtir. Şair, Allah'ı arayan, iç dünyasının derinliklerine inen, ve hakikate ulaşmaya çalışan bir yolcudur.
"Şiir ve Sanat Hikemiyatı" isimli eserinde poetikasını yazan Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, şiirin ne olduğuna dair derinlemesine bir incelemede bulunuyor. Mirzabeyoğlu'na göre şiir, sadece sözcüklerin bir araya gelmesinden ibaret değil, aynı zamanda insanın ruhunun, hayallerinin ve arayışlarının bir yansıması. Şair, Allah'ı arayan, iç dünyasının derinliklerine inen, hakikate ulaşmaya çalışan bir yolcu gibidir. Şiir ise, bu yolculuğun izlerini taşıyan bir haritadır. Mirzabeyoğlu, şiir anlayışını şekillendiren birçok konuya değiniyor: ilham, yetenek, dünya görüşü, rüya, dil, ve modern dünyanın şiire yaklaşımı gibi. Eser, şiire dair klasik anlayışları gözden geçirirken, aynı zamanda modern toplumun tüketim odaklı dünyasının sanat üzerindeki etkilerini de eleştiriyor.
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu “Şiir ve Sanat Hikemiyatı” isimli eserinin 4. levhasında “Şiir Hikemiyatı” adı altında şiirin poetikasını yazıyor.
Şiir Nedir?, İlim - Hikemiyât - Sanat, Şairin Memuriyeti, Şiirin Kaynağı, Şiir ve Gaye, Şiir, İhtiyacı, İlham ve İstidat, Şiir ve Tecrit, Şiirde Mevzu, Şiirde Şekil, Duygu ve Düşünce, Şiir ve İdeoloji, Şiir ve Rüya, Şiir ve Lügat, Şiir ve İlim, Şiir Dili, Umumi Bakış, Şiirde İsim ve Şiir Endüstrisi başlıklar altında şiirin ne olduğunu, şiir ve sanat arasındaki ilişkiyi, şairin misyonunu ve şiiri besleyen kaynakları irdeliyor.
Bizler de kısaca mütefekkirin poetikasına değinelim:
ŞİİR NEDİR?
Salih Mirzabeyoğlu’na göre şiir, kolayca tanımlanamayacak kadar derin ve çok yönlü bir varlıktır. Şiirin, basit bir tanımla sınırlandırılamayacağını, her söyleyenin üstüne çıkarak kendini yeniden var ettiğini belirtir.
Mirzabeyoğlu, "Ruhî olanı akla, izâha ve tarife giriştiğimiz her meselede karşımıza çıkan o müthiş zorluk ve imkânsızlık, şiir mevzuunda da kendini gösterir" diyerek şiirin tanımının zorluğuna dikkat çeker. Salih Mirzabeyoğlu’na göre, şiire dair yapılan yüzeysel tanımlar, şiiri küçümsemek ve onu basite indirgemektir.
Mirzabeyoğlu, söz konusu zorluğun, “kaba saba anlayışların kaba saba şiir tariflerinden daha kaba saba bir ucuzluğa kaçılmasına sebep olduğunu" belirtir ve “Tarih boyunca şiir hakkında yapılan tarifleri toplasanız, üç-beş bin tarif olur; demek ki şiir tarif edilemez!” der. Yani ona göre, şiir tarif edilemez, gösterilir.
Mirzabeyoğlu'na göre, "Şiir, söz büyüsü ve büyülü söz ki, intibaların ilhâmla öpüştükleri yerde kendi unsur ve vasıflarıyla tecellî eden bir estetik 'ifade' şeklidir."
İLİM - HİKEMİYAT - SANAT
Mirzabeyoğlu, ilmin marifete bakan yüzüyle sanatın hürriyeti koklayan yüzü arasında köprü kuranın hikemiyat olduğunu belirtir. Ona göre hikemiyat, sanatı kendi dalı olarak görür ve gösterir. "Sanat üzerinde düşünmek" ile "sanatı üstüne düşünmek" arasında bir ayrım yapar. Ona göre "sanat üzerinde düşünmek" hem hikemiyat sahasının hem de sanat sahasının mevzuuna girer. Sanatın sosyolojik, tarihsel, vs. bakışları çerçevesinde her türlü tesbit, tahlil ve terkip verimi, hangi sahaya ait olduğunu kendini empoze eden vasıflarıyla gösterirken, elbette ve yine alakalı nisbetinde kendilerini empoze ve sanatkarların «sanatı üstüne düşünmek» mevzuuna bahis teşkil ederler.
Mirzabeyoğlu, şairin, aklî ve naklî bütün ilimlere vâkıf olmasının zaruretini vurgulayarak, ilimlerden pay almakla ilimlerin allâmesi olmak arasındaki ince ayrımı belirtir. Ona göre, "Şairin, aklî ve naklî bütün ilimlere vâkıf olması zarureti, ilimlerden pay alma mânâsına doğru olsa da, zannedildiği gibi o ilimlerin allâmesi olması mânâsında değildir; bu, şiirin tabiî yapısında varolan ve ilimlerde ancak şair sezgisinin yakaladığı, işin ipucu hakikatlerini remzîlik sırrında gösterme davasıdır."
ŞAİRİN MEMURİYETİ
Şair, Mirzabeyoğlu’na göre, "Gerçekten fevkalâde iki kabiliyeti" olan kişidir: "İstediği zaman kendini kaybetmeden, istediği şeylere kendini koyuvermek imkânına sahip olması ve şuurlu olarak da sâf kalabilmesi." Bu iki kabiliyeti tek bir kabiliyete sığdırmak mümkündür: Bir arada iki ayrı kişiliğe sahip olabilmek. Bu, şairin zorlu yolculuğunun bir yansımasıdır.
Mirzabeyoğlu, şairin "Mutlak hakikât peşinde, bulamamacasına arama sırrına ermiş bir pervane ve insanoğlunun öncü sesi" olduğunu söyler. Şair, "Nesillerin, içtimâî değişimlerin ifadesi olan tarihî durumlarla ortaya çıkışını göz önünde tutarsak, toplumun nabzını tutan 'sahici şair', hava raporunu önceden verircesine bir koku alıcı, meçhule çevrilmiş tecellî aynasıdır; toplumun, ümit, inkisar, hasret, hayal ve gayelerini, bir gurbetlik duygusunun pırıltıları halinde aksettirici."
ŞİİRİN KAYNAĞI
Mirzabeyoğlu, şiirin kaynağını Allah'ın sanatında arar. Ona göre, şair, "gaibden kıvılcım kapma işi, Allah'ı arama sanatı ve iç âlem düzeni peşindeki bir tertip gayesine bağlıdır." Şair, tıpkı, "Cennetten kovulan ve karanlıklar içinde kendi ışığıyla yol bulmak üzere dünyaya atılan insan oğlunun öncü sesi ve sözcüsü" gibidir. "İçindeki cennet hayallerine karşı her ân mevcûdu engel görür ve cennet hatıralarıyla 'olan'ı değil de 'olması gereken'i sayıklarken, derinliğine ve genişliğine bir tecrit misyonu içindedir."
Mirzabeyoğlu, Fuzûlî'nin şu sözlerini aktararak şiirin kaynağını açıklar: "Şiir, kaynağı Allah'ın sanatında bulunan bir marifettir ve şairin İlâhî bir yardıma mazhar olmaksızın şiir söylemeye gücü yetmez."
ŞİİR VE GAYE
Mirzabeyoğlu, şiirde gayenin, mevzuun kendisi olmadığını belirtir. Ona göre, şair, ister güneşten bahsetsin isterse kertenkeleden, Allah'ı arama işidir. Şiiri, "İslâmî tahassüsü gösteren şiir" ile "İslâm dışı şiir" ayrımının nisbet noktası, İslâm'ın şiir ve şaire bakış tarzıdır.
Salih Mirzabeyoğlu, şiirin gayesini ve insanın varoluş serüvenindeki yerini derinlemesine inceliyor. Ona göre şiir, yüzeysel ve geçici zevkler peşinde koşan bir sanat değil, tam tersine hakikatin ve hürriyetin arayışını simgeleyen ulvî bir yolculuktur.
Mirzabeyoğlu, bu yolculuğun alfabesini "Her şey zıddıyla kaimdir!" hakikatinde bulur. Bu hakikat, varlığın çok katmanlı ve birbiriyle ilişkili yapısını, "Halk Alemi" ve "Hakikat Alemi" arasındaki diyalektiği gözler önüne serer. Ona göre, "varlık" ve "oluş" kavramları, cansız maddeden bitkilere, hayvanlara ve nihayet insana doğru yükselen bir merdiven oluşturur. Bu merdivenin her basamağı, bir öncekinin zıddı ve tamamlayıcısıdır ve hepsi de nihai olarak "Allah'a bağlı"dır.
Mirzabeyoğlu, şiirin kaynağını, Üstad Necip Fazıl’dan devralarak "Allah'ı arama" ve "gaibden kıvılcım kapma" olduğunu söyler. Ona göre, şair, tıpkı "cennetten kovulmuş ve karanlıklar içinde kendi ışığıyla yol bulmak üzere dünyaya atılan insan oğlu" gibidir. Şair, sürekli bir arayış içindedir ve bu arayış onu "tecrit"e iter. Tecrit, Mirzabeyoğlu'nun şiir anlayışında önemli bir kavramdır. Şair, tecrit sayesinde, gündelik hayatın gürültüsünden ve yüzeyselliğinden sıyrılarak, ruhunun derinliklerine iner ve hakikate yaklaşır.
Ona göre, şiir, "hürriyet çabasını gösteren bir tecrit şubesi"dir. Şair, "zaman üstü" bir boyuta ulaşarak, "hayatın hakikati", "sanat", "hürriyet" ve "imân"ı bir araya getiren bir köprü kurar.
ŞİİR İHTİYACI
Salih Mirzabeyoğlu, sanatın ve özellikle şiirin, insanın doğuştan gelen bir ihtiyacını karşıladığını ifade eder. Bu ihtiyaç, insanın hem kendisini hem de çevresindeki dünyayı anlamlandırma ve ifade etme ihtiyacıdır. Mirzabeyoğlu'na göre, insanın bilinçli ve düşünen bir varlık olması, onu diğer canlılardan ayıran temel özelliktir ve bu şuur düzeyi, sanata duyulan ihtiyacın temelini oluşturur.
İLHÂM VE İSTİDAT
Mirzabeyoğlu’na göre, şiir ve genel anlamda sanat, doğuştan gelen bir yetenek ve içsel bir güzellik olarak tanımlanır. Bu güzellik, yıldırımla paratoner arasındaki ilişkiye benzer şekilde, ilhamın şairin yeteneğine düşmesiyle kendini gösterir. Şairin yeteneği (istidat) ve ilhamın birleşimi, şiir ve sanat eserlerinin temelini oluşturur.
Şair ve sanatkâr, sadece mevcut anı yansıtan bir fotoğraf camı değildir. Eğer öyle olsaydı, şiir ve sanat eserlerinde hayat ve anlam olmazdı. Gerçek bir şair ve sanatkâr, eserini yaratırken, onu başından sonuna kadar mantıklı düşünceyle yakalanamayan ama kendi ilhamında ortaya çıkan değerli etkiler ve gizli sonuçlarla ruhunda bulur. Bu süreç, bir duygunun her etkisini ve özünü içsel olarak olgunlaştırmayı gerektirir. Büyük bir sabır ve alçakgönüllülükle bekleyerek, yeni bir aydınlığın yere ineceği anı kollamak gerekir. İşte bu, ilham ve yeteneği bir arada barındıran bir vasıfla ancak "sanat hayatı" olarak adlandırılabilir. Bu yaklaşım, sanat ve şiirin sadece teknik bir beceri değil, aynı zamanda derin bir ruhî ve ilhamsal süreç olduğunu vurgular. Sanatın ve şairliğin özü, içsel dünyada olgunlaşan duyguların, sezgilerin ve ilhamın dışa vurumunda yatar. Bu süreç, sanat eserlerinin derin anlamlar ve değerler taşımasını sağlar.
ŞİİR VE TECRİT
Şiir, insan faaliyetlerinin en yüksek hedefi olan hikemiyatla ilişkilendirilir ve bir tecrit aracı olarak tanımlanır. Şair, "üst dil-üst anlam" aracılığıyla şiiri "zaman üstü"ne taşır ve cennetten kovulan insanın içsel arayışına rehberlik eder. Tecrit, hürriyetle birlikte ele alınarak insan ilişkilerinde derin bir anlam kazanır. Şiir, bu içsel yolculuğun aynasıdır ve şair, bu sürecin öncüsüdür.
AZİM
Ruh için - dağları yerinden oynatmak
işten bile değildir - biliyor muydunuz?Ruhun ancak kıvılcımlarını bilirsiniz siz
ama onun örs olduğunu
ve çekicinin yamanlığını görmezsiniz!Daha bir kere atamadınız ruhunuzu
bir kar çukuruna - bunun için yeterince
sıcak değilsiniz - bu yüzden bilmezsiniz
hazzını soğukluğununKartal değilsiniz siz - onun için ruhun
korkusundaki mutluluğu görüp geçirmediniz
kuş olmayan ise - uçurumlar üstüne
yuva kurmamalıdır!Sahteler - siz ılık geliyorsunuz bana - vıcık
halbuki soğuk akar her derin bilgi -sevinç!-
buz gibi soğuktur en iç pınarları ruhun
bir serinleticidir -saadet- yanan ellere ve amillere!(Salih Mirzabeyoğlu, Münşeat, s. 128)
ŞİİRDE MEVZÛ
Mirzabeyoğlu'na göre, şiirin belli başlı bir konusu yoktur; her şey şiirin konusu olabilir. Şiirin nereden ve nasıl çıkacağını belirlemek, şairin yeteneğine ve vizyonuna bağlıdır. Şiirin amacı, güzel olanı söylemek değil, güzel veya çirkin olanı güzel bir şekilde ifade etmektir. İslâmî estetik idrakinde, doğruluğun olmadığı yerde güzellik de yoktur. Bu, öz ve şekil ilişkisi gibi, muhteva ve mevzu birlikteliğinin en güzel ölçüsüdür.
Mirzabeyoğlu, bir İslâm büyüğünün sözlerini şair ve şiir mevzuuna mecazen tatbik eder: “Bu taife elini küfre değdirse şeriat olur. Anlayışsız şeriat’a değdirse küfür doğar.” Bu ifadeyle, şiirin mevzu bakımından hayat alanını parseller halinde ayırmanın lüzumsuz olduğunu vurgular. Şiirin mevzuu, hayatın her yönünü kapsayabilir ve şiirin gayesi, bu yönleri derinlemesine ve estetik bir şekilde ele almaktır.
ŞİİRDE ŞEKİL
Ona göre şekil, sadece bir süsleme unsuru değil, şiirin derin anlamını ve ruhunu barındıran bir dış kabuktur. Mirzabeyoğlu, şeklin özden bağımsız olmadığını, tam tersine onun bir yansıması olduğunu söyler. Bunu bir melodi örneğiyle açıklar: Melodiyi oluşturan notalar değişse bile, melodinin özündeki ahenk ve yapı aynı kalır. Aynı şekilde, şiir de şekil unsurlarının ötesinde, derin bir anlam ve ruha sahiptir.
Ancak Mirzabeyoğlu, şekil ve kalıpların şiiri esir almaması gerektiğini vurgular. Şair, bu kalıpları aşarak ve dönüştürerek kendi özgün sesini bulmalıdır. "Olukta olgunlaşan damla, kopacak hâle gelmeden tam bir şekil ve kalıp doldururken..." örneğinde olduğu gibi, şekil, özü koruyan ve onu ortaya çıkaran bir araçtır. Şekilsizliğin cazibesine kapılmak, "kaba saba anlayışların" tuzağına düşmek ve şiiri değersizleştirmektir.
Ona göre iç şekil, şiirin özünü, ruhunu ve derinliğini oluşturur ve dış şekille uyum içinde olmalıdır. Ancak, şekil unsurları, (vezin, kafiye vb.) şiirin asıl amacını gölgelememelidir.
Mirzabeyoğlu'na göre şekil, şiirin özünü koruyan ve onu en etkili şekilde sunan bir araçtır. Ancak, şair bu kalıplara hapsolmamalı, kendi özgün sesini bulmak için onları aşmayı ve dönüştürmeyi bilmelidir.
KIRGIN
Gel diyorum her kimsen müzmin sızımı bölüş
Serinleten bir yağmur beklerken ayrı ölüşGit diyorum her kimsen boşlukta başka boşluk
Kulağında perde var gözlerinde bir loşlukBende hayır olası oluş bekleyen bir düş
İpin ince yerinde yıllar süren bükülüşSen gel sevgili fikir gölgeler gölge izi
Ayrı ayrı cehennem anlamazlar ki bizi(Salih Mirzabeyoğlu, Kayan Yıldız Sırrı, 1983, s. 140)
DUYGU VE DÜŞÜNCE
Ona göre, şiir, yalnızca akla veya sadece duyguya dayalı bir sanat değildir. Şair, duygu ve düşünceyi bir araya getirerek, şuurun sihirli bir dönüşümünü gerçekleştirir.
Mirzabeyoğlu, şiirin bu dönüştürücü gücünü şu sözlerle ifade eder: "Şiir, aklı, yani şuuru atmaz; gayesi, alt şuuru üste çıkarmak ve sonra sihirli bir dönüşle şuuru alt şuura maletmektir..."
Bu cümle, Mirzabeyoğlu'nun şiir anlayışının özünü yansıtıyor. Ona göre, şair, aklı ve şuuru yok saymaz, ancak onların ötesine geçerek, içgüdüsel olan "alt şuuru" şuur düzeyine çıkarır. Daha sonra ise, bu şuurlu hâle gelen alt şuuru, tekrar aklın ve şuurun hizmetine sunar.
Mirzabeyoğlu, bu süreci şiirin tecrit özelliğiyle de yakından ilişkili olduğunu vurgular. Şair, tıpkı gaipten haber getiren bir elçi gibi, bilinmeyenin, "olması gereken"in peşindedir. Bu arayış, onu vezin ve kafiye gibi formel unsurların ötesine taşır ve "şiirin, şiir âletinin unsurlarına nisbetle görünen sırrîlik hakikatini" keşfetmesini sağlar.
Mirzabeyoğlu, "Şiire, kendi özellikleriyle hakikati estetik açıdan yakalayan veya bu âletle görünen hakikatler…" diyerek, şiirin hakikati estetik bir biçimde sunma işlevi gördüğünü belirtir. Ona göre, şiir, hem bir sonuç (netice) hem de bir yöntem (usul) olarak değerlendirilebilir.
ŞİİR VE İDEOLOJİ
Mirzabeyoğlu, şiirin, ister açıkça olsun ister gizli, temelde Allah'ı arama ve bilme gayesine bağlı olduğunu vurgulayarak insan ruhunun Allah sevgisiyle dolu olduğunu ve her şeyin Allah'a olan ihtiyaca işaret ettiğini belirtiyor.
Daha sonra "doğrunun olmadığı yerde güzel de yoktur" sözünden hareketle, İslâm dışı bir çevreye ait olsa bile, doğruyu yansıtan bir şiirin İslâmî estetik idraki beslediğini ifade ediyor.
Mütefekkir, "İslâmî şiir" ve "İslâm dışı şiir" ayrımının özünde İslâmi estetik idrakın ve şairin dünya görüşünün yattığını belirtiyor. Herhangi bir eserin değerlendirilmesinde sadece estetik unsurlar değil, dünya görüşü de önemli bir etkendir. Bu yaklaşımın sadece şiir için değil, bütün sanat dallarına uygulanabilir olduğunu söylüyor.
ŞİİR VE RÜYA
Salih Mirzabeyoğlu "Şiir ve Rüya" bölümünde ruh, hayal ve misal âlemi arasında kurduğu ilişkiyi merkeze alıyor. Mirzabeyoğlu, ruhun maddeyi idrak edişinin sadece his âletlerine bağlı olmadığını, ruhun his âletleri olmaksızın da idrak yeteneğine sahip olduğunu belirtir. Rüyaları, ruhun gaipler âleminden aldığı mânâ ve suretleri bedene ilişkin hayal gücü ile birleştirdiği bir süreç olarak tanımlar.
Bu süreçte, rüyaların asla boş olmadığı, her bir rüyanın Allah'ın hikmet ve derslerini misaller âlemine yansıtan tecelliler olduğunu vurgular. Misal âlemi, ruh ve madde arasında bir köprü görevi görür, bu âlemde her hakikat ve mânâya özel bir suret verilir. Ancak bu suretler aslında dışarıdan gelen mânâların yansımalarıdır.
Mirzabeyoğlu, şairi "gözü açık bir rüya gören" olarak tanımlar. Şair, rüyaları tasvir eden ve onları tabir eden bir kılavuz gibidir. Şairin görevi, toplumun gizli hislerini, sezgilerini ve gaibe dönük anteni olarak işlev görmektir. Şiirin gücü, sadece doğruyu değil, güzel olanı da idrak edebilmesinden gelir. Her ne kadar bazı şiirler, şairin kendi hayal âlemindeki şekil ve suretleri anlatsa da, bunlar toplumun ve insanlığın derin mânâlarını yansıtır.
ŞİİR VE LÜGAT
Salih Mirzabeyoğlu, dilin ve lügat bilgisinin şiirdeki rolünü de derinlemesine ele alır. Lügatin, şiirin temel unsurlarından biri olduğunu vurgular. Bu yaklaşım, lügat bilgisinin diğer ilimlerin temeli olduğu ve bu bilginin, kişinin başka ilimlerde ilerleyebilmesi için gerekli olduğunu ortaya koyar.
Mirzabeyoğlu, Sümbülzâde Vehbi'nin "Lügatin tercümesi yanında / Yer eder ehl-i dilin canında" beytini referans alarak, lügat bilgisinin şiirdeki önemini ifade eder. Ona göre, lügat bilgisi, rüya tâbiriyle paralellik gösteren bir özelliğe sahiptir. Şair, rüyayı nasıl yorumlarsa, kelimelerin kökenine inerek onları şiirsel bir forma dönüştürmekte de aynı mahareti göstermelidir.
Lügat bilgisini, ilham ve işçilik arasında bir köprü olarak tanımlayan Mirzabeyoğlu, bu bilginin, dilin sunduğu imkânlarla birlikte şiirdeki gizemli ve derin mânâları ortaya çıkarmada vazgeçilmez olduğunu belirtir. Şiirin hem ilhamla beslenen hem de işçilik gerektiren bir sanat olduğunu, bu iki unsurun birleşimiyle ancak gerçek şiirin ortaya çıkabileceğini vurgular. Sonuç olarak, lügat bilgisi, şiirin ruhuna nüfuz eden ve onun derin anlamlarını keşfetmeye yarayan temel bir araçtır.
ŞİİR VE İLİM
Salih Mirzabeyoğlu şiirin, hakikati arayış sürecinde bir tür felsefi ve hikemi (hikmetli) bir tecrit işlevi gördüğünü, yani derin anlamlara ulaşmada öncül bir rol oynadığını ifade ediyor. Mirzabeyoğlu, şiirin ilimlerden pay aldığını ancak bu payın, şairin doğasında var olan sezgi gücüyle bağlantılı olduğunu belirtiyor. Şairin, ilmî bilginin ötesine geçerek, hakikatlerin özüne inen sembolik anlamları yakalayabildiğini vurguluyor. Ayrıca, Necip Fazıl Kısakürek’in "ilim, hakikati polis gibi arar; şiir ise hırsız gibi" ifadesine atıfta bulunarak, şiirin hakikati arayışında daha gizemli ve sezgisel bir yol izlediğini anlatıyor. Şiir, açık ve düzenli değil, aksine gizli ve sezgisel yollarla ifade ediliyor.
ŞİİR DİLİ
Salih Mirzabeyoğlu, şiirin dilinin, gönül ve akıl arasındaki bir köprü olduğunu ve bu dilin, sezgiye dayalı bir güzellik meydana getirme sürecinde ortaya çıktığını belirtir. Şiir, sadece kelimelerden ibaret olmayıp, aynı zamanda bir duygu ve düşünce süzgeci olarak tanımlanır. Bu dil, metafizik bir boyuta sahiptir; sezgiyle ve içsel bir doğuşla ilişkilidir.
Mirzabeyoğlu, şiirin, diğer sanat dallarına kıyasla daha zor bir ustalık gerektirdiğini belirtir. Şairin, kelimelerle yeni bir dünya yaratması gerektiğini ve bu dünyayı hem içsel bir sezgiyle hem de estetik bir hassasiyetle şekillendirmesi gerektiğini söyler. Şiir dili, sıradan bir dil olarak değerlendirilmemeli; aksine, derinlikli bir anlam taşıyan bir ifade biçimi olarak kabul edilmelidir.
UMUMÎ BAKIŞ
Salih Mirzabeyoğlu, şairin, "ehl-i hâl" olarak, zamanın ruhunu ve içsel dünyasını dışa vuran bir figür olduğunu ifade eder. Şiir, burada sadece kelimelerle oluşturulmuş bir yapı değil, ruhun ve şuurun özünden gelen bir sanat olarak tanımlanır. Şair, çağının tanığı ve sorumlusu olarak görülür ve şiir, ruhun inceliklerini dile getiren bir ifade aracı olarak ele alınır. Mirzabeyoğlu, sanatı sadece estetik bir değer olarak değil, aynı zamanda bir düşünce ve tefekkür aracı olarak da görür. Bu bağlamda, sanatı üzerine düşünmeyen sanatçının, şuursuzca hareket ettiğini söyler.
Mirzabeyoğlu, şiirin sadece bir dil oyunu değil, aynı zamanda ruhsal ve zihinsel bir derinliği olan bir sanat olduğunu savunur. Şairin görevi, bu derinliği sezmek, anlamak ve ifade etmektir. Şiirin değeri, onun estetik kurallarından ziyade, içsel anlam ve ruhsal derinliğinde yatmaktadır.
ŞİİRDE İSİM
Salih Mirzabeyoğlu, şiirin doğmadan önceki hâlinin cinsiyeti belirsiz bir çocuk gibi olduğunu ifade ederken, şiirin varoluşunun belirli bir konu veya isimle sınırlı olmadığını vurguluyor. Şiirin esas değerinin ne söylendiğinden çok, nasıl söylendiğinde olduğunu belirtiyor. Bu bağlamda, şiirin teşhis (yani konunun belirgin hale getirilmesi) ve tecrit (yani konunun soyutlanması) aracılığıyla bir tür gizlilik ve derinlik taşıdığını ileri sürüyor.
Mirzabeyoğlu, şiirin doğrudan ve hesaplı bir müdahaleye maruz kalmadığında, yani doğal bir oluş süreci içinde şekillendiğinde, isminin ve konusunun genellikle ikincil önemde olduğunu savunuyor. Şiirin başlığı ise, okuyucuya sadece genel bir yönlendirme amacı taşır ve genellikle anlamı sınırlamak yerine genişletir.
Bu düşünce, Japon estetik anlayışındaki kusursuz güzelliğin eksikliği veya Giovanni Papini'nin “Gog” adlı eserinde bahsedilen "Şiir Endüstrisi" kavramıyla ilişkilendirilerek, modern toplumun şiiri nasıl maddi ve endüstriyel bir bakış açısıyla ele aldığına dair eleştirel bir bakış açısı sunuyor. Mirzabeyoğlu bu meseleye de temas ediyor.
ŞİİR ENDÜSTRİSİ
Salih Mirzabeyoğlu, şiirin oluş sürecinin ticarileşmesi ve yüzeyselleşmesini de eleştiriyor. Şiir endüstrisi başlığı altında edebiyatın kapitalist toplumdaki yerini ve şiirin bir meta haline dönüşme tehlikesine dikkat çekiyor.
Metinde, bir Rus şairin perspektifinden, şiirin okuyucu ile şair arasında bir işbirliği olarak görülmesi gerektiği vurgulanıyor. Şairin sadece bir fikir sunduğunu, okuyucunun ise bu fikri geliştirip anlamlandırdığını belirtiyor. Ancak modern dönemde şairlerin fazla ürün vermeye başladığını ve okuyucunun bu sürece katkı yapma alanını daralttığını öne sürüyor. Şair, şiirin cazibesinin okuyucunun katılımından doğduğunu, fakat artık şairlerin her şeyi kendilerinin söylemeye çalıştığını ve böylece okuyucunun yaratıcı alanını kısıtladığını belirtiyor.
Bu bağlamda, bir şairin şiirlerini yalnızca bir başlıktan ibaret bırakarak, okuyucuların bu başlıklardan kendi şiirlerini oluşturmalarını teşvik ettiğini gösteren bir örnek veriliyor. Bu durum, şiirin artık bir işbirliği ürünü olmaktan çıkıp, tamamen okuyucuya bırakılmış bir "boş çerçeve" haline geldiği bir noktaya kadar varıyor.
Sonuç olarak, bu anlatı, edebi üretimin mekanikleşmesine ve ruhsuz bir tüketime dönüşmesine yönelik bir eleştiri olarak karşımıza çıkıyor. Mirzabeyoğlu, bu durumu bir başarısızlık olarak değerlendiriyor ve klasik anlamdaki şiir anlayışının zayıfladığını ifade ediyor. Bu düşünceler, şiirin özgünlükten uzaklaşarak bir endüstriyel ürün haline gelmesinin oluşturduğu hayal kırıklığını yansıtıyor.
Sonuç
Sonuç olarak, Salih Mirzabeyoğlu, şiire derinlikli, çok yönlü ve felsefi bir bakış açısıyla yaklaşır. Ona göre, şiir, Allah'ı arama gayesinin bir tecellîsidir. Şair ise, ruhun ve toplumun nabzını tutan, zamanın ve mekânın ötesine geçen bir varlıktır. Mirzabeyoğlu, şiiri kuru tanımlardan ve kısıtlamalardan kurtararak, onu insanın özüne ve varoluşuna dair en temel sorularla buluşturur.