Zeynel Abidin Danalıoğlu'nun Kalb Devri adlı kitabı, evlilikleri bitme noktasına gelen bir çiftin (Âdem ve Nisa'nın), dünyayı dolaşarak kendilerini ve birbirlerini yeniden keşfetme yolculuğunu anlatıyor. Zengin benzetmeler, şiirsel dil ve iç içe geçmiş anlatım tekniğiyle okuyucuya hem coğrafi hem de manevi bir yolculuk sunuluyor. Modern dünyanın yüzeyselliğine karşı aşkın, maneviyatın ve özverinin önemini vurgulayan kitap, okuyucuyu derin bir tefekküre davet ediyor.
Zeynel Abidin Danalıoğlu'nun Kalb Devri adlı kitabı, evlilikleri bitme noktasına gelen bir çiftin (Âdem ve Nisa'nın), dünyayı dolaşarak kendilerini ve birbirlerini yeniden keşfetme yolculuğunu anlatıyor.
Kitaptaki hikayeler, Âdem ve Nisa'nın gözünden, iç içe geçmiş bir anlatımla sunuluyor. Seyahat boyunca karşılaştıkları farklı kültürler, coğrafyalar ve insanlar, çiftin kendi ilişkilerini sorgulamalarına ve unuttukları değerleri hatırlamalarına vesile oluyor.
Kitabın amacı:
Kalb Devri, modern dünyanın yüzeysel ilişkilerine, tüketim çılgınlığına ve manevi değerlerin erozyonuna karşı bir eleştiri niteliği taşıyor. Âdem ve Nisa'nın hikayesi üzerinden, gerçek sevgi, anlayış, özveri ve manevi derinliğin önemi vurgulanıyor. Seyahat, çiftin "ben" merkezli bakış açısından "biz" şuuruna ulaşmaları için bir metafor olarak sunuluyor.
Hikayelerin tarzı ve üslubu:
Danalıoğlu, hikâyeyi sıradan bir aşk romanı kalıplarının dışına taşıyarak, okuyucuya hem coğrafi hem de manevi bir keşif yolculuğu sunuyor. Yazar, karakterlerin ruh hallerini ve yaşadıkları coğrafyaları betimlemek için etkileyici benzetmeler kullanıyor. Nisa'nın Konya'yı "altın başak yurdu" ve "mânevî bereketle taçlanmış şehir" olarak tasvir etmesi, onun maneviyatına ve vatan sevgisine işaret ediyor. Âdem'in Kilimanjaro'yu Nisa'ya benzetmesi ise, onun seyahat boyunca geçirdiği dönüşümün bir göstergesidir.
Kitap boyunca mecaz anlamlı ifadeler ve şiirsel bir dil kullanımı, anlatımı zenginleştiriyor. Özellikle Mevlâna ve Şems-i Tebrizi'nin sözlerinin sıkça kullanılması, hikâyeye tasavvufi bir derinlik katıyor. Danalıoğlu'nun kendine özgü üslubu, sade, akıcı ve samimi bir anlatımla okuyucunun hikâyeye kolayca bağlanmasını sağlıyor.
Kalb Devri’nde iki farklı bakış açısının iç içe geçtiği bir anlatım tekniği kullanılıyor. İç monologlar, diyaloglar ve betimlemeler ustalıkla harmanlanarak okuyucunun karakterlerin iç dünyasına nüfuz etmesini sağlıyor. Kitapta tasvir edilen coğrafyaların ve kültürlerin detaylı betimlemeleri, okuyucuya bir keşif yolculuğuna çıkmış hissi veriyor.
Âdem ve Nisa'nın hikayeleri, birbirini tamamlayan ve zıtlaşan düşünceleriyle okuyucuya farklı perspektifler sunuyor. Bu anlatım tekniği, karakterlerin iç dünyalarını daha derinlemesine anlamamızı sağlıyor.
Âdem'e göre insan:
Kitabın başında Âdem, modern dünyanın etkisiyle yüzeysel, bencil ve unutkan bir insan portresi çizer. Ona göre insan, hazlarının peşinden koşan, kolaya kaçan ve sorumluluk almaktan kaçınan bir varlıktır. Çevresindeki güzelliklere ve derin anlamlara karşı kör olan Âdem, kendi iç dünyasından da kopuktur. Seyahat boyunca karşılaştığı farklı kültürler, tabiatın ihtişamı ve Nisa'nın bilgeliği, Âdem'in insanı yeniden tanımlamasını sağlıyor. Özellikle Sahra Çölü'nde yaşadığı kum fırtınası ve sonrasında yaptığı kalp yolculuğu, Âdem'in ruhî dönüşümünde önemli bir rol oynuyor.
Nisa'ya göre insan:
Nisa, Âdem'den farklı olarak, insanı daha derinlikli ve çok yönlü ele alıyor. Ona göre insan, hem iyi hem kötü özellikleri barındıran, karmaşık ve çelişkili bir varlıktır. Manevi değerlere bağlı olan Nisa, insanın içsel dünyasına ve ruhsal gelişimine önem veriyor. Âdem'in eksiklerini ve hatalarını görse de, ona karşı sabırlı ve anlayışlı davranıyor.
Önemli noktalar ve dikkat çekici pasajlar:
Mevlâna'nın Huzurunda: Seyahatin başlangıcında Konya'da Mevlâna'nın türbesini ziyaret eden çift, aşkın ve maneviyatın önemini hatırlar. Nisa, Mevlâna'nın öğretilerinden etkilenirken, Âdem kuru bir merakla etrafı inceler. Bu zıtlık, çiftin arasındaki temel farklılığı ortaya koyar.
"Konya kimine göre düz, sıcak, kavruk, renksiz bir ovadır. Gören göze altın başak yurdu, mânevî bereketle taçlanmış, yurdundan olmuş dostlara yurt olmuş şehri kalbtir. Bir görse, görebilse, ilk adımı atmayı öğrenen çocuğun gerisini hevesle kendi başına halletmesi, her düşüşünde kalkıp tekrar tekrar denemesi gibi, etrafındaki her şeye karşı bakışı değişecek." (Nisa, Bölüm 1)
Kelebekler Vadisi'nde: Kelebeklerin kırılgan güzelliği ve narinliği, Nisa'nın Âdem'e karşı duyduğu hassas sevgiyi simgeler. Âdem ise yine yüzeysel bir hayranlıkla kelebekleri izler.
"Kelebek kadar nazik ve zarif bir yaratığın bir vadiyi kendine yuva yapması ve bunu insanlara kabul ettirmesi… Şimdi dünyaca meşhurlar, umarım yuvaları hiç bozulmaz." (Nisa, Bölüm 2)
Sekoyalar Ormanı'nda: Devasa Sekoya ağaçları, doğanın gücü ve ihtişamı karşısında insanın küçüklüğünü ve acizliğini hatırlatır. Nisa, ağaçların geçmişin hafızasını taşıdığını ve insanlara unuttukları değerleri hatırlattığını düşünür.
"Sekoyalar bize, bize geçmişimizi anlatıyor olmalı, siz her zaman böyle olacaksınız, yüzyıllar geçse de unutkan, doymayan ve yetinmeyen. İnsan nisyan ile maluldür, denmiş. Unutmak bir yana hatırlamamakta da direniyor." (Nisa, Bölüm 7)
Çiçen-İtza'da: Âdem, Aztek piramidlerindeki akustiği deneyerek Nisa ile iletişim kurmaya çalışır. Nisa ise Âdem'in çabasını görür ve ona mesafeyi aşmak için gerçek iletişime ihtiyaç duyduğunu söyler.
"Yanındaki ile konuşmak için araya mesafeler koymana gerek yok" ... "O zaman aş!" (Nisa, Bölüm 9)
Mankenler Gösterisinde: Gemide düzenlenen gösteride, Nisa, vitrin mankenleri üzerinden kapitalizmin insan ilişkilerini tek tipleştirdiğini ve sevgiyi değersizleştirdiğini eleştirir. Âdem ise Nisa'nın bu cesur çıkışından etkilenir ve onu yeniden tanımaya başlar.
"İdeal iki vücud ne kilolu, ne zayıf hatta kusursuz ölçüdeler... Siz hiç kilolu, bodur, çok zayıf mankenler gördünüz mü? ... O halde bize ideal bir tiple elbise satılırken niçin ideal bir tip olmamız istenmiyor?" (Nisa, Bölüm 11)
Sahra Çölü'nde: Çölün zorlu şartları ve sınırsızlığı, Âdem'in iç dünyasındaki karmaşa ve yalnızlığı yansıtır. Kum fırtınasında Nisa'yı kaybetme korkusu yaşayan Âdem, ona olan sevgisini ve değerini daha derinlemesine kavrar.
"Fırtınanın içinde ayaklarım yerden kesiliyor hissine kapılıyorum. ... Sesim: Dinle! Diyor. Neyi, ... kumlar kalbimi de doldurmuş gibi iç sesimle dahi soramıyorum." (Âdem, Bölüm 27)
Yağmur Ormanı'nda: Ormanın mistik ve ürkütücü atmosferi, Âdem'in geçmiş hatalarıyla yüzleşmesi ve Nisa'ya karşı duyduğu sorumluluğu kabullenmesi için bir zemin hazırlar.
"Ormanla konuşabilmek isterdim. Eşyanın hakikatini bilmiyoruz, fakat bin türlü yorumumuz var. Onlardan dinlemek isterdim." (Nisa, Bölüm 26)
Kalb Yolculuğu: Sahra fırtınasında baygınlık geçiren Âdem, kalbinin derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkar. Kendi içindeki korkuyu, nefreti ve bencilliği gören Âdem, küçücük bir sevgi pırıltısının bile bu karanlığı aydınlatabileceğini keşfeder.
"Korkuyu görüyor ve korkuyor. ... Nefreti görüyor sonra Âdem ve hayret ediyor. Nefret o kadar büyük ki! Bir insanın kalbine bu kadar büyük bir şey nasıl sığar? ... Küçücük, bir kızılcık kadar küçük, yuvarlak, kırmızı bir nokta görüyor Âdem. Hemen tanıyor onu; bu aşk, sevgi." (Âdem, Bölüm 29)
Yeniden Başlangıç: Yolculuk bittiğinde Âdem, boşanma dilekçesini yırtar ve Nisa'ya yeniden bir şans vermeyi teklif eder. Mevlâna'nın huzurunda aşkın ve maneviyatın gücünü hatırlayan çift, evliliklerini kurtarmak için yeni bir başlangıç yapmaya karar verir.
"İşte benim için hükmü! Seni hiçbir şeye zorlamıyorum, ama böyle olmasına müsaade edemeyiz. ... Tamam! İnsana tesir eden şey, insandan bir parçadır. Bir parçam olan sana bir parçan olarak yalvarıyorum." (Âdem, Bölüm 30)
Sonuç:
Kalb Devri, okuyucuya sadece bir seyahat hikayesi sunmakla kalmıyor, aynı zamanda insanı iç dünyasına doğru derinlikli bir yolculuğa, ve tefekküre çıkarıyor. Âdem ve Nisa'nın hikayesi, adeta modern dünyanın karmaşası içinde unutulan manevi değerlerin, gerçek sevginin ve özverinin önemini hatırlatıyor.