Eserde Mirzabeyoğlu, Batı felsefesinin kavramlarını tenkit ederken, aynı zamanda onlardan da faydalanarak İslam'a muhatap bir düşünce sistemi getiriyor. Eserde varlık, zaman, ruh, akıl, ahlâk, hürriyet gibi temel kavramlar ele alınarak bunların nasıl anlaşılması gerektiği ortaya konuluyor. Özellikle ruh ve akıl arasındaki ilişki üzerinde durularak, aklın sınırlı ve maddeye bağlı olduğu, ruhun ise zaman ve mekân üstü bir keyfiyet olduğu belirtiliyor.

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu'nun 1982 yılında yayınladığı eseri "Kültür Davamız", Necip Fazıl Kısakürek'in takdirini kazanmış ve "Cumhuriyet sonrası kavruk nesillerin ilk ciddi fikir sesi" olarak nitelendirilmiştir.

Kültür Davamız isimli eser, derinlikli fikirleri ve kendine özgü üslubuyla dikkat çekiyor. Eserin giriş bölümünde yer alan "Dilimiz Hakkında" başlıklı kısım, Mirzabeyoğlu'nun dil ve anlatım konusundaki yaklaşımını ortaya koyuyor ve okuyucuyu metnin zorlayıcı yapısına hazırlıyor. Mirzabeyoğlu, kullandığı dilin "girift ve çetrefilli" olduğunu kabul ederek okuyucuyu adeta "aslanın ağzından pay alma" durumunda bırakıyor. Ancak bu zorluğun, ele aldığı konuların derinliği ve karmaşıklığından ve kendisine özgü bir anlatış tarzından kaynaklandığını belirtiyor.

Mirzabeyoğlu, insan ve toplumun temel meselelerini ele alıyor ve bu meselelerin çözümüne, "Mutlak Fikir" ışığında yaklaşıyor. Alışılmış düşünce kalıplarının dışına çıkarak yeni bir anlayış sistemi ve yeni bir dil ile anlatıyor. 

Bir mevzuyu anlatırken onu birçok farklı unsurla ilişkilendirmek ve aralarındaki bağları göstermek gerekir. Bu da dilin karmaşıklaşmasına ve anlatımın zorlaşmasına yol açabilir. Mütefekkir, eserde ele aldığı her mevzuyu, ait olduğu “bütün” içinde işliyor ve bu bütünle olan ilişkisini gösteriyor.


Salih Mirzabeyoğlu’nun hayatı, eserleri ve dünya görüşü


Eser, hadiselere farklı veçheden yaklaşmayı ve bunun için de alışılmış duygu ve düşünce kalıplarından sıyrılarak yapılması gerektiğini “Şuur süzgeci” bahsi etrafında ele alıyor.

Büyük Doğu anlayış sisteminin merkeze alındığı ve İslam'ın özüne uygun bir dünya görüşü ve hayat biçiminin anlatıldığı eserde, bu sistemin temel prensipleri ve kavramları açıklanıyor ve okuyucuya bir yol haritası sunuluyor.

Kitap, insanın kendini, varoluşu ve Allah ile ilişkisini anlama yolunda bir arayış olarak nitelendirilebilir. Mirzabeyoğlu, okuyucunun zihninde sorular uyandırarak ve alışılmış düşünce kalıplarını sorgulayarak okuyucuyu düşünmeye sevk ediyor. Eser boyunca sıkça kullandığı "Mutlak Fikir" kavramı, İslam'ın bütüncül ve kapsayıcı bakış açısını temsil ediyor ve tüm insanî faaliyetlerin bu çerçevede değerlendirilmesi gerektiğini vurguluyor.

Eserde Mirzabeyoğlu, Batı felsefesinin kavramlarını tenkit ederken, aynı zamanda onlardan da faydalanarak İslam'a muhatap bir düşünce sistemini sunuyor. Yine eserde varlık, zaman, ruh, akıl, ahlâk, hürriyet gibi temel kavramları ele alarak bunların İslamî perspektiften nasıl anlaşılması gerektiğini ortaya koyuyor. Özellikle ruh ve akıl arasındaki ilişki üzerinde durarak, aklın sınırlı ve maddeye bağlı olduğunu, ruhun ise zaman ve mekân üstü bir keyfiyet olduğunu belirtiyor.

Kültür Davamız eseri, bilgi ve ruh üzerine epistemolojik bir bakış açısı sunarak, "bilen" ve "bilinen" arasındaki ilişkiyi irdeliyor ve "ruhun bilgisi"ni "sezgi" ile açıklıyor.

Eserde "İç Oluş" ve "Dış Oluş" ayrımı üzerinde de duruluyor. "İç Oluş", insanın kendi özünde, ruhunda gerçekleşen bir değişim ve gelişim süreci olarak ele alınırken, "Dış Oluş" ise bu iç değişimin dış dünyaya yansıması, insanın eserleri ve faaliyetleri olarak tanımlanıyor.

Yine eserden anlaşılacağı üzere İslam'ı insanlara sadece bilgi olarak aktarmak yeterli değildir. Asıl önemli olan, İslam'ın insanın ruhuna tesirini sağlamaktır. Bu da telkinle olur. Telkinde de İslam'ı yaşayan örneklerin, güzel ahlâkın ve sanatın önemli bir rol oynadığı bunun da ancak telkin ile olabileceği aktarılır.

Eserin içeriğine dair

11 levhadan (bölüm) oluşan eserde şunlar yer alıyor:

Dilimiz Hakkında: Eserin dili ve üslubu ele alınıyor. Esere nasıl bakılması gerektiği işleniyor.

Sakat Muhakeme: Eşya ve hadiseleri anlamada yaygın olan yanlış düşünce biçimleri eleştiriliyor. Özellikle karşıt ideolojilerin basit bir reddiyesiyle İslam'ın özüne ulaşılamayacağı vurgulanıyor.

Yolumuz Ararken: İslam'ı anlamada toplumun ve kültürün etkisine  ve yeni bir bakış açısı geliştirmenin önemine değniliyor.

Varlık ve Zaman: Varlığın, zamanın ve ruhun mahiyeti inceleniyor.

Varlık ve Oluş: Varlığın oluş süreci, Allah-Âlem-İnsan ilişkisi ve insanın yaratılış gayesi irdeleniyor.

Diyalektik ve Ahlâk Çevresinde: İslam'a uygun bir düşünce yöntemi ve ahlak anlayışı ortaya konuluyor.

Ruhçuluk ve Keyfiyetçilik: Akıl ve ruhun, ruhçuluğun ve keyfiyetçiliğin ne olduğu anlatılıyor.

Derinliğine ve Genişliğine İnsan: İnsanın bireysel ve toplumsal yönleri, devlet, din ve ahlak ilişkisi inceleniyor.

Hürriyetin İzlenişi: Hürriyet kavramının İbda perspektifinden ele alınışı ve "hakikate esaretten sonra hürriyet" vurgusu yapılıyor.

Tatbik Fikri ve Muhatap Anlayış: Büyük Doğu-İbda anlayışının İslam'ı uygulamada bir yöntem olarak nasıl kullanılabileceği açıklanıyor.

Tebliğ ve Telkin: İslam'ı anlatmada ve öğretmede doğru yöntemlerin önemi vurgulanıyor.

Eserde Şuur Süzgeci bahsi

İnsan zihni, sınırsız bilgiyi işlerken seçici davranır ve bu seçicilik, ferdin içinde bulunduğu toplumun tesiriyle şekillenir.

Her toplumun kendine özgü bir "şuur süzgeci" bulunur ve bu süzgeç, yeni nesillere dil ve kültürel kodlar aracılığıyla aktarılır. Fert, toplumun sunduğu bu çerçeve dahilinde algılarını oluşturur, bilgiyi işler ve dünyayı anlamlandırır.

Salih Mirzabeyoğlu tarafından geliştirilen "şuur süzgeci" kavramı, insanın düşünme biçimlerini, algılarını ve davranışlarını anlamak için önemli bir araçtır.

Kültür Davamız isimli eserde geçen "şuur süzgeci" kavramı, ferdin düşünce ve algı biçimini şekillendiren toplumsal ve kültürel faktörlerin toplamını ifade ediyor. Mirzabeyoğlu'na göre, her fert, içinde doğduğu ve büyüdüğü toplumun değerleri, inançları, düşünce kalıpları ve alışkanlıklarıyla yoğrulur ve bu unsurlar, onun dünyayı algılama biçimini, olayları yorumlama tarzını ve hatta ahlaki yargılarını belirler.

Şuur süzgeci, aileden başlayarak eğitim sistemi, medya, sanat, din gibi çeşitli toplumsal kurumlar aracılığıyla ferde aktarılır. Bu kurumlar, ferdin zihnine belirli bir dünya görüşünü, ahlak anlayışını ve değerler sistemini yerleştirerek onun "şuurunu" şekillendirir.

"Şuur süzgeci, toplumda karşılıklı tesirlerle belirlenen ve böylece üyelerine belirli akıl ve duygu alışkanlıkları kazandıran, yeni doğanlara kendini empoze eden içtimaî bir vakıa'dır." (s. 35)

Kısacası insan, toplumun sunduğu bu hazır çerçeveden bakarak dünyayı anlamlandırır, olayları yorumlar ve kararlar alır. Batı medeniyetinin dayattığı seküler ve bireyci "şuur süzgeci" Müslümanların zihin dünyasını dumura uğratıyor ve Müslümanca bir bakış geliştiremiyor. Bu sebeple Müslümanların, Büyük Doğu-İbda fikriyatıyla yeni bir "şuur süzgeci" oluşturmaları ve İslami değerler üzerine kurulu bir bakış açısı geliştirmeleri gerekiyor.

Eserde zaman kavramı

Mirzabeyoğlu, zamanı sadece fiziksel bir olgu olarak ele almıyor, aynı zamanda ruh, şuur ve varoluşla olan ilişkisini de inceliyor. Bu bağlamda, zamanın hem objektif (dışsal) hem de sübjektif (içsel) yönlerini ele alıyor.

1. Zamanın Mahiyeti ve Tecellisi:

Eserde, zamanın "Mutlak Varlık"ın tecelli ettiği bir zemin olduğunu belirtir. Yani zaman, Allah'ın yaratması ve var etmesiyle ortaya çıkan bir olgudur.

"“Varlık'” son derece kapsamlı bir kavram; "hayat" kavramı gibi... ... Öyleyse "varlık" derken kastedilen nedir? ... Onu, zaman ve zamanın muhtevası içinde imkân ve ihtimallere açılan -mümkün ve geçici olan- ve gerçekleşmelerle ortaya çıkan bütün 'Varlıklar' niyetine veya kuşatıcı mânâda "Varlık bütünü" kasdıyla kullandığımız gibi, öncesi ve sonrası olmayan, zamanın ve varlığın kendisiyle varolduğu "Mutlak Varlık" kasdıyla da kullanıyorum." (s. 49)

Mirzabeyoğlu zamanı, "bir varlık-bir yokluk temposunda, sürekli ve arasız dönüşte tecelli eden" bir olgu olarak tanımlar. Bu dönüş o kadar hızlıdır ki, varlık ve yokluk neredeyse birbirine karışır ve insan, varlığın sürekli olduğunu zannetmeye başlar.

"Eşya ve hadiselerin çokluğunda bütün kâinat, bir anda var görünür, sonra yine aynı anda içinde yok olur. Varlıkla yokluk arasında öyle müthiş bir hız vardır ki, bu hızın sürekli inkılâpları bize her şeyi var gösterir ve aradaki yokluk hissedilmez; zira her an, yokluğun peşini varlık ve varlığın peşini de yokluk takip edince, uzun bir müddet her şeyde varlık devamlı sanılır..." (s. 52)

2. Zamanın Üç Boyutu ve "An":

Eserde zamanın "geçmiş", "şimdi" ve "gelecek" olmak üzere üç boyuttan oluştuğu aktarılıyor. Ancak bu üç boyutun aslında tek bir "an"dan ibaret olduğu vurgulanıyor. Çünkü geçmiş artık yok, gelecek henüz gerçekleşmedi. Gerçekte yaşanan tek şey "şimdi"ki andır.

"Geleceği hayal ediyoruz geçmiş ise yok; tek "an" olarak "hâl"de yaşıyoruz. Hâl, her yeni tecellide var olan" ve "olunacak olan-gelecek'e nisbetle olmaya meyleden bir hakikattir ; zaman, vakı'aları doğuran vakı'a olarak bu. Değişmez olan "hâl" ve değişme "hâl" içinde; varlık ve oluş, süreklilik içinde süreksizlik ve süreksizlik içinde sürekliliği gösteren bu iki zıt deviran... "Bedahet-apaçık bilgi" hâlinde biliyoruz ki, geçmiş artık yoktur ve gelecek daha gerçekleşmemiştir. Devam vehmine kapıldığımız "hâl" ise, gerçekten devamlı olsaydı ve her ân gerçekleşip her ân geçmişe karışmasaydı, ezelilik olurdu ki, zamandan bahsedemeyiz." (s. 52)

3. Ruh ve Zaman:

Mirzabeyoğlu'na göre, insan bedeni ve aklı zamanın içinde mahpusken, ruhu zaman üstüdür. Ruh, zamanın sınırlamalarından bağımsızdır ve ebediyeti hissedebilir.

"Onu derinden derine duyuyoruz, gözümüzü kapattığımız zaman bütün hayal aleminde, boşluk aleminde ruhumuzu görür gibi oluyoruz; ruhumuz zamanı değildir!.. O büyük vatandan gelen ruh, zaman üstü vatana hasret... Öyle ki, bu dünya bir kedinin içine düştüğü kuyuya benziyor; ruhumuzun hali bu, manası bu, "vatan sevgisi imandandır!" hikmetinin de esası bu... Biz zamanın üstüne çıkmaya davetliyiz." (s. 54)

4. Zamanı Aşma Gayesi:

Eserde, insanın en temel gayesinin "zamanı aşmak" olduğu vurgulanıyor. Bu da ölmeden önce ölmek tabiriyle zikrediliyor.

"“Zamanı aşma” muradı insan için şuurunda olsa da olmasa da yönetici bir duygu olarak bedâhet ifade ederken, "zamanüstü hakikatine yalnız "Mutlak Fikir"le varılabileceğini söylememiz, bir reklam ve propaganda veya kuru slogan ifadesi değildir..." (s. 107)

Eserde ruh kavramı

Kültür Davamız’da ruh kavramı, insan varlığını anlamak için temel bir unsur olarak ele alınıyor.

Eserde ruh, maddenin aksine bölünemeyen, ölçülemeyen, elle tutulamayan, gözle görülemeyen ve akılla tam olarak kavranamayan metafizik bir varlık olarak tanımlanıyor.

Mirzabeyoğlu, ruhun kaynağının Allah'ın emri olduğunu belirtiyor.

Eserde, insanın kalbinde bitişik olan ruh ve nefsin zıtlık içinde olduğu; ruhun, insanı hayra, iyiye, güzele ve Allah'a yöneltirken, nefsin ise kötülüğe, maddi dünyaya ve bencil arzulara çektiği ele alınıyor.

"İnsan, kalbin hakikatinde bitişik ve toplu iki zıt taraf hâlinde yaratıldı; ruh ve nefs... Her türlü iyiliğin, güzelliğin, doğrunun ve sonsuzluğun temsilcisi olan ruha karşı nefs, her şeyin zıttıyla kaim olma ölçüsüyle antitezdir." (s. 122)

Esere göre insanın hürriyeti, ruhuna olan esaretle orantılıdır. İnsan, nefsinin arzularına yenik düşerse, ruhunu köreltir ve hürriyetini kaybeder. Ancak "Mutlak Fikir"e uyarak gerçek hürriyete ulaşabilir.

"İnsan, kendi hakikatini, hakikatin hakikatinde izleyebildiğince hürdür!.." (s 154)

Mirzabeyoğlu bu te Üstad Necip Fazıl’ın ruhçuluk prensibine de atıf yapıyor.


Büyük Doğu-İbda’nın kısaca tanımı


Üstad’a göre ruhçuluk, “Ruhçuluk, eşya ve hâdiseleri, kendi içlerinden çıkan kuru müşahade ve kuru tecrübe, kuru akıl ve kuru bilgi kanunları üstünde, madde göziyle görülemez ve ölçülemez müessirlere bağlamak anlayışıdır. Ruhçu odur ki, beş hasse kadrosu içindeki ham ve kaba madde âlemini, o kadronun dışında ve üstünde, gıyabında ve mâverasında, üstün bir sebep kutbuna iliştirerek mânalandırır.

Hakir bir gözyaşı damlası, herhangi bir dış tesir yüzünden herhangi bir guddenin maddî tagayyürüne mi işarettir; yoksa aynı maddî tekevvün zincirinin başında, maddeye hâkim, fakat madde çerçevesinde gâip, üstün ve manevî bir kuvvete mi delâlet? Sualin ikinci şıkkına "evet!" diyen ruhçudur.”

Eserde ruhçuluk, sadece teorik bir felsefe olarak ele alınmıyor, aynı zamanda insanın bilgi edinme ve anlamlandırma sürecini de etkileyen bir unsur olarak görülüyor. Mirzabeyoğlu, gerçek bilginin kaynağının ruh olduğunu ve aklın, ruhun bir aracı ve yansıması olduğunu belirtiyor.

"Ruhçuluk, eşya ve hadiseleri kendi içlerinden çıkan kuru müşahade ve kuru tecrübe, kuru akıl ve kuru bilgi kanunları üstünde, madde gözüyle görülmez müessirlere bağlamak anlayışıdır." (s. 123)

Eserde ahlak bahsi

Eserde ahlak, insanın bütün eylem ve davranışlarını şekillendiren, ruh ile yakından ilişkili ve toplum düzeninin temelini oluşturan merkezî bir kavram olarak ele alınıyor. Mirzabeyoğlu'na göre ahlak, salt teorik bir bilgi veya öğreti değil, "işleyici ve işletici" bir sıfat, hayatın her alanına nüfuz eden bir ruh hâli ve "hakikate uygun davranış" biçimidir.

1. Ahlâkın Mahiyeti:

Kitapta ahlak, insanın "iyi, doğru ve güzel" değerlerine uygun hareket etmesi olarak tanımlanıyor. Bu değerler ise "Mutlak Fikir"den kaynaklanıypr ve Allah'ın Resulü'nün örnek hayatıyla yani Topluluk Hakikati’yle misallendiriliyor.

"Ahlâk'a gelince; "fail" olmak yerine "münfail" sıfatta, yani "fiilin içine işlemiş ve işletici" sıfattadır. "Sıfatlar", bir şeye değerini veren, "değer" ise o şeyin vasıflarını insan tabiatına nisbet etmek ve bu nisbetle aramaktır." (s. 85)

"“İyi, doğru ve güzel” temel değerlerinin mutlak hakikatini, "Allah ile Resulünün öğrettiği, bildirdiği ve gösterdiği" şeklinde ifade ettikten sonra, bütün dava, ölçülere bakan göz hâlinde "İslâm'a muhatap anlayış"ın ne olması gerektiğini anlamak, bunun diyalektik ve ahlâkî şartını yerine getirmek..." (s. 86)

2. Ahlâk ve Ruh:

Mirzabeyoğlu, ahlakın kaynağının ruh olduğunu ve ruhun merkezî fakültesi olarak işlev gördüğünü belirtiyor. Ruh, insanı iyiye, güzele ve doğruya yönelttiği için, ahlaki eylemlerin de temel itici gücüdür.

"Anlaşılıyor ki, ister "ruh" ve isterse "nefs" kutbuna ve bunlara bağlı dereceler içindeki gerçekleşmelerde olsun, "muvazene-denge" amili ruhtur." (s. 122)

3. Ahlâkî Keyfiyet:

Eserde, insanın ahlaki karakterinin "keyfiyet" olarak adlandırılan bir vasıflar bütünü ile ifade edildiği vurgulanıyor. Bu keyfiyet, ferdin düşüncelerinden eylemlerine kadar her şeyini etkiliyor ve toplum içindeki davranışlarını belirliyor.

"İnsanın kendisi, çevresi, tabiat hakkındaki düşünceleri, etkileri, bu etkilerin kendisi üzerindeki tesirleri; eşya ve hadiseleri tasarruf memuriyeti, bu memuriyet üzerindeki düşünceleri, nereden gelip nereye gittiğinin araştırılması, kısaca; insana kendini empoze eden her mesele, "insan ve toplum meseleleri" ifâdesinin içinde... ... Bütün bunlar, gerek başlangıç ve gerekse netice itibarıyla, "bakış açısı" ile ilgilidir." (s. 109)

4. Dış Oluş ve Ahlâkın Tezahürü:

Mirzabeyoğlu'na göre, insanın iç dünyasında oluşan ahlaki keyfiyet, dış dünyada davranışlar ve eylemlerle kendini gösteriyor. Bu dışa vuruma "dış oluş" adı veriliyor.

"İç"e doğru olmak ve "dış"a doğru davranışın muhtevasını temin ettiği tezahürlere geçmek; bütün insan aksiyonu ve insanî verim şubelerinin tezahürü, topluca bu ifade kapsamında." (s. 133)

5. Ahlâk ve Toplum:

Eser, ahlakın sadece ferdî bir mesele olmadığını, aynı zamanda toplum düzeninin de temelini oluşturduğunu vurguluyor. Mirzabeyoğlu, "devlet"in en büyük ahlaki oluşum olduğunu ve yerleşik toplum düzeninin de devletin ahlaki karakterini yansıttığını belirtiyor.

"Devlet, müessese olarak, "olsun mu," olmasın mı?" şeklinde bir tercih mevzuu değil, insanın sosyal olma özelliğinin aksi mümkün olmayan neticesidir... ... Yerleşik toplum düzeni ve rejimi ise, temsil ettiği devletin "ahlâkî karakteri"dir." (s. 140)

6. Ahlâkın İzlenişi:

Mirzabeyoğlu, insanın ahlaki gelişiminin sürekli bir süreç olduğunu ve her ferdin kendi nefsini hesaba çekerek, Allah'ın Resulü'nün ahlakına uymaya çalışarak ahlaki keyfiyetini yükseltebileceğini ifade ediyor.

Kültür Davamız eserinden alıntılar

➤"Büyük Doğu, gerek pratik, gerekse ideal değerler çerçevesinde mütalâa edilen meselelerin "Mutlak Fikre" göre "olması gereken"ini gösteren ahenkli bir terkip ve faaliyetlerin kendisindeki ipuçlarından hareketle sonuçlandırılması gereği bakımından da, bir "olması gereken" idealdir." (s. 17)

➤"Büyük Doğunun ruhuna nüfuz etmek ve su katılmamış İslam tecrübesine yol veren prensiplerini kavramak, ancak muhakeme usulünü kavramakla mümkündür." (s. 19)

➤"Bir şey söyleyelim, bir şey söyleyelim! Müspet bir hamleyi andıran, haysiyet vâdeden, boşlukta mekân işgal etme hassasına istekli olan bir şey söyleyelim! İsterse o şey yanlış olsun- Söylenişindeki ihtiyaç doğru ya! Bir şey söyleyelim de, başkasının fikrini tashih etmeden kendi fikrini bulamayanlar, bizi düzeltmek suretiyle hiç olmazsa bir teşhise varsın." (s. 21)

➤"Zıddını düşünmek... Meselelere yaklaşırken öncelikle üzerinde durulması gereken husus, doğrunun ne olduğunu bilmeden zıt düşüncenin söylediğinin tersini söyleyerek bizim açımızdan doğruya varılamayacağını anlamaktır. Karşısındakinin yanlışını göstermekle kendi doğrularını bulabileceklerini sananlar, fikir sahibi olmak ve doğruyu bulmak bir yana, başka alternatif getiremediklerinden dolayı, yanlış da olsa karşı düşünceyi tersinden yaşatanlardır." (s. 23)

➤"İlim ve akla "uygunluk"tan dolayı imân ediyorsan bu, kendi yonttuğuna tapmaktan farklı olmayan bir çeşit putperestliktir." (s. 26)

➤"Şuur süzgeci, toplumda karşılıklı tesirlerle belirlenen ve böylece üyelerine belirli akıl ve duygu alışkanlıkları kazandıran, yeni doğanlara kendini empoze eden içtimaî bir vakıa'dır." (s. 35)

➤"İnsan başını fare kafasından ayıran tek haslet ve haysiyet, fikir... Mücerret fikir... Arayıcı, tarayıcı, çırpıcı, çatlayıcı fikirdir, işte bu türlü arayışın yolda bulduklarıdır ki, bugünkü teknolojiyi doğurdu. Fakat durak ve gaye onlar değil; Öteler, Öteler, ötelerin ötesi ve sonsuzluk..." (s. 15)

➤"“Varlık” olmadan "oluş"tan bahsedilemeyeceği gibi, "oluş" olmadan da "varlık"tan bahsedilemez; "olan" olunacak olanla ve "olunacak olan-imkân" da olanla mümkün..." (s. 65)

➤"İman tam olduğu zaman muhtaç olmadığı yegâne şey, ispattır; imân tam olduğu zaman ispat yoktur. Ortada tek başına, her şeyden mücerret ve bütün alâkalardan kesilmiş tek bir şey vardır: İmân." (s. 91)

➤"Bir insanda zekâ ölçüsü, bu taifenin hakikatlerini anladığı kadardır!" (s. 151)

➤"Hiç kimsenin kendi hürriyetini tahrip etmeden başkasının hürriyetini tahrip edemeyeceği bir nizâm mı isteniyor? Tek kelimeyle İslam! Herkesin hakikatine sınır çizme hakkı, hakikatin hakikatinde.,. Yani,.. Mutlak Fikir gerekli; Bütün Fikrin Gerekliliği!.." (s. 160)