Cevat Ülger, Oyuncak Masalları isimli kitabında yaşadığı döneme nazaran modern gelişmeyi tenkit etmiş, çocukların yalnız teknik olarak gelişmesini değil; teknikle beraber hayal kurma becerisini de geliştirmesini istemiştir. Ülger masallar yoluyla makineyi sanat ile zanaat arasına koymuştur. Ne insana hükmeden, ne de kendisini gaye edinmeyen makine istemektedir.

Mimar Cevat Ülger, Malatya’da resim öğretmeniyken 1958’de yayınladığı “Oyuncak Masalları” isimli kitabı, çocuklar için oyuncak yapımını ve yapılan oyuncağın masalını anlatıyor. Artık kullanılmayacak olan malzemelerden oyuncak yapıp, çocuğun teknik becerisini ve hayal gücünü geliştirmeyi amaçlıyor. Böylelikle sanat ve zanaat bir arada olmuş oluyor.

Kültür üç temel sacayağı üzerine bina edilir. Sanat, zanaat ve dil. Lüzumsuz malzemeyi çöpe atmak yerine kullanıp oyuncak yapmakla zanaat, yaptığı oyuncağa masalını yazdırmak veya söylemekle sanat, her yeni malzemeye yazacağı masalla da dilini işleterek komple sanatçı olduğunu ortaya koyuyor.

Çocuk sadece oyuncak yapmakla kalsaydı, geliştirdiği oyuncağın (makinenin) esiri olacaktı. Fakat oyuncağa masal yazarak yani suni bir kader vererek oyuncağı kendi esiri eder. Dekartçı mekanist kafa yalnız aklı ön plana çıkarır ve her şeyi akıl yoluyla izaha kalkar. Bir romancı edasıyla oyuncağa kader yazması akıl, sezgi ve hissin beraberliğini getirir. Zaman içerisinde mananın maddeyi bir çarşaf gibi sardığını, oyuncaklarıyla kurduğu münasebet yoluyla anlayacaktır.

Mana-madde ilişkisini kendisine verilen statik bilgi yerine, o bilgiyi yaşayarak ve bilgiye müdahil olarak dinamik bir biçimde kendisi keşfetmiş oluyor. İslam ve Batı sanatlarının en temel farklılığı da burada yatmaktadır. İslam’da yaşanılan ve temaşa edilen bilgi vardır. “Faydasız ilimden Allah’a sığınırım” ölçüsü bu temel prensibin ölçüsüdür. Batı’da ise Rönesans dönemi mimarisi ve resimlerinde olduğu gibi donuk ve seyredince insanı tahakkümü altına alan sanat anlayışı vardır.

Oyuncak Masalları kitabında beş oyuncak masalı ve son bölümde yer alan oyuncakların nasıl yapıldığının teknik izahı vardır.

Birinci masal “Traktör” başlığıyla başlar ve basit bir masal anlatısı değildir. Sanayi devrimiyle gerçekleşen buharlı makinelerin tarımdaki devrimini anlatıp, insanların işlerinin artık makinelerin yapmasının tenkidini de ihtiva eder.

Masalın baş kahramanı Ali’nin tatilde evinin bahçesine çiftlik yapıp, çiçekler ekip, tarlayı biçmesini anlatır. Bahçeyi kendisinin sürmesinden dolayı yorgun düşen Ali, öküzlerine makaradan araba yapıp, bahçenin sürülme ve toplanan ekinlerin taşınması işini artık öküzler yapmaya başlar. Masal bu ya, çok çalışmaktan öküzlerden birinin telden bacağı kırılır. Bu olayın ardından çok üzülen Ali, traktör yapmaya karar verir ve tellerden kendisine basit bir traktör yapar. Traktörün gelişmesiyle işler daha hızlı olur ve tahtadan yaptığı hayvanlarına bir tekme atar, artık hayvanlarına gerek kalmaz.

Masalsı anlatılan bu hadise Sanayi Devrimi’yle bütün insanlığın yaşadığı bir hadisedir. Tarlaya makineler girdi, evler makineleşti, yollar makineler için inşa edildi ve makinelere göre tasarlandı. Hayatımıza makine girdikçe, hep çıkan insan oldu.

Dekart’ın makineci yani akılcı anlayışı sosyal hayatın akışını değiştirdi. İnsanların yerini almaya başlayan makineler kavgaların, savaşların ve düşüncelerin akışını değiştirdi.

Günümüzde yapay zekayla altın çağını yaşayan makine, insanları ruhsuzlaştırdı. Makineyle beraber maddeden gayri maddiliğe, mahalli olandan emperyal-küresel olana, görünür olandan görünmeyene, gerçeklikten sanallığa geçildi. Her gerçeğe sahtesi musallat oldu. Arazlar zaruri, zaruri olan araz görünmeye başlandı.

“Bir Kovboy Masalı”nda ise kovboy yapımını ve kasabanın güvensiz hayatından bahseder. Diş macunu kutusundan yapılmış kilisenin büyük olmasından ötürü insanları etkilediğini ve bütün dikkatleri üstüne çektiğini anlatır. Evler ise olabildiğince küçüktür. Don Kişot’u anımsatan Senyör Kesedavari bir tipleme vardır.

“Beyaz Yelkenli” masalında ise yelken yapımını, işgal, fetih ve askeri strateji ile ilgili masal anlatıyor. Fetih ve işgal arasındaki farkı zihinlere işliyor. Bu masalda müthiş bir betimleme anlatısı vardır. Adeta kendinizi denizin ortasında gemiyle beraber sularda dalgalanırken hissedersiniz.

“Sigara” masalında ise koltuk ve ev yapımını ve evin nasıl güzel olması gerektiğini, kilim ve halı döşemesini, çocukların evin bahçesinde oyun oynamasını anlatıyor.

Modern dönemde apartmanlara sıkışmış çocukların hangi haklarından mahrum kaldığını masal yoluyla izah ediyor.

Apartmanda büyüyen bir çocuğa bu masal anlatılsa tuhaflık içerisinde masalı tahayyül bile edemeyecektir. Çünkü ne toprağa dokunmuş, ne bitkiyi sulamış, ne filizin ağaçlaşmasına şahit olmuş, ne de bir kuzunun doğumunu müşahede etmiş. Böyle bir çocuğa ne anlatılabilir?

Allah’ın sıfatlarını ve isimlerini tabiatta görmeyen çocuğa ne İslam ne de gelenek anlatılabilir. İlkbaharda yaprakların yeşermesini, sonbaharda ise sararmasını görmeyen gözler Allah’ın “El Halık” isminin “tekvin” olmasını nereden bilecek?

“Lokomotifin Elleri” masalında ise lokomotif yapımından fiziki olarak teknik ilerleyişi ve lokomotifin başından geçen kazayı anlatıyor.

Teknolojinin tabiatı katletmeden ilerlemesini, tabiatla uyum içerisinde çalışmasını ve modern çağda teknoloji ile nasıl yaşanılır, onu gösteriyor.

“Oyuncakları Nasıl Yapalım” kısmındaysa yukarıda anlatılan masalların oyuncaklarının nasıl yapıldığının teknik izahı var.

Japonlar’ın dilinde “yapmak, etmek”, oyun oynamak; “o ölümü oynadı”… Ölmek bile bir yapmak, rol… 

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, Ölüm Odası B-Yedi aslı eserinin Anahtar "K" Hece başlıklı bölümünda, “Japonlar’ın dilinde “yapmak, etmek”, oyun oynamak; “o ölümü oynadı”… Ölmek bile bir yapmak, rol…” der.  Oyun oynadı ve ölüme oynadı gibi kavramlar mana olarak birbirini tedai ettirir ve böylelikle sanallığa yer vermez.

Makine çağıyla, kapitalizmin doğrudan ilişkisi vardır. Her ikisinin ana gayelerinden biri insanı gerçeklikten koparmaktır.

Kültürel kapitalizm Lacancı aşama üzerine demir atmıştır. Aydınlanma sonrası birçok yol izleyen kültürel yozlaşma Lacancı anlayışta karar kılmıştır.

Lacancı anlayış 3 aşamadan meydana gelir. Şehircilik ve mimariyi de etkisi altına almıştır.

"Gerçek, sembol ve imaj" üçlüsü her sahada kendini gösterir ve değerler sistemini tarumar eder.

Bu aşamaları misaller ile açıklayacak olursak;

"Gerçek" aşamasında fertler sağlıklı ve organik yiyecek, iyi araba alır.

Sembolik olan da ise statüm belli olsun diye belli markalardan giyinir ve belli markalardan araba alır.

İmaj ise zevkli ve anlamlı deneyimlerle vardır. Tüketirken kaliteli zaman geçiriyorum hazzına ulaşır. Ruha sahte doyum verilmeye çalışılır.

Toplumun dayattığı vitrinde duran taklit modelleri ve komşum benimle aşık atamıyor, anlayışı bilinçaltında yer etmiştir.

Bu üç aşama aynen mimarlıkta da geçerlidir. Bunu da misaller ile izah edeyim:

Eğer bir yapı dikilecekse mimarın ve mühendisin uymak zorunda olduğu kural ve yönetmelikler vardır. TBDY, fizik yasaları, yapının karşılaması gereken ihtiyaçlar, insanlar yapının içinde yaşayabilmeli veya çalışabilmelidir. Kısaca pragmatist olmalıdır.

Sembolik aşamada ise yapının taşıması gerektiği ideolojik anlam ve bütünlük. Yapıya bakanlar hangi ideolojinin ürünü olduğunu anlamalı.

İmajda ise mekân söz konusudur. Yapıda oturacak olanların "bu yapıda yaşamak nasıl bir histir" diyebilmeli.

Post modernizmde bu üç aşama otonomlaştırılmıştır. İşlev biçimden ayrı düşünülebilir. Sembolik yapıların propaganda işlevi görmesi, yapı işlevinin önüne geçmiştir. Artık reklam her şeydir.

Arnavutluk'ta Enver Hoca ülkesini düşman işgalinden korumak için kümbete benzeyen binlerce küçük beton sığınak inşa etmiştir. Ülkenin dört bir tarafında mantar gibi birmiştir bu sığınaklar. Realite de hiçbir şekilde savunma aracı olarak kullanılamaz. Tanklar ezer geçer. Fakat burada mimarinin sembolik gücü ön plana çıkartılıp halkının her zaman düşman işgaline karşı teyakkuz halinde olması istenmiştir.

Zizek'in ifade ettiği gibi günümüzde bu Lacancı üçlü aşamaya dördüncü bir aşama daha eklemek gerekir: "Sanallık"

Sanal anlayış, mimariyi de yapay zekayla hızla tahakkümü altına almaya başladı.

Sonuç olarak Cevat Ülger, Oyuncak Masalları isimli kitabında yaşadığı döneme nazaran modern gelişmeyi tenkit etmiş, çocukların yalnız teknik olarak gelişmesini değil; teknikle beraber hayal kurma becerisini de geliştirmesini istemiştir.

Ülger masallar yoluyla makineyi sanat ile zanaat arasına koymuştur. Ne insana hükmeden, ne de kendisini gaye edinmeyen makine istemektedir.

Aylık Baran Dergisi 29. Sayı, Temmuz 2024