Kral Faysal Camii’ne bakılırsa minareler sanki atılmaya hazır balistik füzeleri andırıyor. Peki ya kubbe nerede? Kendimize ait güzel ancak bu kadar çirkin ifade edilebilirdi. Yapıların bozulması, şehir kurgusunun da bozulmasını beraberinde getirdi.
Mimarlık, tarih boyunca farklı akımlar etkisinde kalmış ve bu etki altında bulunduğu toplumun karakterini yansıtmıştır. Mimari, irfan yemişlerinin yekûnu olan kültür davasının vücuda gelmiş halidir. Geleneksel İslam mimarisinde çok çeşitlilik bulunur. Abbasilerin, Selçukluların, Osmanlının farklı farklı mimari anlayışları (stilleri) vardı. Bu çeşitliliğin ana sebeplerinden biri “Allah güzeldir, güzeli sever” ölçüsüdür. Çünkü tarihimizde yaşamış topluluklar “hayırda yarışınız” emrini hayatlarında şiar edinmişlerdi. Hep daha güzele, en güzele ulaşma gayreti ve aşkı vardı.
Tolstoy’un Kroyçer Sonat romanında kahramanlardan biri şöyle der:
“Nasıl ki bir adam hipnotize edilerek ona cinayet işletmek suç ise, kötü müziğe müsaade etmek niçin suç değil?” Buradaki roman kahramanı gibi “neden çirkin mimariye müsaade etmek suç değil?” demek istiyorum. Geleneksel İslam mimarisi dışında gelişen akımlarla hiçbir zaman şahsiyetimiz ve ruhumuz uyuşmadı. Hemen bir misal vereyim:
Mimar Vedat Dalokay’ın 1986’da Pakistan’da inşa ettiği Kral Faysal Camii… Açıkça ifade etmek gerekirse böyle cami mimarisi yanlıştır. Mimari geçmişi bünyesinde barındırır ve anlayış olarak her yerde ortaktır. Farklı olabilme hevesi ile yapılan bu caminin İslam mimarisi ile hiçbir şekilde alakası yoktur. Kral Faysal Camii’ne bakılırsa minareler sanki atılmaya hazır balistik füzeleri andırıyor. Peki ya kubbe nerede? Kendimize ait güzel ancak bu kadar çirkin ifade edilebilirdi. Yapıların bozulması, şehir kurgusunun da bozulmasını beraberinde getirdi.
İslami şehir planlamasına gösterilebilecek ilk şehir, Hz. Ömer’in halifeliği zamanında kurulmuş Kufe şehridir. Bu planlamanın merkezinde cami olup, bir okçuya dört farklı yöne ok attırılıp okun düştüğü yerden itibaren evlerin yapılmasına müsaade edilmiştir. Buradaki asıl amaç ezan sesinin geniş muhitlere yayılmasını sağlamaktır. Okların düştüğü yerle cami arasına ise çarşı ve darulimare inşa edilmiştir. Kufe, planlamanın olması açısından ilktir fakat İslam tarihinde şehir planlamasından bahsedilecekse akla ilk gelmesi gereken şehir Bağdat olmalıdır. Çünkü Bağdat ince ince dokunarak, farklı tasarımlar çizilerek, deneme-yanılma yoluyla her adımı kaydedilerek mükemmele yakın bir biçimde tasarlanmıştır. Bağdat, kelimenin tam manasıyla tasarlanmıştır. İslam şehirleri Bağdat modeliyle şehir planlamacılığını ciddi anlamda tecrübe etmiştir.
Bağdat, Abbasi halifesi El Mansur tarafından 8. yy’da kurulmuştur. Şehir inşa edilirken ekonomik, coğrafi ve askeri açıdan fayda sağlayacak ve verimli olacak şekilde düşünülmüştür. 762 yılında imara başlanan şehir 766 yılında tamamlanmıştır. Bağdat tam bir daire şeklindeydi ve çevresi derin hendeklerle çevriliydi. Her anlamda mükemmeliyetçiliği yakalamak isteyen Bağdat’ın, 1258 Moğol saldırılarından sonra her yeri yıkılıp-yakılmıştır. Koca bir şehirden geriye hiçbir şey kalmamıştır.
İslami şehir planlamasında fertlerin hayatına doğrudan müdahale edilmez ve tahakküm altına alınmaz. Günümüz modern mimarlığında ve şehir planlamasında doğrudan doğruya fertlerin hayatına müdahale vardır. Büyük ölçekli şehir tasarımlarıyla daha çok alana ve insana tek tasarım üzerinden tahakküm kurma amacı vardır modernizmde.
Bağdat şehir planlaması kurgu ve tasarım olarak İslam tarihinde mükemmeliyetçi bir yaklaşım olduğunu ifade etmiştik fakat İslam ruhunu yansıtma meselesinde yetersiz kalmıştır. Şehre bütüncül yaklaşım tasarımı tekdüzelliğe çıkarmış ve yapıların kendi başlarına var olma özelliğini ve kendi içerisindeki tekamülünü görmezden gelmiştir. Zamanı ve mekânı bir kalıpta dondurmak gibi adeta! İslam mimarisinin en önemli özelliklerinden biri dinamik olmasıdır. Yani her an değişebilen hayata karşı her an değiştirilebilir olmak. “Allah daima bir şendedir” ölçüsünü yapılarda hâkim kılabilmektir. Bu açıdan Bağdat şehri yetersiz kalmıştır. Pratik ve teoride harika ama ruh konusunda sınıfta kalmış ve acı bir akıbete uğramıştır.
Mimar Turgut Cansever’in “ferdi yücelten, tektoniklerin kübistik bir kümülatif birliği” diye tarif ettiği şey İslam mimarlığının tekilcil anlayışıdır. Yani mimarlık aracılığıyla fertler üzerinde tahakküm kurulmaz ve fertlerin kararlarına doğrudan etki edilmez. İslam mimarisi fertlerin kişisel tekamülünü geliştirmesine yardımcı olur. Tektoniklerin kübistik bir kümülatif birliğinde parataktik tavır vardır. Yani yapılardan biri bulunduğu mekândan çıkarıldığında hayat durma noktasına gelmez, günübirlik işler aksamaz. Cansever bu ifadesiyle İslam mimarlığının dinamik yapısına atıfta bulunmuştur. Batı mimarisinde ise tümel anlayış hakimdir. Yapılar bir bütündür ve hiçbir yapı mekândan ayrı düşünülemez. Sintaktik tavır sergiler, donuk ve hayatla uyuşmaz mimari hakimdir. Napolyon’un askeri bir nizam içerisinde kurguladığı Paris şehri gibi. Meydanlardan biri çıkarıldığında Napolyon’un istediği nihai amaç gerçekleşmez ve isyancılar yönetim merkezini basabilir.
Batının şehircilik anlayışı tasarlanıp kurgulanmışken, geleneksel İslam şehir planlamasında ise tasarımsızlık vardır. Dikkat edilmeli; plan başka şeydir, tasarım başka şey. Plan bir nizamın ifadesiyken tasarım ise değişmez bir donukluğun ve statikliğin ifadesidir. Bu ifade ise gerek İslam mimarisine gerekse de İslam şehir planlamacılığına aykırıdır. Bir misalle izah etmek gerekirse Abbasiler döneminde Türklerin savaşçılık yeteneklerinden faydalanmak için Samarra şehri kurulmuştur. Ordu çapında bir mücadele için hem askeri hem siyasi bir şehir olmuştur. Samarra’nın kurulmasını gerektiren şartlar vardı ve bir plan dahilinde şehir inşa edildi. Keskin hatlarla yapılar şurada olmalı, yollar burada olmalı, su kanalları şu yoldan bağlanmalı gibi tasarıma ait ölçüler yoktu. Şehrin kendi tekamülü sırasında gerekli ihtiyaçlar karşılandı. Hiçbir yapı, birden tepeden inme şekilde inşa edilmedi. Peyderpey, hayat yaşanırken inşa edildi.
Batı şehircilik anlayışı, Antik Yunan’a kadar dayanır ve tasarım merkezlidir şehir planları. Hayatın akışına doğrudan müdahale vardır. Her ne kadar resim için söylemiş olsa da, Picasso’nun şu sözü mimari ve planlama için de haklıdır: “500 yılda öğrendiklerimizi unutmaya çalışıyoruz.” Batılıların unutmaya çalıştığı mimari ve planlamayı, modern mimari adı altında şehirlerimize uygulamak istiyoruz.
Michel Ragon, “Modern olduğu söylenen şehircilik ilkelerinin çoğu kapalı, statik ve donmuştur; yaşamın kurallarıyla tam bir uyuşmazlık addeder” der. Batı şehircilik tarihi özetleyen bir ifade. Batının akıl kaynaklarını Antik Yunan’da aramak gerekir. Büyük Doğu Mimarı Necip Fazıl, Batıyı şu şekil izah etmiştir. “Yunan aklı, Hristiyan ahlakı ve Roma nizamı.” Batı, şehircilik aklını kapalı sistem olması itibariyle Platon’dan almıştır. Çünkü Platon, Yasalar’ında üstü açık cezaevi şeklinde, keskin hatlarla ayrılmış şehir kurmak istediğini söyler. Ragon’un ifade ettiği şey, tam olarak budur. Panofsky ise “Gotik Mimarlık ve Skolastik Felsefe” isimli eserinde şu ifadeleri kullanır. “Skolastik diyalektik, mimari düşünceyi neredeyse mimarlık niteliğini yitirdiği bir noktaya sürüklemiştir.” Skolastik anlayış öncelikle Hristiyanlığı etkileyip daha sonra mimarlığı etkilemiştir. Statiği esas kabul eden skolastik anlayış tonozların işlevselliğinin değişmesine bile neden olmuştur. Hristiyanlık pozitivizmin etkisiyle her sahada bozulmaya uğramıştır. Daha sonra gelen her akım daha da çok bozmuştur.
Aylık Baran Dergisi 12. Sayı Şubat 2023