Yazıda mimari malzemelerin sadece yapısal değil, aynı zamanda ontolojik ve teolojik anlamlar taşıdığı ve dinin mimarlık üzerindeki derin etkisi tarihsel örneklerle açıklanıyor. Hacerü'l-Esved ve Muallak Kaya gibi kutsal taşların dini önemi ve mimari formların sembolizmi ele alınarak, mimarinin insan ruhuna ve kültüre olan etkisi vurgulanıyor.
Mimarlık ve inşaatta ahşap, taş, kerpiç, çelik ve betonarme gibi malzemeler sadece yapısal özellikleriyle değil, ontolojik ve teolojik özellikleriyle de ön plana çıkmıştır.
Roma sanatıyla beraber kiliseler, keşişlerden hacılara geçmiştir. Roma sanatı bir geçiş dönemi görevi üstlenmiştir.
Karolenj kiliseleri ahşap çatılarla örtülüyken, taş tonozlarla örtülmeye başlanmıştır. Bu değişim, dinin -teolojinin- mimarlık üzerine etkisine muazzam bir misâldir. Ahşap çatılar, kilise hacılarının yoğun ilgisine, dar alan oluşturmasından dolayı oluşan büyük kalabalığa cevap verememekteydi. Taş örüntüye geçildiği zaman hem alan genişledi hem de taşın Hristiyanlar üzerindeki psikolojik etkisi daha çok arttı.
Tonoz sistemde yan duvarlar üzerinde büyük yükler vardır. İtme kuvvetinin önüne geçmek için kubbeli kuleler, küçük yan mihraplı kısımlarla güçlendirildi. Böylelikle çapraz sahanların kanatları haç şeklini aldı.
Rene Guenon, Hindistan'da Budizm'in ortaya çıkışını ve Budizm öncesi hiçbir anıtın bulunmamasını mimarlık ile ilişkilendirip, şöyle demiştir:
“Budizm öncesi bütün yapılar ahşaptı, hâliyle gerilerinde hiçbir iz bırakmadan yok olup gittiler. Fakat şu bir gerçek ki, yapılardaki bu tarz değişiklik, gerçekleştiği toplumun genel varoluş şartlarında derin bir farklılığa işaret eder.” (1)
Eski Türkler'de (Doğu Gök Türkler) çadır hayatından yerleşik hayata geçiş, Çin'e olan hayranlığın ve özentisinin bir sonucudur. Kağanlar, Çin'in her yönden taklit edilmesi gerektiğine inanıyorlardı. Bu inançla Budizm dinine geçildi ve tapınaklar inşa edildi. Fakat bu değişim halkta büyük bir tesir oluşturamadı.
Tapo Kağan ve Şapolyo amansız Çin sevdalılarıydı. Saç kesiminden kılık kıyafete ve dine kadar özentilik hâkimdi. Göçebe kültürü gelenek hâline getiren Göktürkler, yerleşik hayata ayak uyduramadı. Tepeden inme bir anlayışla yerleşik hayata geçen Göktürkler, kendi kültürlerini zaman içinde tekâmül edecek şekilde yaşayamadılar. Bu yüzden ömürleri de kısa oldu. Kağanların Çin'e olan hayranlıkları ortadayken, Türkler esas kimliğini Müslüman olduktan sonra oluşturdular.
Din, her zaman mimarlık üzerinde, dolayısıyla da yapı malzemesi üzerinde daima etkili olmuştur. Mekke’de bulunan Hacerü'l-Esved taşı ve Kudüs’te bulunan Muallak Kayası, taşa atfedilen değerin birer göstergesidir. Tabii ki, bu taşların arkasında yatan manevi birçok hadise var. Sıradan taşlar değiller.
İki taşın da birbirine benzer hikâyesi vardır. Hacerü'l-Esved; Hz. Hacer’in, Hz. İsmail’in hikâyesini anlatırken, Muallak Kayası Hz. Sare’nin, Hz. İshak’ın hikâyesini anlatır. Mekke ve Kudüs, iki yüce şahsiyet olan Hacer ile Sare’nin emekleri üzerine kurulur. “Ev, köy ve nihayet kentin kendisi genel anlamda kadının fermanıdır.” (2)
Kenan Makiya, “Kaya” isimli romanında Kudüs’te bulunan kayanın birçok ismi olduğunu yazar. Bazı isimleri şunlardır: “Hacerü'l-Muallak, Kurban Kayası, Davud’un Kayası, Kutsal Kaya, Kadiri Mutlak Kaya, Asırlar Taşı, Yakup’un Kayası, Petrus’un Kayası, Kilise’nin Kayası, Ahiret Kayası…”
Yazar Makiya, kayanın bu isimlerini izah ederken mitolojiden çokça faydalanır. Romanda Ka'b El Ahbar'dan sıkça bahseder. Ka'b El Ahbar, Hz. Ömer’in danışmanı ve aynı zamanda Kudüs fethedildikten sonra şehri teslim almaya Hz. Ömer ile giden, daha sonra Kudüs Vaizi olarak atanan mitolojik anlatımlarıyla şöhret bulmuş bir şahsiyettir.
“Kudüs’ün kalbi Mescid-i Aksa arazisi ise, Mescid-i Aksa arazisinin kalbi de Kutsal Kaya’dır (Muallak Kayası). Bu kaya gerçekten özeldir, hem İslamiyet, hem Hristiyanlık, hem de Musevilik için ayrı yeri vardır. Yahudiler, Mabed Tepesi’nin üzerinde Süleyman Mabedi’nin olduğunu, bu mabedin de zirvesinde bu büyük kayanın bulunduğunu anlatır ve buna Kuruluş Kayası der. (...)
Üçüncü asır Yahudi kaynaklarında şöyle yazar: “İsrail dünyanın merkezidir, İsrail’in merkezinde Kudüs, Kudüs’ün merkezinde Mabed, Mabed’in merkezinde Ahd-i Atik Sandukası vardır. Sanduka’nın önünde de Kuruluş Kayası durur. (...)
Kutsal Kaya’nın üzerine ve etrafına Müslümanların inşa ettiği yapılar, Yahudilerin bir kısmını fazlaca rahatsız etmektedir. Çünkü bu yapılarla Müslümanların, bekledikleri Mesih’in gelmesini engellemeye çalıştıklarını düşünmektedirler. Nitekim 1847’de Kudüs’ü ziyaret eden Bünyamin Lilienthal isimli bir haham, havada asılı durumda olan taşın yere düştüğü günün, Mesih’in gelişini haber vereceğine inanıldığını ve Türklerin buna engel olmak için taşın altına destek koyduğunu anlatır. (...)
Yahudiler, Hz. İbrahim’in, oğlu Hz. İshak’ı bu kayanın üzerinde kurban etmeye çalıştığına inanırlar.” (3)
Hacerü'l-Esved taşının lügatteki karşılığı “siyah taş”tır. Kâbe’nin Hz. İbrahim tarafından inşası sırasında, tavafın başlangıç noktasını belirlemek üzere bu taşı koyduğu tarihçiler tarafından ittifakla kabul edilmiştir. Bu taş hakkında sembolik birçok hikâye rivayet edilmektedir. Bu rivayetlerden en çok bilineni ise; Hacerü'l-Esved’in cennetten indirildiği, Nuh tufanı esnasında Ebu Kubeys dağında korunduğu ve Hz. İbrahim’in Kâbe’yi inşa ettiği dönemde oradan getirerek yerine koyduğu şeklindedir.
İbn-i Abbas’tan şöyle rivayet olunmuştur: “Bu Rükn-i Hacerü'l-Esved, Allah’ın yeryüzündeki sağ koludur. Allah, onun vasıtasıyla kulları ile kişinin kardeşi ile musafaha ettiği gibi musafaha eder.”
Hacerü'l-Esved, hacılar için yörüngede güneşin etrafında dönen gezegenler gibi merkezi konum belirtir. Hacerü'l-Esved güneş, hacılar ise gezegenler gibi döner dururlar. Arz'ın altında ve üstünde her şey dinamiktir, hareket eder.
Haremeyn'e Müslümanlardan başkasının girmesi yasaktır fakat kisve-i İslam’a bürünüp Haremeyn’e girmeyi başaran Batılı seyyahlar, “Müslümanlar, Arap putperestliği bakiyesi olmak üzere Hacerü'l-Esved’e tapıyorlar.” yalanını günlüklerine not etmişlerdir.
Yapı malzemelerinin yapısal özellikleri kadar ontolojik ve insanın psişik hâlleri üzerine de etkisi vardır. Her malzeme kendi varlığıyla oluşunu gerçekleştirir ve insanın duygu ve sezgilerine doğrudan etki eder. Malzemenin kendisi teolojik bir hadisedir.
“Pugin, Yunan mimarisi karşısında Gotik mimarinin üstünlüğünü önerir, çünkü Yunan mimarisi pagandır, ahşap formların kagir formlara kuraldışı tecrübesidir.” (4)
Batı mimarlığında her şey teolojik ufkun içindedir. Gelişen bütün akımlar, malzemelerdeki değişimler, hepsinin temel nedeni dindir.
Teolojik anlamları yalnızca malzemelerle değil; simge ve figürlerle de gerçekleştirmişlerdir.
“Temel figürler çember, kare ve haçtır: bunların birbirleriyle ilişkisi, her şeyin kendisinden doğduğu başlangıcı, yani noktayı temsil eden merkez tarafından belirlenmiştir. (…)
Sembolik düzeyde çemberin kareleşmesi biçim değiştirme anlamına gelir. Kare, zıtların mantığıdır. Kuzey/güney, doğu/batı. 1 (vahdet ve özdeşlik) ve 3 (teslis) sayılarının toplamından meydana gelen kare, vahdet ve kutsallıktır.” (5)
İncil’de anlatıldığı şekli itibariyle; Yahudilerce İsa’nın beklenen Mesih olduğunu bilen 12 havariden biri olan Simon'dur. Onun bu tanıklığı üzerine İsa, Simon’a “kaya” anlamına gelen Petrus adını verir. İsa, daha sonra havarilerine bu kaya üzerine kilisesini inşa edeceğini söyler.
Katolik Kilisesi, İsa’nın bu sözlerine dayanarak Petrus’u ilk Papa olarak kabul eder. İlk kilise de Antakya’da bir kaya üzerine oyulmuş oldu. Kayaların oyulup kilise yapılması ve sağlam – muhkem kayalar/taşlar üzerine inşa edilmeleri fikrinin temelinde İsa’nın “Ben kilisemi kayaların üzerine inşa edeceğim.” ifadesi yatar.
Kutsal olan her şeyin temelinde din olgusu ve telakkisi vardır. Hiçbir barınak yapılmamış olsun ki, üzerinde dinî inancını tüttürmemiş olsun.
Faydalandığım Kaynaklar
1. Rene Guenon, Modern Dünyanın Krizi, Kapı Yay, 1. Basım, 2022, s.31
2. Lewis Mumford, Tarih Boyunca Kent, s.24
3. Talha Uğurluel, Arzın Kapısı Kudüs, s.35-37
4. Roberto Masiero, Mimaride Estetik, Dost Kitabevi Yay, 2006, 1. Basım, s.141
5. A.g.e, s.57-59
Aylık Baran Dergisi 28. Sayı, Haziran 2024