Dünya’da bir hadise cereyan eder ve bundan Amerika, Avrupa, Yahudi Devleti ve İran nemalanırsa, bilin bakalım kim kaybeder?

Fısk ve fitnenin din ve ideoloji suretine bürünerek devletleştiği Şiî İran ve Siyonist İsrail ekseninde, Haçlı Anglosakson prodüksiyonunda sergilenen cambaza bak gösterisini, hafta sonu bütün dünya ile beraber seyrettik.

İsrail, Suriye'deki İran konsolosluğu ve büyükelçilik konutuna saldırı düzenlemişti. Saldırıda 13 kişinin öldüğü açıklanmış, ölenler arasında İran Devrim Muhafızları komutanlarından Tuğgeneral Muhammed Reza Zahedi'nin, ikinci bir general ile beş mensubu daha bulunduğu duyurulmuştu. O günden itibaren İran, İsrail’in hamisi konumunda bulunan Amerikalı ve İngilizlerle istişarelere başlamış ve bu saldırıdan “nasıl nemalanırız” sorusuna karşılıklı cevap aranmıştı.

Neticesinde, peşreviyle nam salmış, güreşte sırtı yerden kalkmayan İran, “’tanrı’yla güreştiği ve onu alt ettiği” iddiasındaki Siyonistlere günü, saati, güzergâhı ve hedefi belli 100’den fazla silah ateşledi. Bu operasyona verdiği “Gerçek Vaad” isminden de anlaşılacağı üzere, Şiîler, hakikaten de vaatlerini yerine getirdiler. İran cambazı üzerine çıktığı ipin bir ucundan diğer ucuna kadar sorunsuz geçerken, dünya, diğer bütün hakikatlerden yüz çevirip Şiîlerin tiyatrosunu seyre daldı.

İran rejiminin tashihi

Amerika ile İsrail, Kasım Süleymanî’den beri İran rejimi içindeki bir kanadın tasfiyesiyle meşgûl. Anlaşılan o ki, İran’daki Molla rejiminde söz sahibi konumunda olanların büyük bir kısmı da bu tasfiyeden memnun. Hattâ bu tasfiye işine istihbarat sağlanması noktasında belki de irtibatlı ve iltisaklılar. Biz öyle sanıyoruz ki, İslâm âlemini doğu batı istikametinde bölmekle vazifelendirilmiş İran’da, Kasım Süleymanî ve ekibi bu işi kendi başlarına yaptıkları yahut yapabilecekleri vehmine kapıldı ve misyonlarının dışına çıkmaya, kendi ajandalarını işletmeye kalktılar. Sonra da sahibinin sözünü dinlemeyen köpekler gibi itlâf edildiler. Şimdilerde yapılan saldırılar aynı gayeye matuf gerçekleşiyor. Kendi varlığının Anglosakson-Yahudi ittifakının bölgedeki varlığına muhtaç olduğunun şuurunda olan Molla rejiminin diğer paydaşları ise bu saldırılardan memnuniyet duyuyor. Şuradan belli, dün Kasım Süleymanî öldürüldükten sonra nasıl Amerika ile anlaşıp Irak’ta önceden boşaltılan askerî üsleri vurdularsa, şimdi de her şeyi baştan sona karşılıklı olarak planlanmış bir saldırı ile İran yine kurusıkı atıyor.

Cereyan eden hadise bu. Şimdi gelelim, bu dev prodüksiyondan tarafların nasıl nemalandıklarına.

İran

Önce İran ile başlayalım. Amerika’nın Irak’ı işgaliyle beraber bölgede elini Müslüman kanına daldıran Şiî İran, Suriye iç savaşında içi kırmızı astarlı, dışı siyah, dik yakalı peleriniyle beraber dört dörtlük bir vampire dönüşmüş, onun yalnız Müslüman kanı içen kanlı bir katil olduğu imajı tüm dünya tarafından benimsenmişti.

Yine aynı dönemde, İran’dan Akdeniz’e bir Şiî hilâli tesis etmek adına milletin bütün servetini bu işe vakfeder görünürken, zenginliğin Molla rejiminin cebine aktığının anlaşılması iç düzeni tahrip etmişti. Statükoyu muhafaza edebilmek ve tepkinin sebebini saptırmak için sapkın kanunlarının tatbikini sıkılaştırmak yoluna giden rejim, hadiseyi bir takım baldırı çıplakların kıçını da açmak talebine mahkûm ederek ülkeyi bir iç savaştan döndürmüş, statükoyu muhafaza etmesini bilmişti.

Bütün bunların üzerine geçtiğimiz aylarda gerçekleşen seçimlerde sandıktan galip olarak boykotun çıkması, Molla rejimi için işleri tekrar sorunlu bir noktaya taşımıştı.

 Böyle bir konjonktürde, bir taraftan Haçlı-Siyonist ittifakı İran rejimini tashih ederken, diğer taraftan Gazze’de yaşananlar karşısında Irak ve Suriye’de yaptıkları her gün suratına bir tokat gibi çarpılırken, cambaz olup ipe çıkmak elbet İran’ın işine geldi. Böylelikle senelerdir en çok tepki aldıkları “hep Müslüman öldürüyor, İsrail’e saldırmıyor” eleştirisine cevap verdiler, bölgede sürekli ateşe sürdükleri vekillerinin kendilerine olan bağlılıklarını tazelediler, toplumlarının Gazze’de yaşanan vahşete karşı olan öfkesini de bu saldırı ile istismar etmek suretiyle meşruiyetlerini sağlamlaştırdılar.

İsrail

Siyonistler için Gazze’de ne kadar masumun öldüğü, aç kaldığı, susuz kaldığı gibi bir mesele söz konusu bile değil. Bu vaziyet karşısında Müslüman memleketlerden gelen açıklamalar da zerre kadar umurlarında değil, neticede maddî manada hiçbir yaptırım görmüyorlar. Tüm bunlara mukabil, Yahudileri oraya diken ve ardından muhafaza eden Batı’dan yükselmeye başlayan ses, onlar için son derece ürkütücü. Siyasî düzenin kaynağı, şekli, doğruluğu yahut yanlışlığı her ne olursa olsun hâkimiyet meşruiyete muhtaçtır. Milletlerarası siyaset muhakkak ehemmiyetlidir; fakat meşruiyet tartışmaya açılır ve iş bir varlık yokluk noktasına doğru seyretmeye başlarsa, kimse kendi dışında olanın gözünün yaşına bakmaz. Anglosaksonlar ve Latinler Yahudilere karşı son derece öfkeliler. Germenler de öfkelilerdir belki; fakat onlar İkinci Dünya Savaşı sırasındaki toplama kampları üzerinden öylesine hadım edilmişler ki testosteron hormonu salgılayamadıkları için öfkelerini gösteremiyorlar. Hâsılı kelâm, İsrail’e yönelik kar topu misali büyüyen tepkinin bir noktada durdurulması gerekirdi.

Esasında İsrail’in izlediği politika kötülerin en kadim huyunun siyasete dönüşmüş hâlidir. Hani biri kendi kötülüklerini masumlaştırmak için hemen başka bir kötünün kötülüklerini ön plana çıkartır ya, o hesap. Batı’nın Ortadoğu’da İsrail’den sonra bir numaralı müttefiki olan, buna karşılık Batılı toplumların zihnindeyse öcüleştirilmiş İran’ın İsrail’e saldırma teşebbüsü, Yahudiler için bulunmaz nimettir. Cambaz dedik ya… İran ipte salına dursun, herkes ona bakarken, onu konuşurken, İsrail’in Gazze’de işlediği ve işleyeceği bütün cürümler, vahşet gölgede kalsın. Batılılar da vicdanlarında Yahudilerin vahşetine teselli bulsunlar…

Amerika

Amerika’nın banisi olduğu dünya düzeninin kamu hukuku, Amerika’nın himaye ettiği İsrail tarafından delik deşik edildi. Aklı başındaki Amerikalı siyasîler, ki bunlara kimi Yahudi siyasetçiler de dâhil, bu vaziyet karşısında artık seslerini yükseltiyorlar. Siyasetçilerin yanı sıra Amerikan toplumunda Gazze’de yaşananlara karşı büyük bir tepki var. 5 Kasım’da Amerikan seçimleri yapılacakken, İsrail’in sergilediği mezalime daha fazla seyirci kalmaları mümkün değil; fakat yine aynı seçimler dolayısıyla para pınarının başını tutan Yahudileri ürkütmek de onlar için söz konusu değil. Terazinin kefelerinin denk geldiği yerde bir tarafa üçüncü bir ağırlık çıkartmak gerek. İran ise bu iş için biçilmiş kaftan. Neticede İsrail’in bölgedeki varlığı Amerika için taktik değil, stratejik bir konu. İsrail düşerse petrol, petrol düşerse dolar, dolar düşerse Amerika düşer.

Avrupa

Gelelim Amerika ile beraber Avrupa’ya. Onlar için en ehemmiyetli konu hâlen mülteci meselesi. Biz dünyaya bakarken nasıl denizler, dağlar, göller, ormanlar, şehirler, topluluklar görüyorsak, Avrupalılar baktığında yalnız mültecileri görüyorlar. Onların Gazze meselesinin künhünü de, İsrail eğer ki Gazze’yi işgal edecek olursa meydana gelecek göç dalgasının ne olacağı teşkil ediyor. Bu noktada İsrail’in Aksa Operasyonu karşısındaki başarısız işgâl girişiminin sona ermesi ve Siyonist rejimin nefes almasını sağlayacak bir ateşkes ortamının “yiğitliğe bok sürdürmeden” gerçekleşmesi için bir sebebe ihtiyaç vardı. İran’ın bu “saldırısı” ile beraber Siyonist Yahudiler bu bahaneyi bulmuş oluyorlar ve bir taraftan çekilirken, diğer taraftan hava saldırıyla “meşru” bir şekilde Gazze’deki masumlar üzerine ölüm kusmaya devam ediyorlar.

Türkiye

Türkiye işin başında Büyük Ortadoğu Projesinin bir parçasıydı. Bu proje patladı da çok şükür ikinci bir İran olmaktan kurtulduk. Sonra “sıfır sorun” politikası izlemeye başladı. Arab Baharı ile beraber bu siyasetin sürdürülemeyeceği ortaya çıktı ve “değerli yalnızlık” politikasına geçildi. 15 Temmuz’da Arab Baharı’nın dalgaları Anadolu kıyısına ulaşınca, bu sefer aktif bir dış siyasete geçildi ve Suriye’deki askerî operasyonlar gerçekleşti. O zamandan beri de kınamakla itidal tavsiye etmek arasında, arabuluculuk yapmaya çalışan çöpçatandan hallice bir siyasetimiz var. Bir iddiası olmadığı için bölgede yaşananlar Türkiye’yi pek de alâkadar etmiyor açıkçası. Tam saha kınama yahut itidal tavsiye etmeye devam ediyoruz. İmkân bulursak itina ile ara da buluruz…

Kazanan, Kaybeden

Dünya’da bir hadise cereyan eder ve bundan Amerika, Avrupa, Yahudi Devleti ve İran nemalanırsa, bilin bakalım kim kaybeder?

Bize kalırsa Müslümanların yaşanan son hadiseden tek kazancı, İsrail’e istenildiği takdirde saldırılabildiğinin ortaya çıkmış olmasıdır.

***

Not: Bilhassa Türkiye’deki destekçilerinin İran’ı aklamak üzere yapılan saldırının ve hatta Hizbullah’ın da yapmış olduğu “saldırıcık”ları kendisinden daha büyük bir bütüne bağlamak ve bunlara ehemmiyet atfetmek üzere izledikleri bir yol var. Neymiş, Hizbullah atışlarıyla Demir Kubbe’nin çalışma mantığını çözmeye çalışıyormuş… Neymiş, İran’ın bu saldırısının gayesi İsrail vurmak değil de savunma stratejisini çözmekmiş... Zırtapozlara bak sen. Bunun için bu kadar masrafa, ateş ve barut kokusuna ne hacet var? Gelin biz size o savunma sisteminin nasıl aşılacağını hemen anlatalım. Karşılığında para pul da istemiyoruz ha, vurun yeter ki, sahtekârlık yapmayın. Buraya kadar gelemiyorsanız, Hamas’a mail atın, telefon açın. Onlar biliyorlar, yaptılar!