Cemal Paşa, Ulu Hakan Abdülhamid Han’ı tahttan indiren Enver ve Talat Paşa ile birlikte üç kudretli paşadan biridir. Cemal Paşa’nın görev yeri şark tarafı, Kudüs şehridir. Cemal Paşa üç din tarafından kutsal görünen ve şu an da İsrail tarafından zulme uğrayan Filistinli kardeşlerimizin olduğu diyarda 4. Ordu Karargâhında görev yapmaktadır. Falih Rıfkı Atay ise 1912 yılında sadaret makamında kâtip, Tanin Gazetesi’nde bir muharrirdir. Dahiliye Nezareti’nde Talat Paşa’nın hususi kalem memurluğunu yaptıktan sonra 4. Ordu Karargâhı İkinci Şubesinde, bütün siyasî ve idarî işlere bakan bir görevle Cemal Paşa’nın yanında bulunmuş biridir.
Rıfkı Atay harbin son aylarında görev yaptığı bölgedeki izlenimlerine dayalı “Ateş ve Güneş” adlı eseri yazdığını ve bunu bastırmadan önce Cemal Paşa’ya okutması için verdiğini ifade ediyor. Cemal Paşa’ya yayınlamasını uygun bulup bulmayacağını soruyor. Eseri hakkında fikrini almak istiyor. Cemal Paşa okuyunca “Bastırmasanız iyi olur.” diyor. Yazar da, eserde Cemal Paşa’ya fazla bir yer vermediği için “Bastırmasanız iyi olur.” cevabını aldığını söylüyor.
Doğru ise, ne acayip bir benlik ve gurur, eser güzelse beni yazmış yazmamış ne fark eder; yeter ki, millet irfanında yer etsin, milletin kültür hazinesine katkısı olsun…
Cemal Paşa apoletleri sökülmüş bir asker gibidir. Yüzyıllardır Osmanlı hâkimiyetinde bulunan toprakları kaybetmiştir. Bunca mağlubiyet ve yanlışlarla dolu hayatında derdi acı ve ızdırap dolu bir nefs muhasebesi yapmaktan öte kahramanlık payesi almak olmuştur.
Bu girişten sonra Zeytindağı kitabına gelirsek... Kitapta geçen bazı bilgileri parça parça aktarırken bazılarını da yorumlayacağız.
Yazarımız oldukça yorgun düştüğü ve nerdeyse parasız kaldığı uzun bir yolculuktan sonra bir Alman misafirhanesinde kurulmuş olan karargâha varır varmaz, Cemal Paşa’nın sakallı ve sert profiliyle karşılaşır. Cemal Paşa, Nablus eşrafından birilerini idam ile korkutmakta ve yine merhamet ettiğini söyleyerek, onları köklerinden koparıp Anadolu tarafına sürmekle cezalandırmaktadır.
Meşrutiyet Mehmet Akif Ersoy, Said Nursi gibi İslâmcıların da desteklediği, Gayrimüslimlerin hararetle istediği, Osmanlı coğrafyasına özgürlük, eşitlik ve adaleti getirecek bir sistem değil miydi? Peki bu meşrutî idarede adalet nerede? Adalet nerede aranır, nerede tecelli eder? Elbette mahkemelerde. Kolluk kuvvetleri ne yapar? Adaletin emrinde adaletin yerine gelmesi için görev yapar. Burada görüldüğü üzere, dönemin meşrutî idaresinde ise insanlar hakkında adaleti yerine getiren, cezayı veren Cemal Paşa, mevzu bölgenin yöneticisi... Yargı müessesesi ile irtibatı olmayan bir şahıs...
Yine 1915-1918 bölümünden... Osmanlı’ya hürriyet, eşitlik ve adalet getireceğiz diyen İttihat ve Terakki lideri Cemal Paşa aldığı mağlubiyet sonrası gazete yazılarını okuyor, kendi aleyhinde bir yazıyı gördükten sonra telefonla polis müdürünü arayıp “Neşriyata niye dikkat etmiyorsunuz!” diyor. Anlaşılan o ki zatı şahaneleri basın ve yazılarına ayar çekmektedir. Anlaşılan o ki, o dillerine doladıkları basın hürriyetinin o devirde de çoğu defa olduğu gibi adı var kendi yoktur.
Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın yerine Rauf Orbay atanmıştır. Cemal Paşa altında kullandığı devlete ait arabayı vermemekte. “Bu araba bana hediyedir ve kendi malımdır.” demektedir. Devlet adamına hediye ne demek ve devlet adamına verilen hediye devlet işlerindeki teamüle göre kendinin olabilir mi?
Parasız kalan Cemal Paşa, Enver Paşa’nın kendisine ve Talat Paşa’ya para verdiğini, bu paradan bir kısmını üç muharrire vermek istediğini söylüyor. Sebebi ise şimdiki basın camiasının da ruhunu ele verici... Beni müdafaa etsinler diye… Satılmış basın ve basını satın alan, milletin vicdanına yaslanmayı bilmeyen siyaset ehli demek ki şimdiye mahsus değil.
Bazı Hatıralar, Kukla ve Lider
Falih Rıfkı bu bölümde çok dertlidir. Derdi, devlet iktidarını ele alıp da yönetimi eski devir insanlarına bırakan İttihat ve Terakki’dir. Eski devir insanları dedikleri tabiî ki İslâmî kimlikli insanlardır. Ona göre İttihat ve Terakki bir türlü kendi adamlarından sadrazamlığa layık olan birisini bulamamıştı. Mahmut Şevket Paşa ve Said Halim Paşa eski devir insanlardı. Falih Rıfkı, Tanin Gazetesi’nde oldukça dolgun maaşla muktedirlerin sözcülüğünü yapmaktadır. Talat Paşa ile tanıştığında Talat Paşa ne kadar maaş aldığını sorar, “On lira” cevabını alır. Talat Paşa, “Çok yahu… Biz senin yaşındayken iki altına takla atardık.” der. Falih Rıfkı daha sonra Talat Paşa’nın hususi kalemi olacak ve birlikte çeşitli seyahatlerde bulunacaklardır.
Falih Rıfkı kitapta Enver Paşa ile ilgili gayet sarih ve tenkit eder şekilde konuşurken yanında görev aldığı Cemal ve Talat Paşa hakkında derinlikli bir tahlilde bulunmaz, onlar hakkında olumsuz bir duygu ve düşünce belirtmez.
İttihat ve Terakki’nin üç adamından biri olan Talat Paşa’dan fikrî olarak aktardığı sayılı sözlerden biri şu olmuştur: “Biz devlet sosyalizmi yapmalıyız.”
Ne kadar acı ve sefil bir durum. Hiçbir derin fikre yaslanmadan, dışarıdan duydukları fikirleri sorgusuz sualsiz alan, bu haliyle iktidar olup neyi nasıl yapacaklarından habersiz insanlar güruhu… Dışarda ne varsa almaya hevesli çocuk psikolojisi…
Şunu aktarıyor Falih Rıfkı: Tanin’de çalışırken bir akşamüstü Babanzade İsmail Hakkı baş makalesini bize teslim etti ve dedi ki: “Bunun neşrolunup olunmayacağını kabine toplantısından sonra Dahiliye Nazırı Talat Bey’e sorarsınız. Eğer zamanı değilse, Talat Bey’den bir başmakale konusu ister, siz yazarsınız.”
“Biz senin zamanında şu kadar paraya takla atardık.” diyen bir şahıs Talat Paşa. Hangi büyük lider böylesi bir söz söyler? Lider, etrafına her an duruşu ve bakışıyla ışık saçar. Etraf liderden aldığı bu ışıkla davranış kalıbı edinir ve işlerinde ideal çizgilere bir yol bulmaya çalışır. O Talat Paşa neşriyata yön veren mevkide... Basında bulunan insanlar yazılarını tasdik ettirmek için, kötü ve yanlış bir duruma düşmemek için yazılarını önceden muktedirlere gönderiyorlar. Muktedirler dolgun maaş tahsis ettikleri kimselerin gönderdiği yazıları okuyorlar. Alın size Abdülhamid’in istibdad döneminden (!) basın özgürlüğüne ulaşmış memleket!
Bir Tanışma ve Diktatör
Falih Rıfkı üç paşadan kendine en uzak olarak Enver Paşa’yı görmekte. Fakat ne yazık ki bunlar içerisinde en güçlü olan, dizginleri elinde tutan, gündemi belirleyen Enver Paşa’dır. Kendisi saraydan Naciye Hanımla evlenmiş ve ona sırılsıklam aşıktır. Atay’a göre; Talat ve Cemal Paşa kendi hissiyatına yakın liderler olsa da davranış kalıbı ve tarzlarıyla şarklı kalıp bu zihniyeti yıkamamış insanlardır. Gözünde kurtarıcı olan ise rütbesi henüz bu zatlardan küçük olan Mustafa Kemal’dir.
Falih Rıfkı’ya göre ülkenin kurtulması Alman zaferiyle mümkün değildi. Hatta Almanlardan ve Enver Paşa’dan kurtulmak lazımdı.
“Adeta savaşı kaybetsek daha iyi olur.” der gibidir. Savaş kazanılırsa Enver Paşa daha çok yükselip millet gözünde sevilecek, iktidarını daha da pekiştirmiş olacaktı. Bu durumda Falih Rıfkı’nın muradı hasıl olmayacaktı.
Savaş
Falih Rıfkı Tanin Gazetesi’nde yazılarına devam etmekte, Garpçılık davasını gütmektedir. Ona göre Osmanlılıktan ümit kesilmiştir. Yazar Türkçülüğü dilce zevksiz, milliyet anlayışı ile Asyalı buluyor. Ümidi ordu içerisinde yenilikçi bir kalkınma hareketi.
Enver Paşa disiplinliydi. Bir şahıs, Falih Rıfkı’ya Merkez Umumi’nin sivil çeteler oluşturduğunu ve bu çeteye bildiklerinin kumanda ettiğini, dahil olmak istiyorsa gidip Dr. Nazım’ı görmesini söylüyor. Falih Rıfkı sivil askerliği tercih ediyordu. Bunun üzerine yazar Dr. Nazım’ın yanına gider ve meramını anlatır. Dr. Nazım gülerek “Biz çetelere hapishaneden adam alıyoruz.” der.
Evet, hapishaneden adam çıkarıp kullanmak ve bu insanları kendi emelleri için türlü faaliyetlere sürmek, aklımıza direkt 12 Eylül’ü getirse de, sadece yakın tarihin karanlık Türkiye’sine has bir vaziyet değilmiş. Malûm 12 Eylül sonrası hapishaneden kaçırılan ve derin devlet tarafından kullanılan tipler mevcuttu. Ve bu tipler bir de kahramanlaştırılırdı.
Portreler
O zamanlar Halide edip Ermeni politikasını tenkid eden birkaç kişinin başında idi. Ziya Gökalp, Türk Ocağı’nda konferans vermiş olan Hamdullah Suphi’ye ferdiyetçi, Halide Edip’e ise bozgun edebiyatı yapıyor diye iyi bakmıyor. Ziya Gökalp’e göre bu kişiler ocaktan uzak tutulmalı. Fakat Cemal Paşa ise bu iki kişiye sahip çıkıyor.
Cemal Paşa Suriye’yi Osmanlılaştırmak için Amerikan ve Fransız kolejine benzer bir okul açarak yöre çocuklarını eğitme derdindeydi. Bunun için terbiyeci ister. Gelen terbiyeciler içinde Halide Edip de vardır. Yolda Bahattin Şakir’le Halide Edip, Falih Rıfkı vesilesi ile tanışırlar. Halide Edip “Beni bu katille niye tanıştırdın?” derken Bahattin Şakir de Falih Rıfkı’ya “Senin gibi temiz gençleri, bu kadınla temas etmekten menetmelidir.” der. Yolda giderken Halide Edip Suriye’ye muhtariyet verilmesi fikrini müdafaa eder.
Halide Edip Beyrut’taki okulun ihtiyaçlarını karşılarken, Cemal Paşa’ya rağmen, okulun içindeki kiliseyi de olduğu gibi saklar.
Osmanlı Müslüman ve Gayrımüslimlerden oluşan bir ahaliden müteşekkildi. Münevver Ayaşlı’nın hatıralarından gidersek Halide Edip’in görev aldığı bu okulda Arap çocukları Türkleştirilecekti. Halide Edip, burada Yahudileri metheden bir tiyatro oynatmıştı. Kilisenin de olduğu gibi kalmasına müsaade etmişti.
Yanlış Kapı
Cemal Paşa hicret eden Ermenileri bana bırakın, onları Suriye içlerine oturtayım ve onları koyu Araplığa karşı bir teminat olarak kullanayım derdindeydi. Cemal Paşa’nın Ermenileri bu koruyucu politikasına, Halide Edip de pek taraftardı. Bahattin Şakir ve arkadaşları ise Cemal Paşa’yı suçladılar.
Cemal Paşa, İstanbul’dan Van Harp divanına gönderilen iki Ermeni milletvekilini, Zöhrap’la Vartekes’i kurtarmak için de Talat Paşa ile uzun yazışmalarda bulundu. “Bunları bırakınız Lübnan’a göndereyim, hiçbir ziyanı olmaz.” diyordu. Fakat bu süreçte Çerkez Ahmet ve Nazım çetesinin Zöhrap’la Vartekes’i yolda öldürmüş olduklarının haberi alınıyordu. Bu durumu Cemal Paşa hazmedemedi.
Çerkez Ahmet Mizan Gazetesi yazarı Zeki Bey’in katili olan iki fedaiden biriydi. Cemal Paşa ısrarla bu iki kişinin kendisine teslim edilmesini istedi. Talat Paşa “Nihayet, bu vesile ile bunlardan kurtuluruz.” dedi ve bu iki arkadaş Şam’a gönderildi. Çerkez Ahmet ve Nazım’ın çantalarında kadın yüzüğü, küpe ve mücevher bulundu. Bu iki serserinin bir ideal için fedakârlık değil, zengin olmak için cinayet işlemiş oldukları belli oldu.
İttihatçı ekip ülkeye Fransa’dan aldıklarıyla Selanik merkezli olarak başlattıkları hareketle hürriyet, eşitlik ve adalet getireceklerdi. İşlerini gördürmek için birtakım tipleri kullanmakta pek mahirlerdi. Örneğin basını susturmak gibi… Mizan gazetesi yazarını birilerini kullanarak öldürtüyorlar ve birçok şahsı başka başka yasadışı işlerde kullanıyorlardı. Daha sonra işleri bitince sümüklü mendil gibi atıyorlardı. İki milletvekilinin öldürülmesi dış dünyada çok tepki çekince adaletli olduklarını göstermek için kullandıkları bu şahısları cezalandırabiliyorlardı. Güya cinayeti zengin olmak için yapmışlar... Oysa emri veren İttihatçı kurmaylar... Nitekim günümüzde öldürülen gazeteciler nasıl öldürüldü? Aklıma hemen Abdi İpekçi geldi. Abdülhamid diktatör, bunlar ise özgürlükçü öyle mi?
Baran Dergisi 732.Sayı