Herşeyin muvazanesini kaybettiği devrimizde kitap ve yayın piyasası da başı bozukluk arzetmektedir. Burada mevzumuz, dışımızdaki kitap ve yayınlar değil, İslami olarak görünen kitap ve yayınlardır. Maalesef bu piyasada, enva-i çeşit sapık, mezhepsiz, itikadı bozuk, fitne ve fesad dolu, Sünnet ve Cemaat ehline mugayir, din büyüklerine dil uzatan… vs. kitaplar boy boy vitrinleri süslemektedir. Bazı kardeşlerimiz ve bacılarımız da İslami (!) yayınevlerinde İslami (!) eserler satılır anlayışıyla, bu eserleri, ne tür bir zehir kustuğunu bilmeden almakta ve okumaktadır. Dolayısıyla okudukça doğru yola ulaşacakken bidat yollarına düşülmektedir. Nisbet edeceğin doğru bir yol ve İslam büyüklerinin yol göstericiliği olmadan rasgele okumanın sonu helaka çıkmaktadır. “Kitap yüklü merkep” durumuna düşülmektedir. Mesela: Zemahşeri çok büyük alimdi, ilimini herkes takdir ederdi. Ama ne faydaki kendisi sapık kollardan olan mutezile mezhebindendir. Hz. Ali’ye ait “Faydasız ilimden Allah’a sığınırım” sözünü burada hatırlamakta yarar var.

İslama yeni gönlü ısınmış bir genci düşünün. İslam adına hiçbir bilgisi yok. Bu kişi cami avlularında namaz hocasından başka bir kitap bulamayınca doğru, İslami (!) kitabevi denilen aslında İslami hiçbir kaygı taşımayan tüccar zihniyetli yerlere gidiyor ve oradaki vitrinlerde boy gösteren doğru yola uygun öğretici ve faydalı eserler yanında sapık ve yanlış fikirlerle dolu eserlerle karşılaşıyor. Ve İslâm’ı öğrenmek gayesiyle eline gelen bir kitabı alıyor. İyi niyetli ve teslim olmuş bir şekilde okuyor ve mesela, Hazret-i Muaviye’nin ne kadar (haşa) zalim ve şeytan olduğunu öğreniyor. Öyle ya, İslami (!) yayınevinden İslami (!) kitap aldı. Niye inanmasın. Peşinden gelip başka bir eser alıyor. Mezheplere gerek olmadığını, Allahın bize aklı boşuna vermediğini dolayısıyla, araştırıp kaynağından kendisinin yapması gerektiğini okuyor ve hak (!) da veriyor. Ondan sonra din büyüklerini karşılaştırıyor. Okuduğu mezhepsiz sapık eserlerin de teşvikiyle kendi fikir (!) ve değerlendirmelerini (!) doğru buluyor. Ondan sonra sapıklık arsası uçsuz buçaksız. Kes kesebildiğin kadar. Şiilikten, reformculuktantan, vehhabilikten, tenasühçülükten, .vs. seç seçebildiğin kadar. Hepsinin tek özelliği Sünnet ve Cemaat Ehli ‘nin dışında olması. Bu anlayış (!) taki kişiler bir de ayet ve hadis okuyup yorumlar yapmaya kalkıyorlar ki asıl cinayetler peşisıra geliyor. Ayet ve hadisleri kendi nefsî ve indî anlayışları seviyesine indirip izahlar getirmeleri tamamen fecaat.
Kitaplar üzerine arap alfabesiyle ayetler yazmak, dini figürler koymak, o kitabın doğru bir İslam itikad ve ölçüsüne uyduğunu göstermez. Sadece şekille iş bitmiyor. Mühim olan muhtevadır. Bol bol ayet mealleri kullanmak, İslâm kelimesini sıkça zikretmek doğru yolda olunduğuna dair deliller değildir. Mühim olan görüntü değil görüntünüz altında yatan asıl sebep ve gayedir. Tarihte nice sapık kollar görülmüştür ki ibadet etmekten alınlarında nasır çıkmıştır. Fakat itikadlarındaki sapıklıkları onları küfre kadar vardırmıştır. “Kim pazarlıksız Allah ve Resulu diyorsa biz ondanız, o da bizdendir” prensibini güden İBDA bağlıları, Allah ve Resûlüne küfür cephesinden karşı olanlarla savaştığı gibi sapık kollarla da savaşmayı kendine borç bilmiştir. Mesela: Resul’e tabi olurum ama sahabenin bir kısmını reddetmek şartıyla, Kurana inanırım ama mahluk demek şartıyla, hadisleri kabul ederim ama Ehli Beytin rivayelerine uymayanları reddetmek şartıyla… gibi pazarlıklarla Allah ve Resulune tabi olunması gibi pazarlıkları kabul etmiyoruz.
İmam-ı Gazali hazretlerinin yaşadığı devir bizim devrimize benzemektedir. O devirde de din tahripçileri, bidatçılar alabildiğince ortalığı kaplamış, İslâm’ın nurunu karatmışlardı. İşte bu ortamda İmam-ı Gazali tüm sapık yollarla mücadele etmiş ve din ilimlerini ihya etmiştir. Asrının müceddidi İmam-ı Gazali balyoz gibi tüm din tahrifçilerinin kafasına inmiştir. Çileli bir hayat yaşamış sonunda tasavvufa karar kılınmıştır. “Elmunkızu Min- Ad- Dalâl- Dalaletten hidayete” adlı kısa fakat özlü kitabında kendi hayat hikâyesi vardır.
Şu bilinsin ki İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani, Hazreti Mevlana gibi din büyüklerine çatan, bu büyüklerin yolunu inkâr edenlerin saldırıları karşısında hakkın tarafını tutmayıp “o da kardeş, bu da kardeş, niye kavga ediyorsunuz” deyip rahatını bozmak istemeyenlere “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” Hadis-i Şerifini hatırlatalım. Şunu da söyleyelim; dinimizi tahrip eden bidat ehli nasıl bizim kardeşimiz olur? Biz kardeşimiz olarak kabul etsek bile onlar bizim inançlarımıza saldırmaktadır. Bize takiyye yapmalarına, veya Müslüman camianın bir ferdi gibi görünmelerine aldanacak değiliz. Tabiki laik, kemalist rejim de bunu körüklemekte veya en azından bu keşmekeşi memnuniyetle izlemektedir. Türkiye’de Şiilik dış güçlerin işine yarar. Bütünlüğü sağlayacak Ehl-i Sünnet yoludur. Bu açıdan bakıldığında da Şiiliğe pirim verilmemesi zarureti ortaya çıkmaktadır.
İran’ın, Şiilik propagandası için en çok parayı Türkiye’ye harcadığı, İranlı Şii yazarların kitaplarını basan yayın evlerine destek verdiği bilinen bir gerçek. Sahabelere iftira ve hakaretlerle dolu, aslında Hazreti Ali’ye ait olmayan Nehcü’ l Belâğâ adlı eserin niçin ve kimler tarafından basıldığı dikkat çekicidir.
Celaleyn Tefsirinin hâşiyesinden: “Dört mezhebin dışında hiçbir görüşle amel ve taklit caiz değildir. İsterse bu görüş, sahabilerin görüşüne, veya hadise ve âyete uygun gösterilsin. Hadis ve âyetlerin zâhirlerini şahit gösterip, sahte nispetler kurmak, küfür ehlinin marifetidir.” (Hayretülhisan cilt 3 –sh. 10)
Bu sayımızda Ehl-i Bidat kollarını ortaya koymaya çalıştık. Başta Şiilik ve Türkiye’deki yayın organlarının sapıklarını göstererek teshir ediyoruz. Ayrıca İslâm’ı içten yıkmaya yönelik kişi, kurum ve yayınlarını dikkatlerinize arzetmeye çalıştık. Bu konularda ileriki sayılarımızda yayınımıza devam edeceğiz.
Taraf Dergisi 5. Sayı 1 Temmuz 1991