Önceleri Ehl-i Sünnet Yolunun hatırı sayılır alimlerinden iken sonraları sapıtmıştır. Suskun kalan bazı alimler olmasına rağmen çoğu nazarında İbn-i Teymiyye'nin fasıklığı kesin. Hatta Es-Subkî onun mücessime görüşleri için şöyle der: "Her ne kadar maksadı belliyse de sarahaten söylemediği için biz de sarahaten kafirdir diyemiyoruz."
İbn-i Teymiyye'ye göre, din büyüklerinin ve evliyanın kabirlerini ziyaret etmek, onlardan ve hatta Resul den şefaat dilemeK küfürdür.
İbn-i Teymiye'nin fikirlerini taşıyan Abdülvehhaboğlu Necid taraflannda İbn-i Suud'da aradığı kılıç gücünü buldu ve zulmüne başladı. Kutsal topraklara saldınp sahabelerin mezarlarını dümdüz ettiler. Osmanlı Mısır Valisi vasıtasıyla daha sonra Melik olan Suud'u yakalatıp avanesiyle birlikte astı. Fakat 1. Dünya Harbi araya girdi ve Suudi Arabistan Krallığını kurdular.
Necip Fazıl’dan, Vehhabilik ve İbn-i Teymiyye’nin düşünce sisteminin bütüncül bir bakışla tesbiti… İlim adamının yapamayacağı ancak bir mütefekkirin, yeni anlayış sahibi fakihin yapacağı kıymet hükmü, İbn-i Teymiyye zihniyetinin özünün çerçevelenişi… Necip Fazıl’ın Doğru Yolun Sapık Kolları eserinden:
“Vehhabilik, İbn-i Teymiyye bahsinde kullandığımız tabirle, bir nevi İslâm materyalizmasıdır ve materyalizmanın son durağı Allah'ı tanımamak olduğu halde bunlar tanıdıkları ve en doğru tanımanın kendi mezheplerinde olduğu iddiasıdır. Ruha, ruhaniyete, onun ölüm sonrası devam ve tasarrufuna inanmaksızın Allah'a nasıl inanılabilir, veya Allah'a inanıp da ruh nasıl inkâr edilebilir? Hem göze inan, hem de onun gördüğüne inanma, olur mu?
Sorarsanız “inanıyoruz!” diyeceklerdir. Fakat zoraki bir inanıştan sonra gizli bir inkâr içinde o inanıştan kurtulmaya çabaladıklarını teslim etmeyeceklerdir. İnsanı, öldükten sonra sıfıra ulaşmış kabul edenler, bütün iz ve işaretlerini yeryüzünden silenler ve Allah Resulünü ziyareti bile günah sayıcı bir anlayıştan gelenler, hangi tevil yoluna saparlarsa sapsınlar, öteleri, ötelerin hikmetlerini kabul etmemek mevkiindedirler. Hendese dâvalarında olduğu gibi, onların zâhirde bu derece mübalağalı görünmeyen ölçü çizgilerini uzatacak olursanız teslim edeceksiniz ki, anlayışları, “semaların ve arzın nuru” olduğunu bildiren Allah'ı nurundan ayırmaya kalkmaktan başka bir şey değildir.
Ve bu ana nokta etrafında şu ölçüler:
“Hiçbir inceliğe nüfuz etmeksizin sadece kitap ve Sünnete bağlanmak iddiası ve “İcmâ” ve “kıyas” gibi iki hayati vasıtanın kökünden iptali... Kendilerinin bir de “selefiye”cilik iddiasiyle Sahabiler yolunda gittikleri yalanı ve Vehhabilik dışındakilerin küfürle suçlandırılması...Birtakım hurafeler ve uydurmalarla bir arada Sünnet Ehli iti- kadınca makbul bazı esrar tecellilerinin tesbih çekmeye kadar şirk sayılması.... Tasavvufun topyekûn inkârı ve iç âleme kapıların tamamen kapalı tutulması...”
Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh
Mezhepsizlerin ve Ehl-i Bidat çeşitlerinin üstad gördüğü, Ahmed Davutoğlu Hoca'nın “Cemaleddin Afgani Maskarası, İlmiye Sınıfının Yüzkarası” diye vasıflandırdığı Afgani hakkında “Mezhepsizler” Kitabının önsözünde şöyle diyor: “Cemaleddinin yaşadığı devirde ise ona muhalif bir kişi görüyoruz: “Devrin Ulu Hakanı merhum Abdülhamit Han -Cennetmakân - onun hakkında hatıratında, « Ortaya Cemaleddin Afgani namında bir maskara çıktı..” diyor. Fakat hatırat yeni neşredildiği için, bu söz duyulalı da ancak birkaç sene olmuştur. Asıl, Dr. Hasib es-Samarrai'nin bu kitabından anlıyoruz ki, Cemalleddin Afgani gerçekten maskara imiş. Çünkü ortaya çıkmış. Afganlı değil İranlıymış. Ehl-i Sünnet değil, alevî ahunduymuş. Afganistana da belki ömründe bir kere bile gitmemiş.. Son zamanlarda onun hakkında yazılanlardan görebildiklerimi ben, “Din Tahripçileri” adlı naçiz eserimde işaret etmiştim. Hatta onun imanından haklı olarak şüphe edenler var... Şimdi anlıyoruz ki, Müslümanlığın ilk emri “Allah adıyla oku” diyen bu adam evet elinden gelse, yedi yaşından yukarı müslümanları kesip yerine yeni müslümanlar yetiştirecek olan bu müslüman düşmanı müslüman meğer bir şiî imiş. Meğer bu adam, Resulullah (as) efendimizin 1400 yıl evvel haber verdiği nümunelik kıyamet alâmetlerinden imiş... Öyle ya, Peygamber efendimiz, “Ahir zamanda zalim emirler, fasık vezirler, hain hakimler ve yalancı fakihler (din adamları) olacak. O zamana kim yetişirse, sakın bu adamlara rehber, tahsildar, hazinedar veya polis olmasın” buyurmamış mı?.. (Ramuzul-Ahadis s. 518).
Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh’un mason olduğunu da hatırlatalım.
Mevdudi ve Hamidullah
Doğru Yolun Sapık Kollan Kitabının “Öbür Reformcular” başlığı altından reformcuların ruhlarının maddî verilerle çerçevelenişi:
"Başlarında, “Merdudi” ismini taktığımız Mevdudi ile “Baidullah” sıfatını yakıştırdığımız Hamidullah var... Ve daha birkaçı.
Evvalâ Mevdudi: “İslâmda İhya Hareketleri” isimli eseriyle İslâm'da imha hareketinin temsilcilerinden biri... Çağdaşımız... İşi gücü, Sünnet Ehli büyüklerine çatmak... Gördüğü sert tepki üzerine eserinin ikinci baskısında birtakım yumuşama alâmetleri göstermeye çalıştıysada, çürük madeni hep aynı... Gerisi cilâ... Cemaleddin ve Abduh'a hayran... İbn-i Teymiyye'ye ise kara sevdalı... İslâm onca bir felsefedir ve nice şer'i ölçüler bu bakımdan muhakeme edilerek değiştirilebilir. Çorap üstüne mesh etmenin cevazını iddia ettiği gibi... Ayrıca mezheplerin birleştirilmesi fikrini müdafaa ve dört hak mezhebi birbirine karşı mücadele ve garaz halinde gösterme... “Sana nasıl geliyorsa öyledir” hesabı, her zaman ve her türlü içtihada yer verme; ve ortalığı kargaşalığa verdiklerini iddia ettiği Sünnet Ehli âlimlerini kötüleme... Mevdudi sade fikirde kalmadı; aksiyona da girişti. Hind Müslümanlarının millî hareketlerinde önderlik sevdasına düştü. Hapse girip çıktı. İlk eseri “İslâm'da Cihad” ihtilâlci fikir telkin etmesi bakımından Mısır'da kendisine telkin zemini buldu ve bazı kimselerin idam edilmelerine yol açtı. 1953'de Kaadiyânîlik meselesine el attı, yine tutuldu ve 2 yıl 2 ay hapse mahkûm edildi. Sapık fikirlerin sapık ihtilâlcisi olarak 1964'de yine hapsi boyladı; bu defa da İslâm Cemaati Demeğinin kapatılmasına sebep oldu. Derken Vehhâbilik dünyasına kapılandı; Medine'deki Vehhâbi Üniversitesi İstişare Heyetine âza seçildi. Orada da dikiş tutturamadı ve Vehhabilere bile girân gelen fikirleri yüzünden muhakeme altında alındı.
Hamidullah hakkında uzun söze lüzum görmüyoruz. Çağımızda din zaviyesinden temayülünün ne olduğu ve ne olabileceği besbelli bulunan üniversitelerimizin davetlisi olarak memleketimize gelip gitmekteki bu cüce akıl mütefekkirinin ne olduğunu göstermeye yalnız bu kucak açış yeterken onun “İslâm Peygamberi” kitabına bir göz atmak bile kâfi gelir. Evvelâ Kâinatın Efendisine, İslâm'ın Peygamberi demekle Ona bir tahsis yaptığının ve bu tahsisle başka dinlere ve onların hükümleri yürürlükte peygamberlerine yer verdiğini şuurlu veya şuursuz ifadesini taşıyan bu kitap, daha önsözünde Fransızları memnun etmek için kaleme alındığını itiraf ederken hedef tuttuğu bu memnuniyetin dayanaklarını açıkça meydana koymaktadır. Zira bu adamın gözünde Allah'ın sevgilisi, tükürükten başka ilacı olmayan biridir, İslâm ise yalnız gençlerin, toy delikanlıların, fakirlerin, kölelerin, ezilenlerin, tek kelimeyle aşağı tabaka ve ayak takımının kucak açtığı bir dindir. Miraç mucizesi bir rüyadan ibaret ve daha nice madde üstü harikalar akılla teftişi gerekir şeylerdir. Tasavvuf ise uydurmadır. Bir konferans münasebetiyle Erzurum'da bulunduğum sırada Hamidullah da oradaydı. İçinde kendisinden de bahsettiğim konferansa gelmek cesaretini gösteremedi. Ertesi gün bir toplantıda bağlılarının da bulunduğu bir mecliste hakkındaki tespitlerime cevap verebilen kimse çıkmadı. Yalnız, artık ne tarafı tuttuğu belli olan bir genç şöyle dedi: “Ona hangi mezhepten olduğunu sordum: “Ben mezhepsizim!” cevabını verdi.”
Alıntılara fazlaca yer verdiğimiz bu yazıda günümüz reformcularına girmedik. Büyük Doğu’nun yürüyen hâli İBDA Diyalektiği’nin Kurtuluş Yolu’nu billurlaştırırken, ondan kopma sapık kolları da dışladığını belirtelim.
Taraf Dergisi 5. Sayı 1 Temmuz 1991