İmânın tezahürü aksiyondur yani ameldir. İnsan bu dünyaya kendi aksiyonunu ifade ve icra etmeye geldi. Doğru fikre ve inanışa bağlananlar hak cephesini, yanlış fikre kapılanlar ise batıl cephesini temsil eder. Hayır-şer, iyi-kötü, doğru-yanlış savaşı da diyebiliriz buna.

Yüksek İslâm Enstitüsü boykotlarını da iman ve aksiyon bahsi içinde değerlendirebiliriz. 1977-1978 yıllarını kapsayan Yüksek İslâm boykotları o dönemde uzun oluşu ve netice alışı itibariyle öncü ve ilk olmuştur. Birincisi 55 gün süren, ikincisi ise okulun kapanması ve tekrar açılmasına kadar altı aylık bir süreci kapsayan boykot ve diğer eylemlerden bahsediyorum. Yurt genelinde yedi Yüksek İslâm Enstitüsü’nde (İstanbul, Bursa, İzmir, Konya, Kayseri, Erzurum ve Samsun) boykot eylemine, Akıncılar, MTTB ve MSP’nin desteği söz konusu oldu. 55 gün süren birinci boykotlar, 29.03.1977 tarihinde başlayıp 23.05.1977 tarihinde son buldu. İkinci boykotlar ise Eylül 1977 ile Şubat 1978 arasında gerçekleşti. Hazırlık dönemi olarak öncesi ve iki boykot arasındaki gerginlikleri de hesap edersek boykot hareketliliğinin 1,5 yıl sürdüğünü ifade edebiliriz. Ve Sonrası da İslâmcı hareket için bereketli olmuştur.

Pasifist bir çizgide ve reformistlerin kontrolünde seyreden Yüksek İslâmlardaki bu gidişe karşı gelen öğrencilerin boykotu, temelde mevcut düzene ve düzenbaz bazı idarecilere karşı bir isyan idi. Kendi mecrasını arayan ve öz yurdunda garip ve ikinci sınıf muamelesi gören mukaddesatçı gençliğin bu gidişi kabul etmeyip bileğinin ve yüreğinin hakkıyla meydan yerine çıkışı idi. Boykotların görünür sebebi, Yüksek İslâm Enstitülerinin akademi olma talebi olsa da bu istekte bile kabına sığmayan ve daha iyi şeylere layık olduğunu ve ülkemizde söz sahibi olmak istediğini haykıran bir gençlik vardı. Zaten bu kadar uzun sürmesi ve etrafında bir çok başka eylemleri doğurması, yurt çapında etkileşimi olması, içimizdeki hain ve işbirlikçileri ele vermesi, Üstad Necip Fazıl’ın ve Salih Mirzabeyoğlu’nun da mevzuya ilgi göstermesi başka ne ile izah edilebilirdi? Mesele, sadece akademi talebi değildi ki, ufukta bir fırtına kopuyordu. 

O zaman ilk ihtilâlci ses olan GÖLGE dergisi akıncı hareketinin ateşleyicisi idi. “İnsanımızın ve inancımızın kavgası” mottosuyla yayınlanan, her sayısı bomba tesiri yapan, Akıncı ismini ilk kullanan ve yurt çapında teşkilâtlanan, 1975 yılında Salih Mirzabeyoğlu’nun yönetiminde çıkmaya başlayan Şanlı GÖLGE dergisinin aksiyoner çizgisinden bahsediyorum. GÖLGE kadrosu boykotlara tam destek verdiği gibi (sadece fikrî değil, fiili destekler, öyle ki burada ayrıntı veremeyeceğim), İstanbul Yüksek İslâm boykotlarının iki lideri de GÖLGE kadrosundandı. Tabiî ki mevzu isimler değil, aksiyon çizgisidir ve buna manivela olan örgütlenmedir. Zaten o dönem mukaddesatçı gençlik bir bütün hâlinde, komünist ve ırkçı yapılanmaların arasında kendi zuhurunu gerçekleştiriyordu. Y.İ.E. boykotları da bu gençliğin kendinden zuhuruna güzel bir misaldi. Öyle ki uzun ve sebatlı bir hareket oldu.

Boykotlar vesilesi ile hain ve işbirlikçiler de ortaya çıktı. Dost kara günde belli olur hesabı, kavga meydanlarında risk alındığında sadıklar ve hainler ortaya çıkıyor, yürekliler-yüreksizler görülüyor. Çünkü tatlı sofralarda veya risksiz ibadet alanlarında adam tanınmaz. Kısaca, adam “sefer”de tanınır. 

Yüksek İslâm boykotlarında gençlik ateş gibi idi ve birbirleriyle kenetlenmiş bir şekilde uzun müddet yürüdüler. Bu husus her övgünün üzerindedir. Öyle ki, ikinci boykotlar sınav dönemine denk gelmesine rağmen, hiç bir öğrenciye ceza verilmesin diye sınavlara girilmedi, sınıfta kalmak pahasına dayanışma sergilendi. Öğrenciler öyle kararlıydılar ki, kendilerine mani olmaya kalka “çevik kuvvet”le okul önünde başlayıp Bağlarbaşı’nın sokak aralarına kadar süren çatışmalar oldu. Neticesinde müdür makamında darp edildi ve okulu bir müddet kendileri tatil etmek zorunda kaldılar.

Polisle olan çatışmalarda boykotları desteğe gelen Fatih Akıncılar Başkanı Şehid Metin Yüksel’den bahsedelim. Kendisi çatışmaların yoğun olduğu bir an polis tarafından yakalanmış ve polis otobüsünün içine alınmış ve öldüresiye darp ediliyordu. Peşpeşe gelen darbelere karşı gönüldaşımız Metin Yüksel Ayete’l-Kürsü’yü okumaya devam ediliyordu. Sonunda polislerden biri dayanamadı, “Yeter ulan!” diye isyan etti. Polisler birbirine silah çekti, Metin ise kargaşadan istifade ile aralarından çıktı ve bizim aramıza katıldı. 

Öğrenciler boykotlarda birlik içinde yürürken bir yandan da Ankara sıkıştırılıyordu. O zaman Yüksek İslâmların bağlı olduğu Din Eğitim Genel Müdürü Tayyar Altıkulaç’tı. Onun ekibinden Hayrettin Karaman ve Bekir Topaloğlu ise okulda hoca olup öğrencilere ceza vermenin yollarını arıyordu. Birinci dönem boykotlar bitip öğrenciler okula döndüğünde yeni bir isyan dalgası başlamasından korktukları için ceza veremediler. Ancak yaz tatilinde beş öğrenciye ceza tebliğ ettiler. İki öğrenci okuldan ömür boyu, üç öğrenci ise bir yıl uzaklaştırılıyor, cezaların devam edeceği sinyali veriliyordu. Cezalar öğrencileri yıldıramadı, bilakis infiale yol açtı. İmtihan dönemi olmasına rağmen Eylül ayında ikinci boykotlar başlayıp daha şiddetli tepki ile karşılaştılar. Sonunda öğrenciler hem Danıştay’dan cezaları durdurma kararı aldılar, hem de meclisten çıkan öğrenci affı ile okula döndüler. Boykot karşıtı olan düzen işbirlikçisi ve de reformist tıynetteki idareci ve hocalar ise zulüm hevesleri kursaklarında kalarak kuyruklarını kıstırıp oturdukları yerde kala kaldılar. Zaman İslâmcı hareketin yükseliş zamanı idi. GÖLGE dergisinin motive edici sloganında olduğu gibi: “Savaş-sabır-zafer!” Bu yolda mağlup yoktur, ya şehid olursun, ya gazi!..

Boykotlara karşı çıkan reformist idarecilerden bahsettik. Onların öğrenciler içinde uzantıları azdı ve sesleri çıkmadı/çıkamadı. Ancak Fetullah Gülen hainine bağlı bir küçük öğrenci grubu vardı ve onlar boykot kırmaya da teşebbüs ettiler. Daha sonra öğreniyoruz, İzmir Yüksek İslâm Enstitüsü boykotunda Fetullah Gülen koruma grubuyla okul önüne gelmiş, İstanbul'a da talimat vererek kendi taraftarı 40-50 kişilik öğrenci grubunun polis kordonuyla içeri girmesini sağlamıştı. Bu boykot kırma teşebbüsü pek başarılı olamadı. Zaten bin küsür kişilik öğrenci mevcudunda 40-50 kişi bir şey ifade etmiyordu. Amaçları moral bozmaya yönelik bir hareketti. Ancak bu da ters tepti, yurtlardan Fetöcü öğrenciler atıldı, bir kısmı darp edildi, kurşunlandı. İzmir’de ise biraz daha etkili oldular ancak orada da gönüldaşlar tarafından püskürtüldüler. 

“Harekette bereket vardır.” derler. Şahsiyetli, dirayetli ve dik duran insanlar birbirini tanıyacağı gibi, her şeyden önce insan kendi imânını test eder ve imânının zevkine erer. Ayrıca davanın yürümesine de hizmet edilmiş olur. Şu hususu da ilâve edelim ki, boykot hareketliliğini yaşayan öğrencilerin daha sonraki hayatında daha kendine güvenli ve aktif olduğu gözlemlenen bir husustur. Bu da boykotların önemli bir kazanımıdır. O âna değil, istikbâle yönelik bir kârdır. 

GÖLGE (1975) ve peşinden gelen AKINCI GÜÇ (1979), Akıncılar içinde aktif çizgiyi temsil etmesi yanında, 1983’de İBDA ismiyle son ve som hâlini almıştır. Bu ismin açılımında da akıncılar ismi muhafaza edilmiştir. İslâmcı hareketi sistemleştirmek ve fikir manzumesi (ideoloji) sunmak açısından da İBDA hareketi benzersizdir. BD-İBDA hareketi, kendi tarihini 1919 yılında başlayan Milli Mücadeleye dayandırarak, içimizdeki Batı kültürü ve siyasetinden kurtulmayı hedefleyen anti-emperyalist bir çizgidir. Akıncı Güç haricinde Akıncılar ismiyle samimî Müslüman hareketler de olmuştur. Onlardan da Allah razı olsun. Ancak BD-İBDA’nın İslâmcı harekete istikrar ve istikamet kazandıran ve diğerlerinden ayıran sistem ve metod getirme özelliğini belirtmekte fayda var. 

İslâmcı hareketi o günden bugüne muhasebe etmek, doğru ve tutarlı çizgiyi bilmek, alınları ak olanlar ile yüzleri kara olanları tanımak için bu yazıyı yazdık; ve bu amaçla da o döneme ilişkin mülakatlara dergimiz sayfalarında yer verdik. 
Yüksek İslâm Enstitüsü boykotları, hak arama mücadelesi bakımından Türkiye’de cumhuriyet sonrası dönemde Müslümanlar için bir ilktir ve uzun süreli olmuş ve amacına da ulaşmıştır. Örgütlenmenin doğru ve elle tutulur hedefler koyarak gerçekleştirileceğini Müslümanlara göstermiştir. Akabinde gelişen hadiselerde bu metod tatbik edilmiş ve netice alınmıştır. Hem İslâmcı harekete güç katmış, hem de öğrenciler fire vermeden güç birliği içinde okullarına dönmüşlerdir. 

Bu mücadele, İslâmcı mücadelede bir kilometre taşını oluşturur. 75-80 arası hadiseler bir bütün olarak değerlendirildiğinde “Menemen sendromu”nu yıkan Gölge ve dolayısıyla İbda hamlesinin tüm Türkiye çapındaki örgütlenme kabiliyetini sergileyen bir aşamadır YİE boykotları...  Boykotlardan sonra Yüksek İslâm gençliği artık Akıncıların eylemlerine ve şehit cenazelerine katılıyor, aktif görevler alıyor, Amerikan karşıtı gösteriler organize ediyor ve sıkıyönetim döneminde de tutuklanıyor, askerî kışlalara hapsediliyor, baskılara karşı dik duruyorlardı. Pratik bir kazanım olarak da bu mücadele neticesinde Müslümanlar akademik camiada söz sahibi olmak hakkını elde etmiştir. Hangi şartlar altında olursa olsun, emperyalistler, AKINCI GÜÇ’ün, “İYİ-DOĞRU-GÜZEL” yolunda “YENİ NİZAM YENİ İNSAN” mücadelesini engelleyemeyecektir. Bu mücadele çizgisini her dem sürdürmek duâ ve temennisiyle kâim ve dâim kalın.


Baran Dergisi 671. Sayı

21.11.2019