Mustafa Armağan’a göre adaların verilişi
Tarihçi Mustafa Armağan, geçtiğimiz yıllarda 12 Adalar meselesini almıştı. Armağan kamuoyunda yaygın olan bazı bilgilerin aksine, adaların Lozan Antlaşması'ndan önce değil, Lozan'da kaybedildiğini söyledi.
Armağan'a göre, internette ve çeşitli kaynaklarda yer alan "12 Ada Uşi Antlaşması'yla verildi, Lozan'dan önce Osmanlı zaten vermişti" şeklindeki bilgiler, büyük bir bilgi kirliliği ve bilgi çöplüğü oluşturuyor. Bu iddiaların aksine, 12 Ada'nın Lozan'da verildiğini ve Lozan Antlaşması'nın adalarla ilgili maddesinde, adaların tek tek sayılarak İtalya'ya bırakıldığının ve Türkiye'nin mülkiyetinden çıktığının açıkça belirtildiğini ifade ediyor.
Armağan, bu konudaki iddiaların tutarsızlığına da dikkat çekiyor. Eğer 12 Ada Lozan'dan önce verildiyse, "Biz onları geri aldık da Lozan'da tekrar mı verdik?" sorusunu gündeme getiriyor. Bu durumun, her türlü nedensellik bağından uzak ve gayri ilmi bir anlayışın sonucu olduğunu belirtiyor.
12 Ada'nın tarihsel sürecini özetleyen Armağan, Adalar Denizi'nin adının "Ege Denizi" olarak değiştirilmesine de değiniyor. "Adalar Denizi" gibi Türkçe bir isim varken, mitolojik Yunan kralı Aegus'tan esinlenilerek "Ege Denizi" isminin konulmasını ve bu ismin hem bir bölgeye hem de çocuklarımıza verilmesini eleştiriyor. Bu durumu, zihinlerin nasıl uyuşturulduğunun bir göstergesi olarak değerlendiriyor.
12 Ada'nın Osmanlı egemenliğinde yüzyıllarca kaldığını belirten Armağan, 1912 yılında İtalya'nın Osmanlı'nın Trablusgarp'tan çekilmemesi üzerine 12 Ada'yı işgal ederek bir nevi şantaj yaptığını, Osmanlı'nın o dönemde İtalya ile savaşacak gücü olmadığı için Uşi Antlaşması imzalandığını, bu antlaşma ile 12 Ada'nın, Osmanlı'nın Trablusgarp'tan çekilmesi karşılığında boşaltılacağı hükmüne bağlandığını, yani, Uşi Antlaşması ile 12 Ada verilmediğini, aksine işgal altındaki adaların geri alındığını ve bu durum yazılı bir belgeyle tescil edildiğini aktarıyor.
Ancak tam bu sırada Balkan Savaşları'nın patlak vermesi, durumu değiştirdi. Yunanlılar, İtalyanların adalardan çekileceğini düşünerek adaları işgal etmeye kalkıştı. Osmanlı'nın Çanakkale Boğazı'ndan gemilerini çıkarması mümkün olmadığı için İtalya'dan bir süre daha adalarda kalması rica edildi. Böylece 12 Ada, geçici bir süre için İtalya'ya bırakılmış oldu. Balkan Harbi'ndeki yenilgi sonrasında ise statü değişti ve 12 Ada İtalya'nın işgali altında kaldı.
Bu süreç Lozan'a kadar devam etti. Ancak, Armağan'a göre, Lozan'da yapılan hatalar nedeniyle 12 Ada, göz göre göre İtalyanların eline geçti.
Bu hatalardan biri Meis Adası ile ilgili. Antalya kıyılarında, Kaş'a yaklaşık 1,5-2 kilometre uzaklıktaki bu ada, müzakereler sırasında unutuldu. Lord Curzon, Türkiye'nin teklifini sunmasını istediğinde, teklifte Meis Adası'nın da yer alması gerekiyordu. Ancak, Türk delegasyonu Meis Adası'nı teklife eklemeyi unuttu. Lord Curzon da bu durumu "Siz Meis'ten vazgeçmişsiniz" diyerek Türkiye'nin aleyhine kullandı. Armağan, Meis Adası'nın unutulmasının, Türkiye'nin Akdeniz'deki petrol arama çalışmaları gibi konularda büyük bir kayba yol açtığını belirtiyor.
12 Ada Yunanistan'ın eline nasıl geçti?
Lozan tutanaklarında bu olayların detaylıca yer aldığını belirten Armağan, 12 Ada'nın Lozan'da İtalya'ya verildiğini vurguluyor. Peki, 12 Ada bugün nasıl Yunanistan'ın eline geçti? Armağan bu süreci de özetliyor.
İkinci Dünya Savaşı sırasında İtalya'nın yenilmeye başlaması ve 1943'te içeride bir darbe yaşanmasıyla, İtalyanlar adalardan çekilmek istedi. İtalyanlar, Türkiye'ye "Biz buradan gidiyoruz, gelin bu toprakları sizden almıştık, size devretmek istiyoruz" teklifinde bulundu. Ancak Türkiye, "sınırları dışında çakıl taşında dahi gözü olmadığını" belirterek bu teklifi reddetti.
İtalyanların çekilmesinin ardından adalar boş kaldı. İngilizler ve Almanlar adalara hücum etti. 1943-45 arasında Almanlar adaların çoğunu ele geçirdi. İngilizler de Alman hücumu karşısında sıkışınca, Türkiye'ye adalardan bazılarını devretmeyi teklif etti. Ancak Türkiye yine aynı cevabı verdi ve teklifi reddetti.
12 Ada, Yunanistan'a adeta altın tepside hediye edildi
1945'te Almanların yenilmesiyle, Almanlar da adalardan çekilirken Türkiye'ye "Gelin burayı alın, biz gidiyoruz" teklifinde bulundu. Türkiye yine bu teklifi reddetti.
1947 yılında İngiltere ve Amerika, Paris'te 12 Ada'nın durumuyla ilgili bir konferans düzenledi. Türkiye bu konferansa davet edildi, ancak cevap dahi vermedi. Konferans sonucunda 12 Ada, Yunanistan'a adeta altın tepside hediye edildi.
Armağan, 12 Ada'nın kaybedilme sürecini bu şekilde özetleyerek, adaların Uşi Antlaşması ile değil, Lozan'da kaybedildiğini ve sonrasında da Türkiye'nin adaları geri almak için önüne çıkan fırsatları değerlendirmediğini belirtiyor. Bugün Yunanistan'ın bu adaları kullanarak Türkiye'nin Ege Denizi'ndeki hareket alanını kısıtladığını ve bunun yakın tarihimizin önemli bir kaybı olduğunu ifade ediyor.
Tarihçi Kadir Mısıroğlu'na göre adaların elden çıkışı
Kadir Mısıroğlu'nun aktardığına göre, Ege adalarının elimizden çıkış süreci, 1911 yılında Trablusgarp Harbi'nin başlamasıyla tetiklendi. İtalyanlar, bu savaş sırasında ani bir baskınla Ege Denizi'ndeki adalarımızı işgal etti. Hemen ardından Balkan Harbi'nin patlak vermesi üzerine, Osmanlı Devleti, İtalyanlarla anlaşma yaparak tek cephede savaşma ihtiyacı hissetti. 1912 tarihli Uşi Antlaşması ile Trablusgarp Harbi sona erdirildi. Bu anlaşmaya göre, Osmanlı Devleti Trablusgarp'ı İtalya'ya bırakırken, İtalya da adaları Osmanlı'ya geri verecekti.
Ancak, adaların Yunanlıların eline geçmesinden endişe edildiği için, Balkan Harbi bitene kadar adaların geçici olarak İtalyanların elinde kalması kararlaştırıldı. Ne var ki, Balkan Harbi'ni takiben Birinci Dünya Savaşı ve ardından Yunan Harbi'nin başlaması, adaların Osmanlı Devleti'ne devrini geciktirdi.
Mısıroğlu'na göre, bu durumda Lozan'da adaların hukuken Osmanlı Devleti'ne ait olduğunu savunmak ve geri almak için mücadele etmek gerekiyordu. Ancak, Türk murahhas heyeti bu konuda çeşitli tavizler vererek bu fırsatı kaçırdı.
Mısıroğlu, İkinci Murahhas Dr. Rıza Nur'un adalar hakkındaki görüşlerini de aktarıyor. Dr. Rıza Nur, adaların bir kısmının Yunanlıların, bir kısmının ise İtalyanların elinde olduğunu ve nüfusun çoğunlukla Rumlardan oluştuğunu belirtiyor. Ancak, Türkiye'nin o dönemde adaları ne alma ne de koruma gücüne sahip olduğunu, Türkiye’nin adaları korumanın büyük masraflar gerektireceğini savunduğunu belirtiyor. Dr. Rıza Nur, yalnızca Çanakkale Boğazı'nın girişindeki birkaç adanın alınması gerektiğini ve diğer adalar için uğraşmaya değmeyeceğini ifade ediyor.
Mısıroğlu, askeri müşavir Tevfik Bıyıklıoğlu'nun Limni Adası'nı müttefiklerin tartışmasız bir şekilde Osmanlı Devleti'ne vermesine rağmen, adanın zapt tutanağına geçirilmesinin unutulması sebebiyle kaybedildiğini de ekliyor.
Lozan’da birçok hata yapıldı
Mısıroğlu şunları dile getiriyor:
“Adalar meselesinde yapılan diğer bir hata da bu adaları gayr-i askerî hale getirirken, bunu Marmara Denizi’ne kadar şumüllendirmek ve Antalya’nın önündeki Meis Adası’nı bile Yunanlılara kaptırmak olmuştur.
Adalar mevzuunda Lozan’dan sonra bile birçok hatalar işlenmiş olmakla beraber, bunlar mevzuumuz hâricidir. Şu kadarını söyleyelim ki Alman Harbi’nde İtalyan hakimiyetindeki Ege adaları, Alman işgaline geçmiş ve Almanlar çekilirken bu adaları bize devretmeyi teklif etmiş olduğu halde, o günkü Türk Hükûmeti akıl almaz bir ahmaklıkla bu teklifi değerlendirememiştir. Bugün Yunanistan “Kıt’a sahanlığı” meselesi ile gırtlağımızı sıkabilmekte ise, hep bu adalar sayesindedir. Ayrıca NATO üssü diyerek Adalar’ın Lozan’daki statüsünü bozan Yunanistan, yalandan bir oyun bozanlık ile bir ara NATO’dan çıkmış sonra tekrar girerken de Adalar’ı dahil etmeyerek, bunlardaki askerî üsleri kendi kontrolüne geçirmek imkânını bulmuştur.”
Tarihçi Said Alpsoy’a göre adalar nasıl verildi?
Tarihçi Said Alpsoy, Lozan Antlaşması'nda 12 adalar meselesinin nasıl ele alındığını ve dönemin ruh halini örneklerle anlattı.
Alpsoy, Lozan'da 12 adaların müzakere konusu edilmediğini belirterek, "Bazı uyanıklar, 'Lozan'da 12 adalar hiç masaya bile gelmedi ki' diyorlar. Özrü kabahatinden büyük bir durum. Doğru, Lozan'da 12 adalar müzakere edilmedi. Çünkü Türkiye dedi ki, 'Bunu müzakere etmek için vakit kaybetmeyelim. Bu konuda sizin kararınız her neyse ben onu baştan kabul ediyorum.' Dolayısıyla da masaya gelmemiş oldu." ifadelerini kullandı.
1948 yılına dair yaptığı değerlendirmelerde, Türkiye'nin o dönem Yunanistan'a karşı takındığı tavrı dile getiren Alpsoy, "1948 senesi, bir sene sonra Yunanistan'a karşı bizimkiler adeta 'Ha Yunanistan, ha Türkiye' havasındalar. Kendi ülkesiymiş, kendi halkıymış gibi. Muazzam bir aşırı güven var. Muazzam bir iyi niyet var." dedi. Bu döneme ait bilgileri, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından basılan, emekli Tüm Amiral Hafif Büyüktuğrul'un anılarını içeren "Cumhuriyet Donanmasının Kuruluşu Sırasında 60 Yıl Hizmet" adlı kitaptan aktaran Alpsoy, Büyüktuğrul'un 5 Aralık 1948 tarihli güncesinden şu bölümü paylaştı: "Yunan dostluğuna o kadar fazla bel bağladık ki, Ege deniz yollarımızı tüm bir güvenlik altında görmekteyiz. Yani ha Yunan denizi, ha bizim denizimiz. Esasen Harp Akademisi'nde okurken de hocalarımız yalnızca Ege adalarından Türk kıyılarının savunması açısından söz ederlerdi. Ege deniz yollarının güvenlik ihtiyacından söz bile etmezlerdi. Bu ters mütalaa, karacılar kadar bizim de iliklerimize işlemiş denizciler olarak."
Alpsoy, o dönem Türk karasularında Yunan balıkçıların rahatça kaçak avlanabildiğini, yetkililerin ise sadece kıyı savunmasıyla ilgilendiğini belirterek, "Kara sularımızda Yunanlıların tuttuğu kaçak balıklara bile aldıran yok. Çünkü sorumlular kıyı savunmasından başkasını düşünemiyorlar. Yani kıyıdan ayaklarınızı denize soktuğunuz andan itibaren orası bizim düşüncemizin dışında." dedi.
12 adalardaki Türk eserleri yıkıldı
Alpsoy, 1950 sonrasında 12 adalarda yaşananlara da dikkat çekerek, "1950 senesinden sonra 12 adalardaki Türk eserleri yıkıldı. Camiler kiliseye çevrildi. Oradaki Müslüman Türklerin topraklarına el kondu. Ve onların 12 adalardan ayrılması için, etnik olarak da buraların tamamen boşaltılması için, Yunanlılaştırılması için Yunan hükümeti Yunanlılığın gereğini ortaya koyarak elinden gelen bütün zulmü gösterdi." ifadelerini kullandı.
Yunan hükümetinin adalardaki Türk nüfusu sistemli bir şekilde azalttığını belirten Alpsoy, "1946'da 12 adalardaki Türk nüfus 6000 kişi, 1990'larda 850 kişi. Bugün kaç kişidir, bilemiyorum, ona dair bir rakam bulamadım." dedi.
Son olarak, Adalar Denizi'nin isminin Ege Denizi olarak değiştirilmesine de değinen Alpsoy, "Osmanlı boyunca o denizin ismi Adalar Denizi, bize ait bir isim, Türkçe isim. Hatta 1 Eylül 1922, Atatürk meşhur 'İlk Hedefiniz' emrini verirken de yazdırırken de biliyorsunuz, Ege demiyor, Akdeniz diyor. Ama sonra gene Atatürk'ün iş başında olduğu dönemden başlayarak Adalar Denizi ismi yok ediliyor, Akdeniz Ege'ye teşmil edilmiyor, onun yerine o denizin Yunanca ismi alınıyor, Ege Denizi deniliyor. Hala Ege Denizi denildiği gibi.” dedi.
Baran Dergisi