Adalet ve Kalkınma Partisi, tüm diğer partiler gibi ismiyle müsemma olamadı; AKP ismini “Arsız ve Kaşar Partisi” olarak okumak gerçeğe daha yakın olur.
AKP’nin mağduriyetine, mazlumiyetine, falan aldanmayın! CHP ile aralarında ki kavga, hak-hukuk kavgası değildir; “ülkeyi sen mi yiyeceksin, ben mi yiyeceğim?” kavgasıdır.
Bu rejimi başımıza musallat eden 80 küsur yıllık CHP küfür zihniyeti, AKP’yi güya “dinci” gösterip belden aşağı vurarak yıpratma yolunu seçmekte ve böylece aralarındaki koltuk kavgasına da kılıf bulmaktadır. Suret-i hak maskelî AKP de, olmadığı mânânın mâliki görünerek CHP’nin ve ordunun saldırılarında mazlum ayaklarına yatmaktadır. Halbuki çapsızlıkta hepsi birbirinin dengidirler ve hiç biri özde bir kavga yapacak samimiyette değildir.
AKP’nin suret-i hak maskesini biraz aralayalım:
AKP, iç ve dış borç sarmalında ülkeyi yabancılara peşkeş çekerken, bu satışlar karşılığında da bir kısmımızın ağzına bal sürerek toplumsal patlamayı frenlerken, bütün bu gidişat karşısında AKP’ ye göre “ekonomimiz taş gibi”dir.
AKP, 28 Şubata muhalif diye halk tarafından seçilir; fakat 28 Şubatçılara ve 28 Şubat kararlarına karşı bir tavır almaz. Hatta Çevik Bir gibi 28 Şubatçılarla iş birliğine girer. Fakat suret-i haktan 28 Şubat mağduru ve karşıtı görünür.
AKP, İmam- Hatip ve türban davası için halktan oy toplamasına rağmen iktidara gelince kılını kıpırdatmadı; fakat sureti-i haktan İmam-Hatipli ve türbanlı görünmeye devam etti. Zaten görüntüde de bu böyle, fakat özde değilmiş demek.
Samimî Müslümanların AKP’ye yönelttiği, “itikatda mümin, amelde politikacı” eleştirisi son derece haklı; hatta öyle ki ameldeki çizgileri itikatlarını da değiştirmiş vaziyette. Şöyle de deniyordu AKP için, “önce mücahittiler, sonra seçim müşahiti, şimdi de oldular müteahhit”. Demokratik-laik sistemde Müslümanların eritilmesi, seçim-parti vs, ile gerçekleşiyor; muhalif Müslümanları da sisteme bu yolla entegre ediliyorlar: “Mücahit-müşahit-mütahit” çizgisi. Tabiî sisteme tek muhalif ve alternatif hareket İBDA hariç... AKP içinde hâlâ bozulmayan samimî Müslümanların varlığını biliyoruz ve onları her zaman istisna tutuyoruz.
AKP kurulurken Erbakan Hocayı eleştiriyorlardı; “Hoca İstanbul efendisi gibi, masaya yumruğunu vuramıyor. Ona küfreden Özbek Paşa hakkında suç duyurusuna bile mani oldu” diyorlardı. AKP ise iktidarları boyunca, “bedel ödemeye hazır değiliz!” diye kıvırdılar, samimî destekçilerine ise “bildiğiniz gibi değil” masallarını okudular: fakat iktidarın nimetini yemede “babalar gibi” davrandılar.
Müslümanların taleplerine kulak tıkayarak yozlaşma kültürüne ve batı hayat tarzına hizmet eden AKP, iş vatandaşa gelince “ananı da al git” diyebilmektedir.
AKP, “muhafazakar, demokrat” olarak kendini tanımlıyor ama sapına kadar liberal ve küreselci. Demokratlığı da samimî değil, Irak’a demokrasi getiren (!) ABD’yi desteklemesinde olduğu gibi, menfaat ve koltuk için. Zaten demokrasi yalandan başka bir şey değil. AKP Hükümetinin gerçekleştirdiği demokratikleşme adımları ise AB planları dahilindedir ve amaç batı kültür ve yaşayışının içimizde oturmasıdır, bizim huzur ve refahımız için değildir.
AB’nin demokratikleşme paketi Türkiye’nin Batıcı bir yörüngeye iyice oturması içindir, yoksa batı bizim kalkınmamızı ve iyiliğimizi isteyecek değil. Bu kadar saf olanımız var mı bilmiyorum? Batıya satılmış ruhları kastetmiyorum... Acaba Abdullah Gül, Newsweek dergisinde çıkan şu sözleriyle ne demek istiyor, AB’ciliğin altında yatan niyetlerini mi açık ediyor? “Gizli bir dinci ajandası var mı?” sorusunu şöyle cevaplamış A. Gül:
“Hayır. Hükümet olarak dört buçuk yılda yaptıklarımıza bir bakın. Bu ülkeyi, Avrupa Birliği’nin bir üyesi yapmak için Türk tarihindeki tüm partilerden daha yoğun çalıştık. Ekonomik serbestlik ve daha güçlü insan hakları için yüzlerce yasa çıkardık. Türkiye’yi İslâmlaştırmaya çalışıyorsak bunları neden yapalım ki?”
A. Gül şunu demek istiyor: Türkiye’nin İslâmlaşmasının önünde AB yasaları en önemli bir engeldir ve bu engellerin en ilerisini de biz yaptık.
ABD Dışişleri Bakanı Rice de AKP’ yi överken aynı hususları -bizce ihanetlerin- altını çiziyor:
“Bizim rolümüz, (Türkiye’deki) demokratik ve anayasal süreçlerle uyumlu olmalı. Bu hükümet, halk tarafından seçildi ve Türkiye’yi Avrupa’ya doğru götürmeye kendini adadı. Hükümetin politikası hep bu yönde oldu. İslâmî kökleri olan AKP liderliği tarafından yönetildiği halde, Avrupa’ya entegrasyon için çalışıyor.
AKP gibi işbirlikçi bulunmaz diyor Rice ve İslâmî kökden gelmiş olmasını da ihaneti için avantaj olarak görüyor.
AKP, dindar falan değil, İslâmcı hiç değil; Batıyı referans alan, Batıya samimî olarak entegre olmak isteyen ve iktidarını da buna bağlayan bir parti.
AKP, güya sistem muhalifi olarak iktidara geldi; fakat iktidarı boyunca sistemle uzlaşıp durdu.
AKP’nin iki yüzlülüğüne misal şu sualleri de sıralayabiliriz:
CHP laik de, AKP antilâik mi?
CHP Şeriata karşı da, AKP Şeriatçı mı?
CHP Avrupacı da, AKP Asyacı mı, Büyük Doğucu mu?
CHP serbest piyasadan yana da, AKP serbest piyasa karşıtı mı?
CHP seküler (Batıcı) hayat tarzına bağlı da, AKP dinî hayat tarzına mı bağlı?
CHP AB’ci de, AKP AB karşıtı mı?
AKP’nin eğer varsa türban davası, İslâmî temelden ziyade geleneksel ve bir nevî seküler (dünyevî)dir; yani “giymek isteyen giysin” pragmatist yaklaşımının bir neticesidir. AKP’nin olmayan İslâmcılığından değil.
CHP’nin derdi din düşmanlığı olsa da bu bizi AKP’yi doğru tanımlamada hataya düşürmemeli; çünkü rüzgârdan kaçarken fırtınaya tutulabiliriz. Alenî kâfirlerle uğraşırken, gizli kâfirleri hiç anlamadan haremimizde görebiliriz. Bunun için kavganın temelini iyi anlamalıyız, iki soysuzdan birini tercih zorunda kendimizi hissetmemeliyiz.
AKP ile CHP’nin hayat tarzlarının temel felsefesi aynıdır; ikisi de Batıcı, seküler (laik) anlayışa bağlıdır. Biri bez parçasından öte bir mana vermediği türbanı takmak ister, diğeri de bundan bile ürkecek kadar küfür yobazıdır. Biri katı davranırken, diğeri aynı temelde fakat pragmatist (faydacı) bir yaklaşım sergilemektedir. Farkları bunun gibidir; yoksa dünya görüşü ve sistem planında pek farkları yok.
Dini inancın gereği onu şuurlaştırmak ve bayraklaştırmak icap ederken AKP’de bu yok; “dine inanmak isteyenler de var, başını örtmek isteyenler de var” pragmatist yaklaşımı var. Bu açıdan pragmatist felsefenin anavatanı ABD türbanı destekleyebilir ve serbest kalmasına sebep olabilir. O zaman, Irak’ta bacılarımızın ırzına geçenlere, “Allah Amerika dan razı olsun!” mu diyeceğiz?
AKP’nin de durumu aynıdır ve Tayyip Erdoğan BOP’ un eşbaşkanıdır ve Irak’taki katliam ve tecavüzlerden sorumludur. Aslında Kuzey Irak’taki çuval geçirme olayına ve oradaki fiilî duruma da hizmet eder vaziyettedir Tayyip Erdoğan.
ABD, Tayyip’in iktidarını destekliyor, AKP’de Amerika’yı destekliyor. Tayyip hâlâ “tezkere geçseydi iyi olurdu” diyor. “Allahsız İslâmcılık” dediğimiz durum, özde ve sözde farklılığı vurgulamak içindir. Tabanına Müslüman gözüken, ama yukarıda kâfirlerle koltuk için gönüllü işbirliği kuranlara söylenmektedir “Allahsız İslâmcılık” tabiri. Esasında adı “Ilımlı İslâm” olan bir Amerikan projesidir “Allahsız İslâmcılık”. AKP için, “İtikatda mü’min, amelde politikacı” benzetmesine de denk geliyor bu tabir.
AKP takiyye mi yapıyor? Bence takiyye yapmıyor; çünkü AKP’nin özde bir davası yok, duruma göre davranıyor. Yani sakladığı bir şey yok; zaten politikalarından, kime hizmet ettiğinden yapıp ettiklerinin toplamından bu anlaşılır. Ayrıca niyet okumaya gerek yok; ne CHP’nin “AKP’nin gizli dinci ajandası var” gibilerden niyet okumasının, ne de Müslümanların, “bizim önümüzü açmak istiyor, ama yaptırmıyorlar!” niyet okumasının bir mânâsı yok. Herkes gönlüne göre ve de kolayına geldiği gibi yorumluyor; asıl meseleye ve esas kavgaya yanaşmak istemiyor. “Korkaklar Savaşı” dediğimiz durum bu ve bu savaştan bir b.k da çıkmaz; fakat neler nelere vesile olur ayrı bir dava.
AKP, tüm siyasiler gibi özü-sözü bir değil; aslında “lâik-demokratik” sisteme uygun bir tavır. Çünkü özü-sözü bir olmak ahlâkî bir vasıftır ve güzel ahlâkı tamamlayan İslâma denk gelir; yani laiklikle uzaktan yakında bir ilgisi yoktur. AKP de bu sistemle bütünleşmiş ve zaten İslâm davası olmayan bir parti. Geçmişindeki geleneksel İslâmî çizgisi, ideolojik ve siyasî temeli olmayan avamî bir tavırdır ve bu tavrını da çoktan bırakmıştır. AKP için İslâmî eğilimi taşıma isteği bile pragmatist bir yaklaşımdır.
Geçmiş bütün İslâmî kökenli partilerin açmazının, BD-İBDA dünya görüşü ve sisteme bağlı siyaset zaruretini görmezden gelmeleridir. Necip Fazıl’ın uyarıları bugün de aynen geçerlidir. Büyük Doğu’nun yetiştirmesine rağmen Büyük Doğu’ya ihanet edenlerin serencamları meydandadır.
Acaba Tayyip Erdoğan, böyle bir dönek ve ihanet çizgisinde başbakan olmakdansa, toptan gıda dükkanında sucuk satmaya devam etse idi, kendi dünya ve ahireti için daha hayırlı olmaz mıydı? “İtikatda mümin, amelde politikacı” çizgisinin sonu İtikatda da AB’ci ve Amerikancı olmak oldu. Eski sözde mücahitler, şimdi özde liberal oldular.
Belki farkına varmadan İslâmî bir ölçüyü (içi dışı bir Müslüman) “özde ve sözde” diyerek gündemimize taşıyan ve samimiyetsiz ortama işaret eden GKB’na da bu katkısından dolayı teşekkür edelim. Tabiî Genelkurmay Başkanı’nın Amerikan karşıtlığı ne kadar özde, ne kadar sözde, onu da soralım.
Çocukluğumda, Sultanahmet Camiînin en önemli güzelliğinin Müslüman gibi içi ve dışının bir olması olarak bana anlatılmıştı.
Hatta Müslümanlığın iç ve dış uyumu, Batı ile de farkımız olarak işaretlenmişti. Bu benzetme çok hoşuma gitmiş ve hiç unutmamışım. Her kim anlattıysa Allah razı olsun, ölmüşse Allah rahmet etsin.
İslam baştanbaşa samimiyettir; “özde-sözde uyum”, İslâm’ın temel ölçüsüdür ve ancak İslâm inancıyla yaşanır. Ve İbda Külliyatını okuyanlar Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun her satırında tüten samimiyetini görürler. Zaten özü-sözü bir olduğu için, özü-sözü bir olmayan düzen (Mirzabeyoğlu’nun davası hukuk skandallarıyla doludur) tarafından idamdan ağırlaştırılmış müebbedle F Tipinde tecrit hücresinde cezalandırılıyor. Dost ve düşmanları tarafından sistemin çöküşünün ilân edildiği bu hengamede, bu mevzuda söylenecek olan, tâ 1975 yılında Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun çıkardığı, ilk ihtilalci ses olan GÖLGE dergindeki şu sözüdür:
“Kuyrukçular hüküm kesti: kırk sene!..
Köhne düzen kırk sene sürer gibi”
AKP’nin suret-i hak maskesine liderinden bir misâl:
Bahçelievler Belediyesi Necip Fazıl Kültür Merkezi açar.
Yıl 1993, o zamanlar -yanılmıyorsam- Refah İst. İl Başkanı olan Tayyip Erdoğan tepki koyar: “Yahu bu adam (Necip Fazıl için diyor) MHP’li, Erbakanla kavga etti. Bu adamın peşine niye düşüyorsun?”. Daha sonra da Necip Fazıl’ın 100. doğum yılını (2004) Necip Fazıl yılı ilan ederler; fakat göstermelik bir iki törenle yetinirler. Özde-sözde farkı, her zamanki samimiyetsiz tavrı.
Tayyip Erdoğan’dan birkaç gömlek ileride olan -en azından onun gibi kolpacı olmayan- Abdullah Gül’ün Necip Fazıl hayranlığının da derinlemesine olmadığını düşünüyorum.
Suret-i hak maskeli Tayyip’in Üstad’ın şiirlerini okuyarak meşhur olduğunu ve daha sonra da Üstadın şiirlerinden kaset yaptığını biliyorum. Bir de Necip Fazıl’a atfen yakın çevresine şu yalanı söylediğini de biliyoruz: “Şiiri ben (Necip Fazıl) yazarım, Tayyip okur”. Üstadın böyle bir sözü yok, olsa olsa Tayyip gibilerin yakıştırmasıdır. Yahu bu ülkede birçok kişi Üstadın şiirlerini okuyor.
Tayyip’in İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemlerde, bizim dergilerden birine röportaj veren bir belediye başkanını arayarak, “İBDA’cılar tehlikeli adamlar, bunlarla işimiz olmaz” diye eleştirdiğini...
“Sucukçuluk yapsa kendi için daha iyi olurdu” dediğimiz bu adam (Tayyip), İmam-Hatipli safları kandırmakta da mâhir. “Müftü” lakâbı ile bilinen İmam-Hatip ve ilahiyat mezunu bu kişiyi gördüğünde “Üstadım” diye yağlıyor ve “istediğin zaman gel” diye kendi özel kaleminin yanında söylüyor. Bu arkadaş ise her gittiğinde Tayyip’in özel kalemi tarafından geri çevriliyor, buna rağmen “Tayyip iyi ama, çevresi kötü” diye değerlendiriyor. Ben de ona, “Tayyip istese özel kalemi yok diyebilir mi? Orada sana kompliman yapmış. Özel kalem müdürü Tayyip’in niyetini bildiği için de seni geri çeviriyor” diyorum. “Hiç öyle düşünmemiştim” diyor bizim saf İmam-Hatipli....
AKP’den Devlet Bakanı M.Ali Şahin’in de, İstanbul İl Akıncılarında 1977-78 yıllarında GÖLGE kadrosuyla görev yaptığını ve Salih Mirzabeyoğlu’nun Aydınlık Savaşçıları dizelerini okuyarak miting meydanlarını coşturduğunu ve şimdi de geçmişinin parsasıyla geldiği iktidar koltuklarında geçmişlerinden utandıklarını bildirelim.
Suret-i hak maskeli haramzâde bunlar...
Baran Dergisi 19. Sayı
Baran Dergisi 19. Sayı