Din ve kültür olarak bağımsızlığını ilan edemeyen, sürekli Batıcı ideoloji altında ezilip büzülen, ithal malı fikirlerle zehirledikleri millete sürekli pansuman yapmaya çalışan, sosyal yapısını bir türlü düzene oturtamayan devlet, çareyi nerede arıyor veya arıyor mu? Aynı anda liberal, demokrat, Türkçü, Kemalist, solcu, muhafazakârı birbirine sentezleyen bir politika nereye kadar tutacak?

Son yıllarda dünya hızlı bir şekilde her yönüyle çürümeye doğru gidiyor. İnsanî olarak gördüğümüz her ne varsa içi boşaltıldı ve hayvanî zevk ve ihtiraslar, şeytanî arzular sinema, basın, medya, sanat ve teknolojik yapılar eliyle hem teşvik edilir oldu hem de uygulanır oldu. Bütün bunlarla birlikte pandeminin de toplumlara zerk ettiği hastalıklar neticesinde hem ruhî hem de fizikî hastalıklar arttı.

Normal insan görmek artık mümkün değil. Artık ne istediğini bilen, düşünen, şuurlu olarak hareket eden insan da görmek zorlaştı. İçgüdüleriyle hayat sürenler çoğaldı. Anormalliğin normal olduğu, normale hasret kaldığımız bu süreçte dünya tüm pisliğini daha da artırarak kusuyor. Sanki dünya büyük dönüşüm arifesinde, üzerindeki kabuğu kaldırıp, içindeki tüm irini ortalığa akıtıyor.

Batı medeniyeti, insanda güzele dair noktacık alan bırakmamacasına kıyameti zorlarken ve tüm çürümüşlüğünü örtercesine dünyayı avucunda tutmak için aşıladığı, artık dikiş tutmayan kavramları (özgürlük, demokrasi, insan hakları, evrensel değerler) yeniden kendi anlayışını zerk ederek dikte etmeye çalışırken, dünya bu “sihre” adapte olmuş vaziyette denileni yapıyor, bu çürümüşlüğe ayak uyduruyor. Batı batarken, yanında dünyayı da götürmek istiyor; bütün toplumlar, idrakleri donmuş biçimde “oynanan tiyatro”yu izlemekle yetiniyor.

Toplumlar adeta hadiseleri tahlil edebilecek istidadını kaybetti. Kimse birkaç dakika sonrasını çözemiyor, hesap edemiyor. Böylesi bir vaziyette Türkiye de hem içeriden hem de dışarıdan bir abluka içine alındığı bu zaman diliminde hem rejim olarak büyük bir sıkıntı yaşıyor hem de rejim kaynaklı toplumsal çürümeyle karşı karşıya. Öncelikle neyi kaybettiğimize dair kısa bir girizgâh oluşturalım.

Kimlik krizi

Türkiye’de fertlerin kimliksizleşme ve yabancılaşma süreci, modernleşme çabalarının hız kazanmasıyla toplumsal rollere yabancılaşma üzerinden kendini göstermeye başlıyor. Batılı değerlerin sürekli empoze edilmesi sonucunda bu değerlere duyulan hayranlık, özellikle medya, eğitim ve tüketim alışkanlıkları aracılığıyla toplumda kök salarken, fertlerin öz kimliklerinden kopmasına sebep oluyor. Bu süreçte kültürel değerler göz ardı edilip Batı’nın hayat tarzı ön plana çıkartıldıkça, fertler kendi kültürel kimliklerine yabancılaşıyor. Din ise, toplum için birleştirici bir unsur olabilecekken; dinin yaşanmamasından, dini kuralların hayata tatbik edilmemesinden fertlerin dini değerlerden uzaklaşmasıyla sonuçlanıyor. Ayrıca modern medya araçları, fertlerin toplumsal olaylara duyarlılığını azaltıp onları sanal bir dünyaya hapsederek, topluma ve sorumluluklarına ilgisiz hale getiriyor. Özellikle teknolojik, ekonomik ve sosyal değişimlerin hızla arttığı bu yüzyılda insanların bir ideal etrafında toplanabilecekleri bir yapı, sistem veya tutunabilecekleri, nisbet edebilecekleri bir fikir olmadığı için sürekli savruluyor, toplumsal normlardan ve değerlerden uzaklaşıyor.

Toplumu besleyen etkenler

Bir milleti ayakta tutan unsurlardan biri de toplumun kimliğidir. Toplum, kültürel ve manevi unsurlardan müteşekkil bir yapıdır ve fertlerin inancını, dinin getirdiği kurallar bütününü, geleneklerini ve bütün bunları kapsayan ortak değerler bütününü ihtiva eder. Adeta manevi değerlerle varlık bulur. Fertlerin kimliği de toplumun din, kültür, ahlak, değer, duygu ve sanatıyla oluşur. Fertler, kimliklerini, geçmişten bugüne gelen ve geleceğe aktarılacak manevi değerler bütünü olan ve toplumun tecrübelerinden doğan kültürleriyle ayakta tutarlar. Toplum fertlerin iman, ahlak, irfan ve hikmetinden beslenerek ayakta kalır. Ortak değerlerin bütünü ile bir uyum sağlanır ve böylece dış tesirlere karşı da bir kalkan vazifesi görür.

Ahlakî çöküş, manevî boşluk

Malum, Kemalist rejim eliyle dini ve ahlaki değerlerden uzaklaşan, seküler bir hayat tarzına angaje edilen toplumumuz ahlaki bir çöküş, büyük bir buhran ve manevi bir boşluk yaşıyor. Dinden uzaklaşıldı, ahlakî değerler yerden yere vuruldu, gayri ahlaki işler arttı ve meşrulaştı, bunalım, kaos arttı, evlilikler azaldı, boşanmalar arttı, psikologlara, terapi merkezlerine alaka çoğaldı. Manevi boşluklarını İslâm’la doldurmayan, İslâm’da aramayanlar yoga, meditasyon ve benzeri Batı tandanslı ritüellerde arar oldu. Bu sebepten yoga ve benzeri kurumlar arttı. Seküler lağımda çırpınan insana bu tür ritüellerle ayakta tutmanın yolları gösterilmeye başlandı. İnanmanın içi boşaltıldı. İnanmak denen olgu yalama oldu. Bir şeyi reddetmek kolaylaştı. Bununla birlikte seküler eğitimin neticesinde 13-17 yaşındaki çocuklar rahatlıkla dinsiz olduğunu, deist olduğunu veya sosyal mecralardan bildiği şekliyle agnostik olduğunu söyler oldu.

Din, dil, tarih, kültür ve sanatın içi boşaltıldı, milli kimlik unutturuldu, toplum tamamen Batılı gibi düşünen, hadiseleri Batılı gibi yorumlayan, Batılı gibi oturup kalkan bir millet halini aldı. Böylesi bir vaziyette niçin bu topraklarda yaşaması gerektiğinin, niçin Müslüman olması gerektiğinin, niçin düşmanıyla çarpışması gerektiğinin, niçin milletine ihanet etmemesi gerektiğinin bilincinde olmayan, her fırsatta memleketini Batı’ya peşkeş çekmekten imtina etmeyen, dine ve Müslümanlara hakaret etmekten varlık bulan tipler türedi. Çürümüşlük, toplumun en ücra köşesine kadar sindi. Adeta değerlerine yabancılaşmış ve kimliğini kaybetmiş bir toplum oldu.

İntihar ve cinayetlerde artış

Genel çerçeveye baktığımızda Türkiye'de intihar oranları ciddi şekilde yükselişte ve yetişkinlerden ziyade gençler intihar ediyor. Devlet intihar olaylarında gençleri spora yönlendiriyor. Yani bir nevi sporla uyuşturmak istiyor, ruhuyla ilgilenmiyor. Kendi anlamını bulamamış, yönünü tayin edememiş, ahlak ve kuraldan uzak yaşamış gençlerin spora adapte edilmesi ne kadar işe yarayacak? Yıllarca maddi yönden doyurulan bu millet, ruhî yönden nasıl doyurulacak?

Cinayet oranları ciddi şekilde yükselişte ve sebepsiz yere cinayet işlenir oldu. Özellikle gençlerin suç makinesine dönüştüğü bir ortamda özellikle suçlunun konuşulması da absürt değil mi? Yazarından siyasetçisine, aydınından medyasına varana kadar suç ve suçun mahiyeti, suçun nereden türediği ve gençleri bir canavara dönüştürdüğü konuşulması gerekmiyor mu?

Yeni bir İslâm nizamı

Din ve kültür olarak bağımsızlığını ilan edemeyen, sürekli Batıcı ideoloji altında ezilip büzülen, ithal malı fikirlerle zehirledikleri millete sürekli pansuman yapmaya çalışan, sosyal yapısını bir türlü düzene oturtamayan devlet, çareyi nerede arıyor veya arıyor mu? Aynı anda liberal, demokrat, Türkçü, Kemalist, solcu, muhafazakârı birbirine sentezleyen bir politika nereye kadar tutacak?

Üstad Necip Fazıl’ın 1976 senesinde Rapor 1’de ifade ettiği şekliyle, “…fuhuş, şevhet, hırsızlık, rüşvet, sahtekarlık, kalpazanlık, yalan, riya, cehalet, şirretlik, küfür, gaflet, yaftacılık, gözbağcılık, samimiyetsizlik, adaletsizlik, her işte rezalet ve her noktada kepazelik, günde yirmi bin ton kazurat ve yılda bir milyon baş nüfus fazlasından ibaret hasılayı yürütmekte ve bu hal, başını elli yıldır (bugün yüz yıldır) terakki ede ede gitmekte ve nihayet rekor seviyesine ulaşmış bulunmakta... Ve... Ve gün geçtikçe his ve anlayış kütleşmekte... Tek kelime ile, idrak yok olmakta... Müslüman ağlar, Yahudi güler, devrimci hırlar, politikacı havlar, PKK zıplar, tarih sızlar, fikir inler. Ve bir ses: Büyük Türkiye!”

İslâm hariç tüm çarpık ideolojileri ve bu ideolojilerden türeyen beşerî sistemleri birbirine sentezleyerek “Türkiye Yüzyılı” çıkmaz. Maddi ve manevi enkaza dönüşen bu toplum, fikirsiz sadece taş ve toprakla ayağa kalkamaz. Ruhlara nakşedilecek yeni bir dünya görüşü olmadan sadece hastane, köprü, bina yapmakla “Türkiye Yüzyılı”, bir yıl bile ilerleyemez!

İnsanı öz vatanında işgal eden, manevi boşluğa iten ve toplumu diriltecek değerlerden uzaklaştıran seküler hayat tarzı her cephesiyle baskın olurken, ve bu seküler hayat tarzı, Batı toplumunun tüm çürümüşlüğünü kendisine şiar edinen ve bununla övünen Kemalist rejim eliyle dikte edilirken; buna karşılık insanımızı kendi değerleriyle ayakta tutacak, yukarıda da bahsettiğimiz üzere kendi özüne döndürecek, topluma ahlaki ve manevi rehberlik sağlayacak, rejim değişikliğinin parti değişikliği olmadığını gösterecek bir İslâm nizamı şart.

Aylık Baran Dergisi 33. Sayı, Kasım 2024