Hayat dediğimiz büyük kavga meydanında, en nihayetinde ölümden başka hiçbir yere kaçamayız. Beni bilen, tanıyan ve seven her bir kardeşime selam olsun! Kanımın son damlasına kadar meselem için akıttığıma şahit olmak istiyorum. Her şeyim fedadır!

Yahya on iki aydan fazladır gece gündüz karanlık içinde bulunan evinde, kendisiyle bütünleşen tekli koltuğu üzerinde oturmuş Kur’an-ı Kerim okuyordu. Mutlak Kelimeler içinde “ben kimim?” sorusunu cevaplamaya çalışırken, ölüme ve sonra onun da ötesine doğru kaderine teslim oluyordu. Heyecanlıydı, kendisini gaye insan-a doğru yakınlaştıran vasıtaya sımsıkı sarılmıştı. Sabırlıydı, onu hep sakinleştirmek isterlerdi ki artık bunca zaman niçin sakin olması gerektiğini de bu sabah anlamıştı. Kalbinin ısrarla arzuladığı o kavuşma, hesapsız bir şekille artık apaçık önünde duruyordu. Biraz sonra koltuğundan kalkıp saati öğrenmeyi, en azından aşağı yukarı tahmin edebilmeyi düşünerek, kalbinden ruhuna fışkıran meçhul bir nura doğru dünyadan yüz çevirmiş capcanlı gözleriyle, inci tanesi kadar da olsa bir güneş ışığı aramaya koyuldu. Ne acı bir hikâye... Güzelliği ise dillere destan... Derken aradığı ışığı, nihayet kırık taş duvarda görünen tuğla parçaları arasından buldu. Işığa bakarken en sevgili dostundan beklediği haber gelmişçesine bir gülümsemeyle sevindiğine şahit oldu. Sonra bu haberin de habercisi, yanından hiç ayırmadığı Kur’an-ı Kerim'i aldı ve kalp hizasındaki cebine yerleştirdi. Silahını ve mühimmatını eksiksiz bir şekilde yanına aldı. Daha önce yarısını yemiş olduğu çikolatanın kalan parçasından bir ısırık daha aldı ve onu da cebine koyarak evden çıktı. Seri bir hareketle çıkarken kapıya emir vermişti ki kapanmasına bitişik olarak yepyeni bir emirle tekli koltuğun önündeki eskimiş, pörsümüş ve çürümüş görünen sehpanın üzerinden yazılı bir sayfa yaprağı düştü.

Yere doğru süzülerek düşen yaprağın tekli koltuktan bakıldığında görünen yüzünde şunlar yazıyordu:

“Ben Yahya... Ömrü, insan olabilme yolunun önünü kesen kötünün karşısında hiç pazarlık etmemiş ve inancının önünde başını eğdiği hiçbir anında kötünün kalbinde saf tutmamış olan Yahya... İnsan olabilme ve insan kalabilmeye olan inancım, onun gereklilikleri ve Mutlak'a Adalet için bir saniye bile beklememiş olmanın başı dikliğiyle, Allah’ın huzurunda her an ve her saniye hesap veriyor olduğumu bilerek ve hatta bunu bizatihi istemiş olarak insanlık dışında kurdukları bu zalim düzenin hiçbir çarkına en ufak bir borcum yoktur. Hayatım boyunca bu düzene kirpiklerimle dahi hizmet ettiğimi hatırlamıyorum. Yalnız Allah'a karşı suçlu ve borçluyum. Kendimi, halkımı ve bütün dünyayı insanca yaşatma adına verdiğim bu savaşta, ölmek için çalışmaktan ve aynı zamanda hayatta kalmak zorunda olmaktan da başka çare bulamadım. Ruhumu sonsuzluk içerisinde yaşatan ölüm değil de nedir? Ben O’na aidim. Ölüm ve yaşam arasındaki kıl kadar uçurumun boşluğunda, yüreğimdeki yangının her saniye eritip küle döndüren rüyası beni Allah’tan alıkoymasından başka hiçbir endişem yok. Kalpler onun elindedir. Biliniz ki inancım ve savaşımın, insanca yaşama ve yaşatma davası olduğundan zerre şüphem yoktur. Ben de her yaratılan gibi dünyaya yaşamaya geldim fakat insan olarak... İnsanın kendisi için yaratılmış olan aleme sirayet etmesi için... Allah’ın kalplerimize bahşettiği cenneti aleme gösterme sevdamdan vazgeçmem nasıl mümkün olabilir? Burada doğmuş olmam beni oluşturdu belki fakat nihayetinde biliyorum ki insan her yerdedir. Dünyanın her yeri insan olana cennet olmalıdır ki hakkın yani adaletin üzerinde nur olup yağdığı bir diyarda görünebilsin. Ne olursa olsun ben; işkenceler, hapisler, tecritler ve zulmün bin bir şekline karşı ruhumu asla terk etmedim.  Allah'ın lütfu ki, bunca zaman nasıl yaşayabildim, buna da hayret etmişimdir. Ölümü de öldüren Rabbime sonsuz hamd olsun. O, benim yüceltmelerime ihtiyaç duymadan, 'ol' der ve en hayırlısı hemen oluverir. Kalbiyle bakan ve gören hakiki kardeşlerime, beni ruhlarında yaşatmaları adına sesleniyorum: Korkmayın! Mutlak bir bilgi olan ölüm karşısında gülün ve sevinin! Herkes bir şekilde ölecek. Onu en güzel halinizle karşılayın ve artık onunla beraber yaşamaya bir önce alışın. Allah ve Resulü yolunda ölenlere hiçbir korkunun uğramadığı gibi, onlara ölmek de yoktur. Kendini feda edeceğinden şüphe duymayana ahirette de korku yoktur. İnsanız... Hiç unutmayın, dünyanın her neresinde bir zulüm varsa, Allah'ın yarattığı ve en şerefli muradı olan insana karşı savaşan bozguncular sebebiyledir. Ruhum hanginizin ruhuna sirayet ettiyse bilsin ki ben onlara hiç benzemem. Bu bozguncular, bana zindan olmuş dünya hayatımdan kurtularak EN SEVGİLİYE ulaşmamı sağlayacak olan vasıtadan başka bir şey değildir. Bu mana dışında sadece böcek sürüleri... İşte yine karşımdalar, ne mutlu bana! Hisleriniz ya da içdügüleriniz size kendisini ve kendi benliğinizi Mutlak olarak fısıldamasın. Bu fısıldamalar içinde şeytanın inancınıza kast ettiği şüphe mermileri çokça vardır. Hamaset, insan için doruklarında olduğu bir ruhun varlığına nefsinizden delalet eder; fakat sizin için tek başına bir bütünü temsil etmez ve insanın bütünü olamaz. Her daim daha fazlasıdır. Kalbimizi, ruhumuzu ve aklımızı yitirmeyelim... Allah’ın mekânı olarak belirttiği kalbimize çokça başvurmalıyız ki, ruh ve akıl dengesi de mutlak İYİ, DOĞRU VE GÜZEL'den durmaksızın akan çeşme vazifesindeki kalple bakabilelim. Yeryüzünde sizi tanıyıp, var olduğunuza sevinip, sizin için şükreden çocuklar mutlaka olsun. Yaşanmaya değer bir hayat tesis etme sorumluluğu onlardan önce bize farzdır. İşte buna inanmış olmanın şuuru, bize veliliğin bir mecburiyet olduğunu da gösterir. Kendinize ve insanlığa hakkın merhamet şerbetinden bir yudum dahi olsa içirmeden asla ölmeyin! Yaralarınızı ve yaraları sarın, sonra tekrar mücadele... Heyecanınızı asla kaybetmeyin. Çünkü inanç kıvılcımlarını ateşleyen şey, insanın her ne şartta olursa olsun kendi heyecanını üretebilmesidir. İnsanın kendi zihnini, kendisi kontrol eder. Şeytanın en büyük silahlarından biri de nefsinize sirayet ederek kontrolün hiçbir şekilde sizde olmadığını bir anlık refleks gıdıklamasıyla hissettirmesidir. Hayır! İnsan irade sahibidir ve tercihleri her şeyden önce kendisinindir. Hayat dediğimiz büyük kavga meydanında, en nihayetinde ölümden başka hiçbir yere kaçamayız. Beni bilen, tanıyan ve seven her bir kardeşime selam olsun! Kanımın son damlasına kadar meselem için akıttığıma şahit olmak istiyorum. Her şeyim fedadır! Hiçbir anınızda, hangi şart ve hallerde olursanız olun, İslâm yani barış için can verip can almaktan yani bir ömür savaşmaktan vazgeçmeyin! Bundan daha hayırlı bir yol da yoktur ki bizi hayırlı bir ölüme götürsün. Hiçbir amelimiz güvenilir değildir lakin Allah'ın düşmanlık edenlere düşman olmanız gerektiğinden kati olarak emin olun. İnsana cehennemi yaşatmak isteyen bu düzenin sahiplerini o çok istedikleri cehennemlerine göndereceğim... Hiçbir zaman şu anda olduğu kadar yorulmamıştım. Allah, bedenimi uğrunda paramparça ederek toprak eylesin. Biliyorum ki Allah'ın sevdiği ve sonsuz nimetleriyle huzurunda dinlendireceği kulları vardır. Ölüm de işte böylesine güzel...”

Yahya o gün, bir ömür misafiri olduğu evine dönmedi. Bedeni, sayısız yarayla birlikte; kendisi, ailesi ve vatanı bildiği şehirde yaşamış bir başka şehit ailesinin evindeki tekli koltuğun üzerinde, güneşin bile yanında sönük kaldığı bir nura doğru bakarak ruhunu teslim ettiğine şahit oldu.

Ruhu ruhumuza rehber olsun...

Aylık Baran Dergisi 33. Sayı, Kasım 2024