Darlıktan herkes şikayetçi; her şeyde bir azalma var, tüketim de düştü, üretim de.
Dış ticaret rakamları açıklandı, düşüş devam ediyor.
Tüketim ekonomisine dayanan Amerikan hayat tarzının geldiği nokta, dünyayı da peşinden sürüklediği ekonomik kriz oldu.
Dünyayı kana bulayan Amerika, kan kusmaya başladı, diyebiliriz.
Kanına girdiklerinin kanı, Amerika’nın burnundan fitil fitil gelmekte. Onlar için “mutsuz”, bizim için “mutlu son” yakındır.
Amerika’dan nemalanan çakalların da, emdikleri kan burnundan fitil fitil gelsin. Bu duaya amin demeyenler ise onlardandır.
Sadece dua yetmez, duayı icrada aramak gerekir.
Emperyalistlerden para alanlar bunun karşılığında ne veriyorlar, ne verecekler?
Yıldırım Koç’un dikkat çektiği üzere, Sendikalar Kanunu taslağına göre, işçi kuruluşları yurtdışından aynî ve nakdî yardım alabilecek.
ABD ve AB emperyalistleri, sendikaları da açıktan yemleyerek örgütleyebilecekler artık.
Besleme medya, besleme sendikalar, besleme partiler, besleme iktidarlar. Besleme rejimin meyveleri bunlar.
Kimi dolaylı, kimi dolaysız olarak beslenenler, bunlar hırsız düzenden yemlenenler.
Kanunlar da onlardan yana.
Bizim gibi isyancılardan yana değil.
Batıcı düzeni onlar kurdu, bu hususta yerli işbirlikçi kullandılar. Günümüzde de aynı taktiği izliyorlar. Çünkü tetikçi kullanmak her zaman kârlı bir yatırım, akıllı bir yöntemdir.
Vahşi kapitalizm, şimdiye kadar bir çok krizi atlattı ve bir şekilde kendini yeniledi; fakat özü aynı kaldığı için aynı sorunlarla boğuşuyor.
Kapitalist sistemin ayakta kalmasının önemli bir sebebi, alternatifinin olmaması veya alternatifinin onu yıkacak seviyede olmamasıdır. Kapitalist sistem toparlanma fırsatını buradan buluyor; hayat bir şekilde devam edecek çünkü.
Hayat tarzını dünyanın her tarafına ulaştıran Batı, insanlığı kendi kaderine ortak etmede başarılı oldu. Batı, kendi cehennemine bütün dünyayı da ortak etti, hatta bunu zorlayarak, cebir ve hile ile yaptı-yapıyor. Askerî gücünü de kullanarak Ortadoğu’ya çıbanbaşı İsrail’i sokarak, Irak’a özgürlük (!) getirerek, Afganistan’ı işgal ederek ve benzerlerinde olduğu gibi her yerde Batıcı hayat tarzını dayatıyor.
Batı, dış dünyayı istismarda son derece başarılı; Batı eşyaya tahakkümde başarılı. İlim ve tekniği de yedeğine almış âdeta bir canavar Batı. Dünyayı, bakir orman olarak görüyor ve bir avcı edasıyla önüne çıkanın, ister insan, ister hayvan olsun kanını emmek, derisini yüzmek istiyor. Hatta iç organlarını bile köpeklerine yem etmek istiyor. Batının felsefesi bu, Batının plastisite anlayışı ve dış dünyaya bakışı bu siyaseti gerektiriyor.
Hak ve halk adına eşya ve hadiseleri zapt ve teshir eden bir sistem ve bunun aksiyonu ile Batıya karşı durulabilir ancak. Kuru akıl harikası Batı’ya, ancak aklın hakkını vererek karşı durulabilir. Bu da ancak;
“Eşya ve hadise üzerine atılan ağ bizim.
-“Zaman bizdedir ve mekan bize emanet!”
Çağ bizim!”
Diyen anlayış ve aksiyon mihrakı (BD-İBDA) ile mümkün. İslâmî direniş ve cihad ile mümkün. Zaten emperyalistlerin bütün siyaseti ve ABD başkanı Obama’nın bütün şirinlikleri, bu tehlike ve tehdit için.
Onları anlıyoruz da, bizdekilere ne demeli?
İnsan, biyolojik gerekler üstünde faziletle yaşar.
İnsanda içgüdü çok azdır.
İnsanı hayvandan ayıran vasıf şuurdur.
İnsan hayatı bile öğrenmeyle, kültürle sağlıyor.
Şahsiyet, insanın iradesiyle yaptığı öğrenmedir.
Hayatın kendisi, hayatı izah ediyormuş gibi bir yanılgı, insanın kültürel ve ahlakî varlığını inkâra yol açar.
Sürü psikolojisiyle yaşamak, sırf menfaati için yaşamak, hayvanlara özgüdür.
Sürü psikolojisiyle yaşamanın hayvanî rahatlığına ermek, menfaat ve koltuk için şerefini, inancını, kültürünü, vatanını satmak.
Onursuzca iktidar koltuklarına kurulmak.
Aynı şekilde bu koltukları kapmak derdindeki muhalefet.
Hukuk-ahlâk bağlantısı kopmuş; çünkü insan- ahlâk bağlantısı kopmuş.
Ahlâk, insana mahsus, sadece insana.
Bundan dolayı, “Hayvan” derken hakaret değil, hakikati belirtmiş oluyoruz.
Sürüye bakıp “insanlar böyle” veya “insanlar ne der?” gibi bir ölçümüz, böyle bir psikolojik algılamamız olamaz.
“Niye böyle olduk?” ve “nasıl bu halden kurtuluruz?” sualleri ölçümüz ve derdimiz olmalı.
“İnsanlar” diye bir değer yargısı yoktur, çünkü insanlar değişkendir... Üstadın dediği gibi, “bin bir başlı mahluk” halk.
“İnsanlar ne der” değil. “Vicdanımız ne der?” suali ölçümüz olmalı, vicdanın kaynağı olan İslâm dini ölçümüz olmalı.
Sürü psikolojisiyle hayvan gibi özgürce yaşamaktansa;
İnsan şahsiyetiyle özgüce hapiste yaşamak veya ölmek (şehid olmak) yeğ değil mi?
İnsan olma memuriyeti bizi buralara kadar getiriyor.
İşte yaşanmaya değer hayat davası!..
Hakikati bulma ve hakikatin hakikati İslâmî bulma davası.
Buldum zannedilen İslâmî, ölçülerin istediği şekilde ve yeniden bulma davası.
İBDA aynen iman davası gibi olmuş bitmiş bir şey değil, her ân oluş ve yenileniştir. Mensubiyetle iş bitmiyor, iş, emek ve çile yeni başlıyor demektir. Tekerlemeye dönen dava bağlılığı değildir.
Kur’an sürekli yenilenen kalblere hitap ediyor.
Kur’an okumayla Kur’an’a muhatap anlayış seviyesinde durmak farklı şeyler. Kur’an okumak şekil işi, muhatap anlayış ise ruh işidir. İslâm ise, ruh ve şekil, amel ve hikmet birlikte demektir.
BD-İBDA İslâma muhatap anlayışını şekilde okumak yetmez, BD-İBDA’ya muhatap anlayış seviyesinde durmak gerek. Şuur ve amel…
Üç ayrı şeyden bahsediyoruz, birbirine nisbetli fakat ayrı olan:
İslâm (Kur’an-sünnet), İslâma muhatap anlayış (BD-İBDA) ve İBDA’ya muhatap anlayış (bizler).
“Bizler” de derece derece...
Hadler ve dereceler yerli yerinde olmalı her zaman.
Kur’an, sürekli yenilenen kalblere hitap ediyor, BD-İBDA İslâma muhatap anlayışı da öyle.
İslâm ve İBDA, berrak ve tertemiz; fakat biz nasılız, şahsiyet aynamızda davamızı pırıldatabiliyor muyuz?
Onun için büyükler demiş:
“Suyun rengi, kabının rengidir.”
Baran Dergisi 147. Sayı
5 Kasım 2009