“Başını açsa dahi garnizonlara sokmayın!” talimatını veren ordu kumandanı İbrahim Fırtına Allahsız da, bu paşaları ifşâ ve ihbar eden Taraf Gazetesi Allahçı mı?
Tabiî ki değil!
Bize birçok belge servis ederek ordudaki din düşmanlığını deşifre edenler din dostu mu?
Tabiî ki değil!
AB’nin isteği doğrultusunda, Ulusal Batıcılar gidiyor yerine Küresel Batıcılar geliyor; eski NATO’cular gidiyor, yeni NATO’cular geliyor.
AB, “ordu sivil iradeye bağlı olsun” diyor; ordu ise istemeye istemeye de olsa AB’ye boyun eğiyor.
Kavga eden her iki kesim temelde Batıcı; Batı kültür ve hayat arzından yana. Kimi ılımlı, kimi ılımsız ama hepsi Batıcı düzenden ve seküler (modern) hayat tarzından yana.
Fakat bu hadiselerin doğuracağı birçok fayda da var.
Eskiye dönemeyecek şekilde birçok şey değişiyor birçok mit yıkılıyor. Ordunun miti yıkılıyor ve hesap verilemez zannedilenler hesap veriyor. Bunları fayda olarak görmek lazım, her ne kadar bu faydalar için bu kavgalar yapılmasa da.
Bir taraf diğer tarafı tasfiye ederken, haklı görünmek ve halk desteği almak için hukuk, darbe karşıtı, cami ve türban dostu görünüyor. Esasda böyle olmasa bile böyle görünme ihtiyacı duyuyor. Bu da taşların yerinden oynaması ve geriye dönülmez noktaya gelinmesi demek.
Aynı şekilde Genelkurmay Başkanının savunma psikolojisiyle de olsa ordunun din düşmanı olmadığını söylemesi, “peygamber ocağı” tabirine geri dönmek ihtiyacı duyması da böyle misâllerdir.
Bütün kirli çamaşırlar ortaya dökülsün, yıllardır milletin tepesinde zalim ve darbeci olarak duranlar tasfiye edilsin. Bunu destekleriz ama gelene de bakarız.
Taktik olarak herhangi bir tarafı desteklememiz benimsemek mânâsına gelmez. Darbeciler tasfiye olurken bunu destekleriz ama, gelen yeni Batıcı iktidara ve liberal küreselci dalgaya da karşı dururuz. Yani, kimse bize ölümü gösterip sıtmaya razı edemez!
Üstad Necip Fazıl Kısakürek birçok partiye oynamış ama hiçbir partinin adamı ve kuyruğu olmamıştır. Çizgimiz, bu amaca uygun olmalıdır. Her faaliyetimizde ilkemiz olduğumuz üzere doğrularımız davamızın, yanlışlarımız ise nefsimizindir.
Dünyada ve Türkiye’de son yıllarda çok büyük ve hızlı değişiklikler oluyor. Asırlardır yürüyen dengeler bozuluyor; yepyeni bir dünya doğuyor. Bu değişiklikleri müsbet mânâda yorumluyoruz. Ve tabiî ki semerelendirmek istiyoruz.
Son yıllardaki büyük değişikliklere nazaran halâ, “böyle gelmiş, böyle gider” diyen bezginlerin, her zaman hayatın dışında kalmaya ve ümitsizlik girdabında boğulmaya mahkûm olduklarını da belirtelim.
Ekonomik olarak da bizi, ölümü gösterip sıtmaya razı etmek istiyorlar. “Sömürü düzenine ve gelir dağılımındaki adaletsizliklere isyan etmeyin ve hâlinize şükredin” diyorlar. Emperyalist çarkın gönüllü dişlisi olmamızı istiyorlar.
Emperyalist çarkın tekerine çomak sokan antiemperyalist direnişçiler, tüm ezilen ve dışlanan sınıfların ümididir; Yeni Dünya’nın müjdecisidir.
Hükümetin dolmuşuna binen sahte İslâmcılardan değiliz, AB’ci ve ABD’ci liboş Müslümanlardan hiç değiliz.
İslâmî temelli bir dünya görüşü olan BD-İBDA’dan hareketle Batıya sistemli karşıyız ve onun alternatifiyiz. Türkiye’deki Batıcı kuklaların ise bizim gözümüzde maymundan fazla bir kıymeti yoktur. Ha ılımlı maymun olmuş, ha ılımsız maymun olmuş hiç fark etmez.
Türkiye ve dünyadaki sömürü ve işgal düzenine karşı olmayanı da makbul görmüyoruz. Emperyalizme karşı durmayana saygı duymuyoruz; çünkü şahsiyetsiz ve gönüllü köleye saygı duyulmaz.
Bizim dışımızdaki İslâmcıların AB-D tuzağına düşmeleri ise, hainleri hariç, ideoloji eksikliğindendir, “şuur süzgeci” eksikliğindendir. İBDA’nın fikir ve eylem şemsiyesi altında toplanmayanlar, AB’yi, Obamayı, Ilımlı İslâmı, dost edinmişlerdir. “Ya bizdensin, ya onlardan” saflaşmasında yanlış yere kaymışlardır. Ölüme bakıp sıtmaya razı olmuşlardır. Hâlbuki bu sıtma da öldürücüdür. Tıpkı esir alınan Kızılderililerin, Amerikanın verdiği çiçek mikroplu battaniyelere sarılarak ölmesi gibi. Amerikanın “Ilımlı İslâm” tuzağına düşenler, çiçek mikroplu battaniyelere sarılıp ölen Kızılderililer gibidir.
Medya propagandasıyla verilen imaja inanmamızı kimse bizden beklemesin. Bilinen bazı şeylerden bilinmeyen bazı yorumlar çıkarılıp siyasî bir tertip yapılıyor. “Doğrunun yanlışta kullanılması” şeklindeki diyalektik hata, hata olarak değil de bilerek ve kasıtlı yapılıyor.
“Gerçek bilgi ve belgelere evet!”, fakat bunlardan yola çıkarak oluşturulan imaja “hayır!” diyoruz. “Bilinenlerin” yorumlanmasından çıkarılan “bilinmeyenlere” şüphe ile bakıyoruz. Çünkü yorumun şartlarını taşımamaktadırlar. Bilakis biz bunları yorumluyoruz, dünya görüşümüze göre yorumlamaya çalışıyoruz.
İBDA Mimarının “İdeolocya ve İhtilâl” isimli eserinde “yorum” kavramının açıklığa kavuşturulması şöyle:
“Yorum,  hayatın, hükmün, kaidenin, ruh ve düşünce yapısıyla mânâlandırılması işidir” dediğimiz zaman, hayatın, hükmün ve kaidenin, geçecek ve geçmeyecek yönlerinin “şuur süzgeci”ne göre belirlendiğini ifadelendirmiş oluruz.”
Bizim dışımızdaki İslâmcıların, hayatı ve hadiseleri yorumlamakta zorlandığı ve AB’ci yorumlara düştüklerini belirtmiş ve ideoloji gerektiren “şuur süzgeci” eksikliğine temas etmiştik. Karşı oldukları düzeni eleştirirken bile onun şuur süzgecinin dışına çıkılamadığından dolayı birçok kafa karışıklığı meydana gelmektedir. Ve düşman bundan azami derecede istifade etmektedir.
Fakat şu da görülmektedir ki, düşmanda da yekparelik yoktur ve işlerin sonunun nereye varacağı belirsizdir.
Düşman hiçbir yerde nizam kuramamakta, sadece karşı tarafın dağınıklığından istifade etmektedir. Karşı tarafın birlik olmaması için de gerekli kartları oynamaktadır, psikolojik ve fikri propoganda yanında, işbilir işbirlikçiler de tedarik etmektedir.
Fakat emperyalistler açısından işler dünya çapında ters gitmektedir. Tarihin akışı adeta tersine çevrilmektedir. Onların yaptıkları ise sonlarını hızlandırmaktan başka bir netice vermemektedir. Olayların hızı ve akışı bunu göstermektedir.
Bize düşen ise, davamızda dik durmak, ısrarlı ve takipçi olmaktır. Görülen o ki güçlü zannedilen kaleler bir bir yıkılmaktadır. Şimdilik kurtuluş kalesi inşa aşamasında olup tüm heybetiyle görülmemiş olsa da kendini apaçık hissettirmektedir.
Kısaca söylersek, henüz bütün ihtişamıyla zuhur etmese de bakılan yer İBDA’dır; ümid ve beklenti bu aksiyonun yeni bir dünya nizamı olarak zuhurundadır.
Makamını ve ismini açıklayamayacağımız dışımızdaki biri tarafından bize ifade edilen şu sözden bile bu süzülmektedir.
“Emperyalistlerin ayakları altında ezilmektense, şeriatçılar gelsin kellemi kessin daha iyi!”
Tabiî ki böyle insanların kellesi kesilmez, bilakis makbuldür.



Baran Dergisi 166. Sayı