Jean Paul Sartre’nin “gizli oturum” oyununu Şehir Tiyatrolarında izledim. Bu oyunda, biri erkek ikisi kadın üç kişinin cehennemdeki hayatından bir kesit anlatılıyor; bir de zebanileri var. Varoluşçuluğun kurucusu Sartre, bu üç kişi üzerinden insan varoluşu sorununu irdelemek istiyor herhalde. Oyundaki cehennem ise sembolik olarak düşünülmüş, insan ruhunun kötülüklerde nerelere varacağı böyle bir anlatımla gösterilmek istenmiş. İnanılsa da inanılmasa da cehennem aleminin cazibesi kullanılmış diyebiliriz. Ve cehennemde bile bu insanların birbirine tuzaklar kurmaya çalışması, ihtirasları anlatılmış. Cehennem hayatını ifade için kullanılan şu cümle bana ilginç geldi:
-“Cehennemde gözyaşı yoktur!”
Seyretmeye değer bir oyun. Tabii karşımızda usta bir yazar, sadece yazar değil usta bir düşünür var. Oyun sürükleyici ve oyuncular da (toplam dört kişi) iyi oynamışlar rolünü… Vesile olan Ali Rıza Yaman gönüldaşa teşekkürler…
Bir başka Şehir Tiyatrosu oyunundan bahsetmek istiyorum ; Maskeliler… Üç Filistinli kardeşin hikayesi. Biri militan, biri esnaf, biri de işbirlikçi… Oyunun yazarı ise bir İsrailli yani Yahudi. Oyun güzel, Filistinlilerin mücadelesini doğru yansıtmış. Düşmanını doğru tanımış ve sanatçı gözüyle olaya yansız bakmaya çalışmış. Göğüs göğüse kavga ettiklerini insan daha iyi tanır, diyebiliriz. Belki İsrail polisinden bilgi almış veya Filistinli ailenin dramına yakından şahitlik etmiş; Yahudi zekası da diyebiliriz.
Kardeşlerden biri militan, diğeri ise İsrail işbirlikçisi. İşbirlikçi olan, köyünden bazı militanların ölümüne sebebiyet veriyor. Militan kardeşi ise, hain abisine şerefini temizlemesi için bir şans tanıyor. Ve beklenmedik -belki de beklenir- final, esnaf olan küçük kardeşin bir Filistinliye, bir vatansevere yakışan tavrıyla, kendi hainini temizlemesiyle gerçekleşiyor.
Seyretmeye değer bir oyun.
Ve Miraç gönüldaşın bilet ayarlamasıyla ve Ali Rıza gönüldaşın da organizesiyle seyrettiğimiz Genco Erkal’ın tek kişilik oyunu , “Marx’ın Dönüşü”… Genco Erkal zaten tek kişilik tiyatro. Eser de iyi; Marx’ın hem hayat hikayesi hem de günümüzdeki eleştirilere cevap verişi anlatılıyor. Marx, bugün kendinden hâlâ bahsedilmesinin haklı gururunu yaşarken, 150 yıldır hâlâ kapitalizmin yaşamasını ise, Marksist diyalektiğin yenilgisi olarak kabul eder.
“Öldüm ölmedim, işte size diyalektik” diyerek söze başlar, Genco Erkal’ın canlı performansıyla karşımızda capcanlı Karl Marx.
Bir saatliğine de olsa bugüne gelen Marx’tan, not aldığım bazı sözleri ve yorumları ise şöyle:
“Devrimci tavır, gerçeği söylemektir.
Engels’le birbirimizle öldüresiye tartışıyorduk. Herşeyi yıkıp yeni baştan yapıyorduk.
Poper, lütfen bana benden alıntı yapma!
Ben Marksist değilim.
Devrim gerçekleşince, düşüncelerimi bağnazca savunan Poper gibi adamların eline geçmesi demek, dogmatikler sınıfı yeni rahipler sınıfı oluşturacak demektir. Arkasından sansürler ,sürgünler gelecek…Benim korktuğum bu.
Poper’in Kapital’i İngilizce çevirisine izin veremezdim.
Amerika’da 500 den az kişi, gayri safi milli hasıla olan 7 trilyonun 2 trilyonunu kontrol ediyor.
ABD’de %1, ülkenin %40’ını kontrol ediyor. Yoksul ülkeleri de soyuyor.
Dünyada 1.2 milyar insan günde 1 dolarla yaşamak zorunda.
Nüfusun %45’i sefalet içinde.
Kapitalizmin dünya zenginliğini artıracağını ve belirli ellerde toplanacağını yazmıştım.
Kapitalizmin gıdası krizdir,ekonomik krizle besleniyor.
Serbest piyasayı savunanlar, şimdi piyasayı kontrol ediyorlar.
Kapitalizmde giderek kârın büyümesi krizleri doğuracak demiştim.
Din halkın afyonudur dedim ama şu şekilde dedim:
Din ezilen kitlelerin iniltisi, kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz koşulların ruhu ve halkın afyonudur.
Yani, afyon çare değildir ama acıları dindirmek için gereklidir demek istedim.
Bezirgan, aç gözlü, paragöz Yahudiler.
Kapitalizmin doğasında insan ruhuna aykırı bir şey vardır ve bu insanı isyana sevk eder.
“Kapitalist üretimde meta zenginliği var.Meta, her şeyden önce dışımızda bir nesnedir” diye başlar Das Kapital ve derin analizlerle sürer.
Kapitalizmin büyümesi sonucu, işçi ve işvereni nasıl insanlıktan çıkardığını, mezar kazıcı gibi olduğunu anlattım Das Kapital’de.
Filozoflar dünyayı yorumlamakla meşguldü ama mühim olan dünyayı değiştirmektir.
Artı değer teorisi… Emeğin değerini aştığını; artı değer bu..İşçiler daha fazla üretim yapıyor daha az kazanıyor.
“Mülkiyet hırsızlıktır” diyen ama kendi payını isteyen Prothon benim arkadaşlarımdan.
Dünyanın bütün işçileri birleşin, dedim. Kimi başarılı oldu, kimi ezildi. Komünizm öldü mü? Stalinist dogmatizm öldü. Komünizmin amacı, bireyin özgür gelişmesidir. Ben, her şeyden kuşku duyun, dedim her zaman. Gittiler beni dogmatik yaptılar.
İşçi sınıfı diktatörlüğü, belli kimsenin değil, devletin gerekmediği duruma kadar.
Bakunin, anarşizmin babası; “kaşarlanmış burjuva” dedi bize.
Kapitalizmin zaferi, deniliyor. Çocuklar çalıştırılıyor, ahlaksızlık, açlıktan ölen insanlar. Kapitalizm dün bu idi, bugün de bu.
Irak ve Afganistan’a demokrasi ve özgürlük adına ölüm ve yoksulluk getirildi. Hani, liberalizmin zaferi tamdı.
Filistin, fosfor bombaları.
Ben ne demiştim:
Pasaportsuz yaşayalım. Millet denilen yapay bölünmeler olmasın. Dünyanın bütün işçileri…
150 sene önce kapitalizmin sonu geldi demiştim, yanılmışım. Kapitalizm meta yaptı, güzelliği de, işsizliği de…
“Liberal cennet” kâbusa dönüştü.
Fakat maalesef, hayatın diyalektiği marksizmi yendi..
Eseri yazan Howard Zınn, çeviren Özüm Özgülsen, yöneten ve oynatan Genco Erkal
19. yüzyılda Londra- Soho’da yaşayan Marx, oyunda, günümüzde ve New York- Soho’ dadır. İçinde yaşadığımız dönemin ve Marx’ın döneminin birbirinin içine geçecek şekilde yazılan oyunda, o zamanları aydınlatmanın yanı sıra, bugünlere ve bizim bulunduğumuz yere ışık tutuluyor.
Marx’ın, karısı Jenny, kızı Eleanor, dostu Engels ve siyasi rakibi Bakunin gibi karekterlerle ilgili değerlendirmeleri oyunda önemli bir yer tutuyor. Marx, yaşamıyla ilgili olaylar, Jenny ile yaptığı evlilik, Londra’ya sürülmesi, üç çocuğunun ölmesi, Paris Komünü vb. dönemin önemli olayları hakkında konuşuyor.
Oyunun başında, “ öte tarafta liberaller vardı, isyan edip buraya geldim” ve oyunun sonunda “İsa gelemedi ama ben geldim” tarzındaki esprilere pek gülmediğimi söyleyebilirim.
Genelde kadın seyirciler gülüyor zaten.
“Marx’ın Dönüşü” oyunu sahneden kalkmak üzere, yer bulursanız gidin.
Devlet tiyatroları ucuz ama özel tiyatrolar biraz pahalı. Devlet tiyatroları 7 ila 5 TL. civarında, özel tiyatrolar 25-15 TL civarında. Ayrıca Belediye Kültür Merkezlerinde bedava gösterimler oluyor, bazı tiyatro ve filimler oynuyor, konserler veriliyor, İskender Pala gibi güzel söyleşiler oluyor. Yine bir bilgi notu, İSMEK kurs merkezleri ise ücretsiz. Seviyeli lisan kursları (İngilizce-Arapça) olduğu gibi, bir çok güzel sanatlar ve meslek kursları da verilmektedir. İkinci dönem de kayıt almaktalar.
Şehir Tiyatrolarında oynayan Düşüş adlı, Nahid Sırrı Örik’in Sultan Abdülhamit Düşerken romanından uyarlanan oyunu beğenmediğimi söylemeliyim. Güçlü bir elden çıkmamış bu eser. Siyasi olaylar fon olarak kullanılırken, bir aile üzerinden iktidar ve mevki-makam hırsı ve hüsranı anlatılmış. Abdülhamid dönemini seyretmek isteyenler satıhçı bir bakıştan başka bir şey bulamazlar. Necip Fazıl gibi güçlü kalemler varken böyle bir esere niye tevessül etmiş Şehir Tiyatroları?
Yine de bir tiyatro zevki için gidilebilir.
Baran Dergisi 165. Sayı
11 Mart 2010