İktisad, ahlâka bağlı bir alt şube olmasına rağmen, ahlâka tesiri de söz konusudur. Öyle ki, ekonomik zorunluluklar ahlâkı da bozucu rol oynayabilir. "Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin" sözü bunun için söylenmiştir
Yoksulluk sınırında ve açlık sınırında yaşayanlar... Asgari ücret, bir insanın boğaz tokluğuyla ölçülüyor, çocukları, evi barkı, üstü başı ve diğer insanî ihtiyaçları nazarı dikkate alınmıyor. Yaşamak için zarurî olan bu ihtiyaçlar nazarı dikkate alınmazsa insan, şahsiyetinden, kültüründen, ahlakından taviz vermek zorunda bırakılır ve bu imtihanı çoğu insan kaybeder.
Ekonominin ahlâkı bozucu etkisi buralarda başlıyor.
İktisatla ahlâk içiçedir, iktisadî sosyal yapının bozuk olması ahlâkî yapıyı da bozar.
İktisatla ahlâk içiçedir, iktisadî sosyal yapının bozuk olması ahlâkî yapıyı da bozar.
Denizli’de daha önce kızlarını ahlâkları bozulmasınlar diye okula göndermeyen aileler, şimdi ekonomik zorluklar yüzünden işyerlerine çalışmaya yolluyorlar. Türkiye de çocuklarını çalıştıran 1 milyon aile var. Bu beraberinde birçok ahlâkî ve kültürel yozlaşmayı getiriyor. Zorunluluktan dolayı çalışan kadınlar, çocuklarını eve tıkayıp, işyerlerine-fabrikalara gidiyorlar. Bunun meydana getirdiği bir çok yanlışlıklar var, aile müessesesi, çocukların eğitimi, ahlak ve sevgi çöküntüleri gibi. Ruhî ve ahlakî dinamikleri bozulan bir toplum, verimli bir toplum mu olur, verimsiz bir toplum mu? Tartışılmasına bile gerek olmayan mesele.
İnsanın manevî ve moral yapısını parçalayan ekonomik düzen ne kötü bir düzendir.
İnsana insanca yaşama imkânı sunamayan bir düzende yaşamak tıpkı vahşi hayvanlar arasında kalmak gibidir. İnsan, orman kanunu gereği sömürülecek, parçalanacak ve yem olacaktır.
Bir çok insan temelinde İslâm ahlakî olan sosyal dayanışma sayesinde eş-akraba desteğiyle yaşıyor. Birçok insan ise, vahşi kapitalist düzende onursuz, ahlâksız bir robot olarak yaşayıp gidiyor. Tabiî buna yaşamak denirse. Sistem böyle insan tipi istiyor.
Açlık sınırında veya yoksulluk sınırında yaşayan milyonlardan bahsediliyor ama gelir dağılımındaki adaletsizlik devam ediyor. Son 10 yıldır milyarderler sayısında ise artış olmuş. Yoksulluk ve işsizlik bir türlü geriletemezken milyarderler artıyor. Bu nasıl düzen?
Çocuğuna bakmak için fahişelik yapan kadınlar var, bu ise her şeyden önce toplumun ayıbıdır. Bir anneyi çocuğuna süt bulamayacak durumda bırakmaktır ayıp olan. Burada fahişelik sonraki ayıptır.
İnsanları boğaz tokluğu uğruna onurundan, şahsiyetinden, ahlak ve erdeminden tavize zorlamak en büyük ahlaksızlık, en büyük zulümdür.
Her şeyi metalaştırarak insanları bencil ve çıkarını düşünen ekonomik hayvan haline getiren çağdaşlık-modernlik etiketli kapitalist sömürü sistemidir en büyük zulüm düzeni.
İktidarı ele geçiren ve sistemin beslediği kemirgen bir sınıf var, geri kalan ahali ise onların ehramlarına taş taşıyan kölelerden ibaret. Firavun bile ehramlara taş taşımayı bir müddet gönüllü yaptırmış sonra kırbaç zoruyla yaptırmış. Bunlar ise demokrasi, modernlik kılıfıyla insanları köleleştiriyorlar. Kölelik ve bencil hayat tarzına da "özgürlük" diyorlar. Mc Donalds'larda, AVM'lerde güya özgürlük. Tefekkür etmeyen, hakkı, adaleti, namus ve ahlakı araştırmayan sürüye uymayı marifet sayan, birbirine bakarak bozulan insanlar (!) meydana getirmektir düzenin istediği. Ve bunda muvaffak da oldular. Tabiî önce Müslümanları bozarak yaptılar bunu. Çünkü, İslâm nizamı, düşmanını bile bu hale getirmez, onun şahsiyetine inancına dokunmaz.
Müslümanlar, batıl sistemleri lif lif ayıklayarak eleştiri süzgecinden geçiren ve yeniçağın meselelerine karşı İslâmcasını ortaya koyan yepyeni bir ideoloji ile karşı durabilirler bu soygun ve zulüm düzenine ancak... Ve bu ideolojinin ışığında hayat nizamlarını ve hayat tarzlarını tekrardan tesis edebilirler. Düzenin şuur süzgeciyle o düzeni eleştirerek yapılan muhalefetler ise, o düzeni yaşatmaktan başka bir işe yaramaz.
Önce yeni bir dünya görüşünün şuur süzgeci! Yoksa kuru muhalefette kalınır.
Ekonomik sıkıntılar üniversite gençliğini bozdu. Nasıl mı bozdu? Mezun olunca iş bulamama korkusu şeklinde! Artık gençlik daha okurken istikbalinden korkuyor. Hâlbuki genç demek, ümit ve ideal dolu olmak demektir. Ekonomik gerekçeler gençlerimizden gençliğini çaldı. Zaten hayata atılanları "ekonomik birey" veya "ekonomik hayvana" döndüren kapitalist sistem, gençlerimizi de gençliğinden vuruyor, istikbal kaygısı içinde solucanlaştırıyor, hiç bir şey düşünemez hale getiriyor. Belki de ekonomik kaygılarla boğulan, ülkesi için bir şey üretmeyen, sosyal ve siyasî düşünceler sahibi olmayan bir gençlik isteniyor. Kemalizm'in "şen sıpa" anlayışı ile de örtüşüyor bu gençlik.
Bu gençliği kim ve nasıl bu hale getirdi? Biz bu süreçte seyretmekten başka ne yaptık? Ve şimdi neler yapılabilir?
Eğer gençlik bizim istikbalimizse, maddî anlamda istikbal kaygısı içindeki bir gençlik yetiştirmek, istikbalimizi karartmaktan başka bir şey değildir. İşin hesapta olmayan şu farklı boyutunun da altını çizelim. Bu haldeki gençlik isyan ateşiyle de çok çabuk buluşur. O hale getirenlerden de hesap sorar.
Bir devlet, devlet ise, adalet, ekmek ve güvenlik dağıtmalıdır. İnsanlarını, istikbal kaygısıyla solucan gibi yaşatmamalıdır.
Faiz ve borç sarmalı içinde ülkemiz. Çoğumuz bu borçları ödeyecek. Yani istikbalimizi, bize sormadan borç altına sokuyorlar. Günü kurtarmak için, rahat etmek için yapıyorlar bunu. Tüketim toplumu olmuşuz. Bunu dert edinmiyor devlet ricalindeki ensesi kalınlar. Çünkü küresel liberal sisteme entegre olmuşlar.
Devlet, özel sektörün borç almasını teşvik ediyor, yabancı sermayeye de rant sağlıyor. Özel sektörün faizden elde ettiği rant 60 milyar dolar, yabancı sermayenin de devlete verdiği borçtan doğan faiz farkından ve borsadan kazandıkları toplam 54 milyar dolar... Halka da kömür, yeşil kart gibi sosyal yardımlarla bir parmak bal çalınıyor. AKP hem halkın nabzını tuttu, hem kendi zengin sınıfını doğurdu, eski zenginler sınıfına da dokunmadı. Fakat tablo iç açıcı değil. Genç nüfus işsiz ve işsizlik bir türlü durdurulamıyor. Aslında Türkiye'ye bu gömlek dar geliyor. Bakalım ne zaman yırtılacak, parçalanacak? Büyük Doğu-İBDA gençliği öne geçtiği zaman ve kıvılcım ateşlendiği zaman diyebiliriz. Gençlik de buna çok müsait.
Dünya gelir dağılımında en adaletsiz ikinci ülke Türkiye. Global ekonomik krize ve halkın fakirleşmesine rağmen, AKP döneminde artan milyarderler sayısı da bunu doğruluyor.
Benzin ve ısınmanın en pahalı olduğu ülkelerden olan Türkiye'de, telefonla konuşmanın en pahalı olduğunu belirtelim. Dolaylı vergilerde de (KDV, ÖTV) dünyanın ikinci en yüksek tüketici vergisini ödüyoruz. Bankaların kredi kartı ve hizmet bedeli uygulamaları soyguna dönüşmüş. Hükümete ve rakamlara inansak, ekonomi iyiye gidiyor ama halkın cebine girenler azalıyor ve gün geçtikçe halk fakirleşiyor.
Modası geçmiş ve köhnemiş ekonomik modellerin Türkiye'nin sorularını çözmediğini, aksine yeni sorunlar ürettiğini bildiren Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Arif Ersoy, "tekelci basın sesimizi kitlelere duyurmaz ise de, olanca gücümüzle haykırıyoruz! Bırakın kayıkçı kavgasını, polemiklerle vakit geçirmeyin. Tehlike çanları çalıyor. Ufukta sosyal patlamanın emareleri görülmektedir" dedi. Partisinin Ankara Kadın kolları İl Divan Toplantısında konuşan Ersoy, "AKP iktidarının büyük bir sadakatle uyguladığı Fischer-Derviş modelinin Türkiye'yi bağımlı hale getirdiğini, bu modelin modası geçtiğini, köhnediğini ve ülkemizde üretilen hâsılanın büyük bir bölümünü küresel çevrelere aktararak halkımızı yoksullaştırdığını, aç ve işsiz bıraktığını" ifade etti.
AKP, bazen muhalif görülse bile, gelmiş geçmiş TC hükümetleri gibi küresel sistemin parçasıdır ve AKP'nin ekonomik ve siyasî kurtuluşumuza dair bir tavrı-bir reçetesi yoktur. CHP ile bu hususta aynıdırlar.
Aylık Dergisi 79. Sayı
Nisan 2011