Kısmet oldu Hacca gittim, bu vesileyle bazı mevzuları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bambaşka bir hava, bambaşka bir atmosfer. Ayrı bir âlemde rüya gibi yaşayıp geliyorsun. Mühim olan oradaki arınmayı burada da sürdürmek. Her Hacc vazifesi yapanın bir pay aldığına inanıyorum. İlk haccım, ilk heyecan diye de belirteyim.
Mekke ve Medine harem bölgesi, Allahın kutsadığı belde. Farklı bir ortama giriyorsun, ayakların yerden kesiliyor; dünya alakalarını unutuyorsun, Kâbe-i Muazzama'nın cazibesine kendini bırakıyorsun, zaten insan coşkusu da seni sürüklüyor, zaten sen de buna isteklisin.
Atomun çekirdeğinin etrafında fırıl fırıl dönen elektronlar misali, Kâbe'nin etrafında tavaf eden insanlar. Kâbe'nin etrafı bir anafor meydanı.
Kâbe, kendine dalınan, içine çekilen ve adeta insanı alıp götüren bir mekan. Kâbe, bir inkılap mekanı. Maddenin ruha inkılabı, insanın Allaha garkolması. Fizik ve fizik ötesinin buluştuğu, kaynaştığı nokta. Bunu herkes hissediyor. Üstadın tabiriyle Kâbe, "maddeyle ruh arası serhat çizgisi".
İslâmın ilk nurunun doğduğu, ilk mücadelelerin verildiği topraklar. Allah Resûlünün hicret ederken; "Vallahi sen Allah'ın en hayırlı beldesi, Allah'a en sevimli toprağısın. Eğer senden ayrılmak zorunda bırakılmasaydım ayrılmazdım" buyurarak övdüğü, İbrahim Aleyhisselamın duasına mazhar olmuş belde.
Harem, ihtiram ve hürmet demek ve belli yasakları da ifade eder. İhram da bu kökten geliyor. Bu topraklarda nazik olmalı, hata işleme konusunda daha dikkatli davranmalı. Mekanın kudsiyeti insana bazı mesuliyetler de yüklüyor. Burada öyle bir hâle var ki insanı sarar, her şeyi unutturur, sadece Allahı, Resûlünü ve Sahabîleri düşündürür ve haccın vazifelerine daldırır. Harem'in kendine ait bir hukuku vardır ve İslâmda her ibadetin yasakları kendi yapısına uygundur.
29 Ekim ve 19 Kasım 2011 tarihleri arasında 21 günlük Hacc yolculuğum oldu.
Mescidi Haramı ilk görünce heyecanlanış ve ihramlı olarak Kâbeyi görünce ilk dualarım Kumandan Mirzabeyoğlu'na ait. Allah’ın Kumandanın gönlüne göre vermesini dua ediyorum ve kendime dua ediyorum. İlk tavaf, Umre niyetiyle kudüm tavafı. Tavafın 7. şavtında hasseten Kumandanı hatırlıyorum ve benden dua isteyenleri tek tek hatırlamaya çalışarak onlara dua ediyorum. Ve ardından Safa ile Merve arasında Sa'y yaparak Umremi tamamlıyorum.
Harem-i Şerif’te ilk gece (29.10.11) gördüğüm rüya:
Bir grup bizim yanımıza gelmiş ve karşılıklı oturuyoruz. Bu grup biraz sosyetik ama müminler. Allah Resûlü bizim beldeye ziyarete gelecekmiş ve bu gruptan bir kadın, Allah Resûlüne bir sual soracakmış. Büyük Doğu-İBDA bağlıları olarak, İslâmcı ve öncü olduğumuz için bu taleplerini bize söylüyorlar. Sualde sorgulayıcı bir hava sezdiğimden ve Allah Resûlüne edepsizlik olur korkusuyla önce karşı çıkıyorum. Sonra ise, Allah Resûlünün her suale cevap verebileceğini ve esasen bu kişilerin de mümin olduğunu düşünerek, müsait bir ortamda sualinizi sorarsınız diye onaylıyorum. O grup ayrıldıktan sonra, yanımdaki gönüldaşlardan ve Baran mecmuasını çıkaranlardan Fatih Turplu ile, bir işe girmesi için tavassut edeceğimiz bir kişinin gecekondu şeklindeki tek katlı evine doğru gidiyoruz."
Kâbe’de gönüldaşım Tuncay Aksoy’la buluşuyoruz ve başka ülkelerden Müslümanlarla hatıra fotoğrafı çektiriyoruz Mısır, Irak, Türkiye, Pakistan vs. birlikte poz vermekten mutlular. Kâbenin etrafında yaptığım bir tavaftan sonra akşam namazı için orada oturuyorum. Yanımdaki Bengaldeşli Şemsul Hak'la tanışıyorum. Çantamda olan Kumandanın İngilizceye tercüme edilmiş Başyücelik Devleti kitabını ona hediye ediyorum. Çok ilgi gösteriyor ve açık adresini veriyor. Kendisi üst kademede bir bürokrat, galiba emniyet müdürü. Haccda Arapça'nın lâzım olacağını zannediyordum ama İngilizce daha geçerli, çünkü Arap olmayan Müslüman nüfus çok ve onlarla ancak İngilizce ile anlaşabiliyorsunuz. Araplar da zaten İngilizce biliyor.
Hacc, lügatte, mutlak manada "niyet etmek, kasdetmek, hedef tayin edip ona yol tutmak, onu ziyaret etmek" demektir. Hacc, büyük iş demek. Mekke ana-baba günü gibi. Hacc, mahşerden bir kesit, bunu hissediyorsun. Mahşer meydanının Medine olacağı rivayetini duyunca sanki o anları yaşar gibi oluyorsun. İnsan ruhu için hiçbir şey uzak değil, ruh beden gibi değil. Tuncay'la sık görüşemedim. Zaten herkes ibadetinde, zarurî görüşmeler haricinde muhabbet edilecek yer değil. Bazı Türk hacılarında boş muhabbet zaafı var. Onlardan uzak duruyorum. Büyük iş üzerinde ve kutsal beldelerde olduğumu unutmamaya çalışıyorum.
Kutsal Topraklar insanı farklı bir boyuta sokuyor. Mesela Mescidi Haramda, başka yerde olsa rahatsız olunacak halde önünde-arkanda kadınlar oluyor, ama aklına bir şey gelmiyor, oranın cazibesi seni sürüklüyor, gözün bir şey görmüyor.
Hacı ziyaretine evime gelen gönüldaşım Mevlüd Koç, oradaki hali buradan da idrak ederek güzelce izâh ediyor:
-Allahın kutsadığı belde. O mekânın insan üzerinde tesiri oluyor. Orada yaşamış Peygaberlerin, evliyanın ruhu o mekana sinmiş, onların ruhunun da sana tesiri oluyor. Şehvet ve arzu, kötülük yapmak, kötülük düşünmek, üzerinden alınıyor. Mesela, çölde ufuksuz bir dünya, yalnız yıldızlar var. Dünya meşgalesinden soyutlandığın mekan. İnsanın saf ve kirlenmemiş halde olması; ümmiliğin bu manası, annesinden doğduğu hal üzere olmak. Abdestin de aslî haline dönüş manası var. Abdestli, gezmenin fazileti. Eşyayı olduğu gibi görebilme kabiliyeti. "Eşyanın hakikatini olduğu gibi göster” duası. Futuhatı Mekkiye’nin I. cildinde okumuştum, Kayan Yıldız diyor ve parantez içinde Allah Resûlünün ismi yazıyor, bunu biliyor muydun?
-Salih Mirzabeyoğlu'nun Üstadın "Çile"sine nisbet şiiri olan Kayan Yıldız Sırrı şiir kitabında Allah Resûlü ve O'na nisbetle Necip Fazıl'ı kastetdiğini biliyorum, diyorum.
Cennetten gelme Hacerül Esved'e yanaşmak mümkün değil. Bir tavaf esnasında makamı İbrahim'e el sürme imkânını buluyorum. Fakat başkalarını rencide etmek zorunda kalacağımı görünce vazgeçiyorum. Cennetteki Kevser suyundan misal zemzem suyunu da kaynağından bolca içtim. Arap yarımadasının en kurak yerinde 1,5 metre çapında bir kuyudan asırlardır hiç tükenmeden çıkan ve milyonlarca hacıya sunulan ve etrafındaki sulara hiç karışmayan ve kaynağı bilinemeyen ve apayrı bir terkibi olan ve ne kadar çekilirse çekilsin o kadar su veren mucize su zemzem. Zemzem Araştırmaları ve Geliştirme Enstitüsü yöneticisi Prof. Dr. Zekai Şen, bilim adamlarını hayrete düşüren bu hâdise için, "imanlı bir insandım. Zemzem kuyusu hakkında araştırmalar yaptıkça imanım daha da arttı. Zira bilimin açıklayamadığı çok fazla şey var. Bilimin açıklayamadığı noktada iman devreye giriyor" diyor.
Aşksız Bu Din Yaşanmaz
Hacı ziyaretine evime gelen bir gönüldaş soruyor: -İntibaların nasıl, Hacıları nasıl gördün? Cevap veriyorum:
-İbadetlerin şekli var, ruhu yok. Türkiye’de de müşahade ettiğim hâl, ibadetlerin şekli olarak kaldığı ve ruhunun ve hikmetinin verilemediği. Ve yine Hacc vesilesiyle gördüğüm, rehber ve eğiticilerin bu ruhu veremediği, bilakis asıl mesele öncülerde veya öncü görünenlerde .
-İktisattaki "azalan verim kanunu" misali, kitleselleştikçe kalite düşer ve bu çok normal. Düşünebiliyor musunuz 5-6 milyon hacı? Onun için hacda gördüğüm bazı ufak tefek nahoş görüntüleri ciddiye almıyor ve hatta hoşgörüyle bakıyorum. Fakat hoca ve yönetici konumundakilerin cahillikleri, şuursuz ve aşksızlıkları üzerinde durulması gerek. İslâm aleminin başsız, öncü fikir ve kadrosuz olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız.
İşin ruhunu vermeye çalışan Haremeyn Turizmin sahibi Ahmed Ziya İbrahimoğlu Hoca, oteldeki hacc seminerini "Allah Resûlü nasıl hacc yaptı?" mevzuuna ayırdı. İsabetli bir tercih. Çünkü o zamana kadar Resûl ve sahabîler vurgusu zayıf gelmişti bana. Evet Kâbe Allahın evi ama Peygamberler olmasa Allaha nasıl ulaşacağız? Peygambersiz ve sünnetsiz bir din olur mu? Belki şekilde kalmak mevzuu da buradan geliyor. Ahmed Ziya Hoca seminerde uyarıyor:
-Haccı yapmış olmakla Haccı yaşamak farklı. Haccı Peygamberden öğrenmek gerek. Sahabî merak ettikleri her şeyi edep içinde sorarlardı. Teslimiyette tereddüt göstermeyen sahabîler… Haccın iki hedefi var. Günahsız bir hacc yapmak ve tartışma olmayacak. Kimseyi azarlayan-üzen bir tavırla insanlara yaklaşmamak. Peygamber hiçbir zaman böyle yaklaşmadı"
Hacc dönüşü bana sorulan suali, 30 yıldır kutsal topraklarda olan ve 12 Eylül'de yurda gelemeyip orada iki üniversite bitirdikten sonra hacc rehberliği ve turizm işletmeciliği yapan Ehli Sünnet yoluna bağlı olan Ahmed Ziya Hocaya sormuştum:
-Sen yıllardır buradasın hacı profilinde ne gibi bir değişiklik var. Nasıl görüyorsun? Ve ilave ediyorum:
-Minada hacıları gördüm. Maşallah yer-gök hacı kaynıyor. Fakat geleneksel ve piknik havasında. Hacc, turistik havaya dönüyor. Bu tesbitlerim doğru mu?
Ahmed Ziya Hoca cevap veriyor:
-Sayıca artış var ama, şuurda aynı artış yok, şekilde kalmak söz konusu. Dinin inceliklerine inilemiyor. Bunun aşkı ve heyecanı yok. Ben de cevaben:
-Fikir ve cihad terkedildiği için aşk ve heyecan olmuyor.
Diyorum. Ahmed Ziya Hoca kendi yaşadıklarıyla cevap veriyor:
-Bir eylem, eğitimden daha etkili oluyor. Eşim Kadıköy İmam-Hatipte 3 ayda elde ettiği tecrübeyi 10 yıllık eğitimle elde edemezdi. (2001 yılında Türban direnişinden dolayı 21 günlük hapis hayatı olmuş) Bir eylemin eğiticiliğini 10 yılda alamazsın. Mesela sen İmam-Hatip'te derste soru sormazdın, sıra arkadaşın olarak bana derdin, hocaya şunu sor diye. Sonra eylemler başlayınca açıldın, kendini geliştirdin.
Aşk ve heyecan eksikliği üzerinde duruyorum. Ahmed Ziya Hoca şunları söylüyor:
-Necip Fazıl'ın tabiriyle "çile" anlayışına sahip ve onun yaşayışı yok. Şekilde kalıyorlar. Diyanet İşleri, terlik ve kadınların elbisesinden, menüye kadar her şeyle ilgileniyor, ama ruh-hikmet yönüyle ilgilenmiyor. Şimdilerde kadroda bir değişiklik var ama yetersiz. Diyanet, Hanımlara pantolon tavsiye ediyor Mukaddes Beldelerde. Bu işi toptan ele alıp, yeniden her şeyin gözden geçirilmesi gerek. İşin ruhu ve özü ile gözden geçirmek. Kavonozla uğraşıyorlar. Kavonuzu dışından yalamakla olmaz. Kavonozu açıp içindekini tadmak lazım. Aşksız bu din yaşanmaz."
Mescidi Nebevî çıkışı yanımdaki bir arkadaş şöyle diyor:
-"Oluk oluk akan kalabalık. Bu kadar Müslüman var ama iş yapan yok, küfür idaresi altında itaatle yaşıyoruz. İBDA-C ye hak vermek gerekiyor. Onlar da dar çerçevede kaldılar." Ben de cevaben:
-Günah çıkarıyorsun, faydası yok. Dar çerçevede kalınması zaten bu yüzden, seninde uyduğun Müslüman camianın İBDA'ya ve İBDA/C’ye yüzeysel bakışından ve çileden kaçışından değil mi?
Hacda Ferdî ve İçtimaî Oluş
Bir Arada
Mekke'de üç gün geçmiş, etrafıma bile bakacak vaktim ve halim olmamıştı. Bir ara Mescidi Haramın avlusunda hacıları incelemeye vaktim oldu. Birden bir grup peydah oluyor, bir bayrak altında toplanıp tekbir ve telbiyelerle ve ihramlı şekilde heyecanla Kâbeye doğru gidiyorlar, ardından başka bir bayrak altında başka bir grup aynı aksiyon içinde, derken başka yerden yine bir kümelenme zuhur ediyor ve adeta Kâbeye hücum ediyorlar, hepsi farklı renkte, farklı milletler, aynı yere doğru akın akın. Yedi iklim dört bucaktan gelen insanlar. İslâmın âlemşümüllüğünü Kâbede görmek ve hissetmek lâzım, O kadar farklı dilde, renkte, mizaçta insanlar orada bir noktada birleşiyor ve aralarında hiçbir sorun olmuyor, herkes birbirini olabildiğine seviyor. Tek kelimeyle mucize. O toprakların bir bereketi var. İnşallah Müslüman ülkelerin kendi aralarında bu sevgi ve fikir bağları kurulur. Tabiî bunun baş sebebi, Müslüman ülkelerdeki işbirlikçi küfür rejimleridir. BD-İBDA şemsiyesi, her kavmin hakikatini bulacağı ve Müslümanların toplum projesi olarak içtimaî, siyasî, iktisadî kardeşlik tesis edeceği bir fikriyattır. Çağımızdaki meselelere çözümlerdir, sistemdir. Müslümanların kaynaşıp birleşeceği ihtiyaçtan doğmuştur İBDA.
Kâbede tavaf ederken Allahın Kumandan’a mehdilik misyonunu nasip etmesini ve bu misyonu tamamlamasını dua ediyorum. Yüzümüzü kara çıkarma, diye dua ediyorum.
İslâm inkılâbının gerçekleşmesi için gönüldaşlar arasındaki ruhî kenetlenmenin olmasını, dedikodu-çekememezlik ve birbirini rakip görme illetlerinden muhafaza olmamızı ve birbirimiz seven topluluk olarak kendi işimize bakıp aksiyonumuzla İBDA bayrağını yükseltmemizi dua ediyorum. Herkese, her gönüldaşa dua etmeye çalışıyorum.
Şu da açıkça hissediliyor ki, Allah kullarını kendine, ibadet etmeleri için yaratmış ve Kâbenin etrafında dönmelerinden farklı dil ve renkte olmalarından hem Allahın bundan hoşnut olduğu ve hem de âlemlerin Rabbi olduğu çok açık hissediliyor. Alemlerin Rabbinin azametinin azim şekilde hissedildiği bir mekan Kâbe. İnsanın Rabbiyle buluştuğu, adeta kucaklaştığı bir mekan. Onun için Allah tertemiz ediyor ve onun için anadan doğma beyaz ihrama giriyorsun ki bu şekilde seni temizliyor ve Allahın huzuruna bu halde çıkıyorsun; başı açık, ayakları çıplak, vücudu sadece beyaz ihramla sarılı olarak…
"Şekil var, ruh eksik" diye şikayet ediyoruz ya! Fakat şunu da belirteyim ki, şekilde dahi İslâmın ibadetleri o kadar muazzam ki ruh eksik olmasına rağmen, çoğu yerde o şekil bile bizi meşgul ediyor, sarıyor-sarmalıyor. Haccın ruhu şart ama, şekilde bile muazzam bir ibadet. Duruşlar, vakfe sûreleri, kıyafetler, dualar, sayılar vs. hepsi ruha inzibat veren şekiler. Aslında İslâmın bütün ibadet şekillerinde bu muazzamlık var; hele bir de ruhuna ve inceliklerine nüfuz edilirse tadına doyum olmaz.
Bayramdan iki gün önce yani tevriye günü insanlar akın akın Mina'ya yayan gidiyorlar, sırtlarında çantalarla ve ihramlı olarak. İçim giderek onları seyrederken Mina yolundaki bir tünelin üstündeki " Allah dilediğine hidayet verir" ayetini okuyup birden duygulanıp ağlıyorum. Allahın kurtardığı ve iman nurunu bahşettiği kulları arasında mıyız? Ve otele dönüp Hac seminerine katılıyorum. Bizim oteldeki grup Diyanete tabi oluyormuş ve gece Arafata gidip oradan Müzdelifeye dönüp, Müzdelifede gecelemeden şeytan taşlayarak kısa yoldan hacılığı bitirmek istediklerini öğreniyorum. Hanefî mezhebine aykırı bir uygulama yani kısaca Diyanetin hıyanetine uğramak üzereyiz. Hacca gitmeme vesile olan Mekke'de birlikte olduğum biradere durumu söylüyorum, "olur mu öyle şey hadi hazırlan Mina'ya çıkıyoruz" diyor. Zaten istediğim buydu. Hemen boy abdestimizi alıp, iki rekat namazımızı kılıp ihramlarımızı giyiyor ve öğlen sıcağında (gölgede 35, güneşte 50 derece) Mina yoluna yürüyerek düşüyoruz! Güneşten korunmak için şemsiyemi açıyorum. Haccın menasikini yerine getirme kaygısıyla bir saatte Mina'ya varıyoruz. Ama Mina 5 km'lik bir çadır şehir ve bizim çadırlar en uçta. Birbuçuk saat daha çadır-kentte yürüyoruz, elimizde harita ve sorarak. Türk Hacıların ve Haremeyn Turizmin çadırını buluyoruz. Diyanetin şerrinden halas olarak Minada geceliyor ve 5 vakit namazlarımızı orada eda ediyoruz. Mina'da çay arıyorum, bir yandan da "her bağımlılık kötüdür" hesabı bu arayışımdan mahçup oluyorum. Gerçi artık her şeyi getirmişler oralara, eskisi gibi değil. Allah Resûlü, bu güzergahta (Mina-Müzdelife ve Arafat) haccını eda etmiş ve Mekke'ye az inmiş. İslâm'ın bütün tatbikatını olduğu gibi haccı da Peygamberden öğrenmek zorundayız. Peygambersiz ve sünnetsiz İslâm olmaz. Müzdelifede 1 gece ve Minada 3 gece kaldık. Çoğu kere saatlerce yürüyerek yolları aştık.
Kâbe-i Muazzamayı üst kattan izliyorum ve tavaf yapıyorum. Allahtan benim ve davam hakkında hayırlısını vermesini diliyorum. Hayırlısını istemeyi ve başımıza gelenleri hayırlısı görme şuurunu niyaz ediyorum. Allah, kuluna merhamet ettiğine göre, başımıza gelen ve gelecek sıkıntıların da hakkımızda hayırlısı olduğuna iman etmeliyiz. Allah bizi bela ve sıkıntılarla kendine yaklaştırıyor aslında. Hacca giderken sormam üzerine Kumandanın "kendisi ve İBDA için hayırlısını dua etsin!" istediğini, Allahın evi karşısında tavaf ederken şuurlaştırarak ifa etmeye çalışıyorum. Kumandanın Büyük Muztaripler eserinin takdiminde, insanın ve insan arayışlarının hülasası olarak ve kendisinin çektiği ağır ızdırapların neticesi olarak "aczin idrakı"nı işaretlediğini biliyorum. Kâbe-i Muazzamada Allaha yakın olma, O'nunla adeta kucaklaşma arzusu beni bu tefekkürlere itiyor. Gözlerim dolarak şunu anlıyorum ki, bütün hacıların burada aradığı da hülasa olarak aczimiz ve aczimizin idrakı değil mi? Bunu fikir ve idrak kahramanı Salih Mirzabeyoğlu çilehanesinde ifade etmiş ve eserleştirmiştir, biz ise buranın mekân avantajıyla ve bir anlık ürpertiyle ifade ediyoruz. Allaha yakınlaşmak ucuz değil, zaten Allah kendi sevgisine delil istiyor, çile ve sıkıntılara sabır da bunun zemini oluyor. Sabrı da doğru anlayarak ve darbenin ilk şiddetinde sabır göstererek mücadele ve sıkıntılar içinde dik durarak anlamalıyız, Müslümanın heybetine yakışır şekilde dik durarak göstermeliyiz.
Küfür ve bozgunculara karşı hoşgörü göstermek değil, İslâm akidesine karşı şüpheli şeylerden uzak durmak esastır. İslâmı bozucu cereyanlar İslâmın hüsnüniyet kuralından faydalanamaz. Bir Malezyalı ile İngilizce birkaç kelime konuştuktan sonra Kur'an'ı Kerimi açıp okuyorum ve orada "milleti İbrahim" ifadesini görüyorum ve her milletin bir bayrak altında toplandığı Hacc'da bunu tefekkür ediyorum. Fakat hemen şu aklıma geliyor. "Milleti İbrahim" tabirine Yahudî ve Hristiyanlar girmiyor. Zaten Kâbeye girişleri yasak. "İbrahimî dinler" diyerek Yahudî ve Hristiyanları da aynı potaya sokanlar büyük cinayet işlerler. Kimleri kasteddiğim açık. Böyleleri doğru yoldan çıkmıştır, namaz kılsalar, oruç tutsalar, hacca gitseler dahi. Ve böylelerine hoşgörü gösterenlere de yazıklar olsun. Dini yozlaştırmak ve içini boşaltmak için mi hoşgörü? Grup ve cemaatleri ise, namazı ve niyazıyla değil, İslâm siyasetine ve ideolojisine göre duruşlarıyla değerlendirmek zorundayız.
"Amellerin hangisi hayırlıdır?" diye Allah Resûlüne soruldu:
-"Allaha ve Resûlüne samimi iman" diye buyurdular.
"Sonra nedir?" denildi:
- "Allah yolunda cihaddır" buyurdular.
"Daha sonra nedir? denilince de:
-"Erkan ve âdâbına uygun, mâsiyet karışmayan, riyâdan uzak, ihlâsla eda edilen makbul Hacdır" buyurdu.
Demek ki önce samimî iman ve cihad, sonra ise Hacc.
Dinin "kolaylaştırın" umumî emrini, dinin hususî emirlerini yapmada kolaylık yollarını araştırıp bulmak şeklinde anlayacağına, bu hususî emirleri kaldırmak ve içini boşaltmak şeklinde anlayarak fetvalar veren Diyanet, "Hacda zorluk var" gerekçesine sığınarak işin hikmetini ve Peygamberin sünnetini hiç düşünmeyerek hemen diğer mezheplere başvurmuş, yahut "kîl" denen zayıf rivayetlere sığınmış, hac ibadetinin ruhunu es geçmiş ve şekli de ihmal etmiştir. Kadınların kendi başlarına hacca gitmelerine dahi fetva vermiştir.
Mina'da Mahmud Efendinin yakını ve vekili ve benim de hukukum olan Hasan Efendi ve cemaatiyle karşılaşıyorum. Güzel bir tevafuk ve hacc bitimine kadar süren beraberlik. Ve orada Kovacıdede Camii imamı ve sülalesine nisbetle “Gagoşun” da denilen Mustafa Efendi ile de sohbet ediyorum ve bana doğrudan, "yatsı namazından sonra 14 secde var, bir yere ayrılma" diye tembihliyor. Ben de diğer çadırdan getirdiğim arkadaşlara tembihliyorum.
Mina’da çadırlarda İslâm inkılabı niyetiyle, 14 secdeli cemaatle namaz kılıyoruz. Yatsı namazını cemaatle eda ettikten sonra, Mustafa Efendi imam olarak, Kur'an'ı Kerimdeki 14 secde ayetini okuyor ve her secde ayetinden sonra tek tek secde yapıyoruz ve her secde de şu duayı yapıyoruz.
"İslâmın nurunun Türkiye de tekrar parlaması için, Türklerin elinden İslâmın tekrar canlanması için..."
Her secde yapılırken bu duanın yapılmasını istiyor Mustafa Efendi. Altıyüz küsur yıl İslâmın nurunu yaymış Osmanlının torunları olarak tekrar o nura layık olmayı kafir ve zalimleri kahretmeyi Allahtan gözyaşları içinde istiyor ve biz de istiyoruz. Hz. İbrahim'in oğlu İsmail'i kurban etmek istediği ve nefsin kurban edildiği ve Peygamberin Hacc merkezi kıldığı Mina'da.
Minada gönlüme göre bir duaya denk geldiğimi söylemeliyim. Duaların makbul olduğu yer. İnşallah.
Arafat dağına arefe günü ulaşıyoruz, Cebel-i Rahme'nin eteklerindeyiz ve 21.Mektep çadırındayız. Allah Resûlünün "Hacc arafattır" diye buyurduğu, Hz. Adem'in tövbesi kabul olup Hz. Havva ile buluştuğu, rahmet ve marifet mekanı. Arafat’ta marifet, Mescidi Haram’da şuur, Mina'da muhabbet deniyor. Arafat’a varınca Mahmut Efendi’nin vekili Hasan Efendi'nin çadırını arıyor ve buluyorum. Hasan Efendi’ye "sizi yine buldum" diyorum. Mütebessim ve hoşnut bir şekilde "E, Arafat buluşma yeridir" diyor. Arafat’ta vakfeyi hocaefendiler ile birlikte ifa ediyorum. Hasan Efendi, Mustafa Efendi, Servet Efendi, Nedim Hoca, Seyfettin Hoca, Hüseyin Hoca ve diğerleri. İslâm inkılabı için dua ediyoruz... İstanbul'dan bir hoca oradaki cemaatine haber yollamış, "kimse Arafat’ta kendi için dua etmesin, İslâmın güçlenmesi için dua etsin" diye. Şuur bakımından iyi bir gelişme.
Arafat’ta Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in duasını hopörler tertibatından mecburen dinliyoruz ve amin diyoruz. Sesin ulaşmadığı çadırlar varmış onlar müstakil dua etmiş.
Vakfeden sonra hatm-i hace yapıyoruz. Mustafa Hoca yönetti, Nedim Hoca duasını yaptı.
Arafatta hatm-i hace'den sonra Nedim Hoca’ya soruyorum:
-Allah Resûlüne 3 yıl vahyin kesilmesi ve hatta kendisini kayalıklardan aşağıya bırakmak istemesi ve meleğin dur ihtarı. Hikmeti nedir?
Nedim Hoca cevap veriyor:
-Vahye istiyakını artırmak için ara verildi. Buna kendine kıymak denmez diyor. Ben de:
-Seven ile sevilen arasında, tabiri caizse cilveleşme ve fedakarlık tarzı olarak yorumlayabilir miyiz? Diyorum.
-Aynı şeyler Resûlullah’ın aşkını artırmak için, diyor.
Mustafa Efendi ise, Allah Resûlü bir işinde inşallah demeyi unuttuğu için vahye ara verildi diyor. Bu mevzuda Üstad, Peygamber aşkının destanı olan Çöle İnen Nur eserinde ise berzah başlığında şöyle diyor:
-"Belki de ilahî hikmet" gaye-insan ve ufuk-peygamber"in üzerinden ilk vahiy yükünün kalkmasına gerektiriyordu. Belki de hemen ikinci bir yüke dayanamazdı. Sır…
Böyle ilahî hitap birdenbire kesilivermişti.
Sahilsiz deniz ortasında ayağını bastığı ne bir tekne, ne bir sal, sadece meçhul bir istikamete doğru bir nur ağı içinde yol alan varlık, bu ağın ipi koyveriliyormuş gibi olunca ne hisseder?
Üç yıl vahiy gelmedi ve üç yıl berzah hayatı yaşadılar.
Vahyin tekrar başlamasını ise Üstad şöyle ifade eder:
"İşte o zaman vahiy yolu, bir daha kesilmemek üzere bütün azametiyle açıldı. Melek geldi ve tebliğ etti:(…)
Üç yıl evvel gelen nebilikten sonra, işte 43 yaşında o, Allahın sevgilisi Kâinatın Efendisi Resûl olmuştur. İnsan ve cin, görünen ve görünmeyen bütün akıl sahibi mahlûklara memur buyurulmuşlardır.
Âlem bütün zaman ve mekânın kurtarıcısına kavuşmuştur."
Bu suali sorarken, Kumandan’ın cezaevindeki feda eylemlerini düşündüğümü belirtmeliyim. Ve Resûlün ümitsiz hale bırakılmasının ve vahyin kesilmesinin hikmetini merak ettim. Tabi ki onların yüceliklerine ve derecelerine göre yorumlamak kaydıyla.
Mahmud Efendi’nin tasavvufta en ileri müridi Hasan Efendi'den Mekke-Mina'da Kurban Bayramının üçüncü günü 8.11.2011 Salı sabah namazından sonra Kumandan Mirzabeyoğlu için dua istiyorum ve Hasan Efendi Kumandan için şunları söylüyor:
"Allah şifa versin. Allah muradına göre versin. O kazanıyor, biz kazanmıyoruz. Çilesi kadar, yaptığı iş kadar kazanıyor. İslâm için seccade imal eden ile, ticaret için ipek imal eden bir değil. Sarraf ile amele bir değil. Herkesin yaptığı iş ve hizmetine göre. Bu hükümet devrinde hâlâ ona işkence yapılmasına hayret ediyorum".
Hacc ve Bazı
Gerçekler
Haccımızı eda ettik ama şu gerçek değişmedi. İslâm âlemi baştan başa emperyalizmin işgali veya kontrolü altında. İslâm ülkelerinin halkı Müslüman ama küfür idareleri mevcut, demokratik küfür, vehhabî veya şii idareler gibi. Haccımızı da cihadın daha üstün amel olduğu şuuruyla yapmalıyız. Cennetülbaki'de Suud görevlisiyle tartışırken, "bunlar Amerikanın dostu, ülkelerini-petrollerini peşkeş çekiyorlar, şimdi de bize karışıyorlar" diyecektim ki Türkiye'deki 100 küsur ABD ve NATO üssü ve Türkiye'nin Amerika'nın müttefiki olduğu acı gerçeği aklıma geldi ve sustum. Her ne kadar benim de mensup olduğum İBDA hareketi Laik-Batıcı küfür rejimiyle savaş halinde olsa bile, Türkiye ve Suudi Arabistan ülke yönetimleri ABD'ye bağımlı. Müslümanlar ise küfür idaresi altında yaşıyor.
Müzdelife’de gece çadırlara giderken bir gönüldaş "Kâzım abi" diye seslenerek önüme çıktı. Riyad'da işadamı ve 5 kişi ile Hacc yapıyor ve "niye haber vermediniz, sizi karşılardım" diye sitem ediyor. Yalnız geldiğimi ve kendisini tanımadığımı söylüyorum. İsmi Mehmet Âkif kartını veriyor ve Türkiye'den tanıdığı birkaç gönüldaştan bahsediyor ve Baran mecmuasını soruyor. Ayrıca sorması üzerine, Hanefî mezhebine göre Müzdelifede gecelemenin ve sabah şeytan taşlamanın vacip olduğunu, yoksa ceza kurbanı kesilmesi gerekeceğini naklediyorum.
Büyük fikir ve ilim adamları Kutsal Topraklarda da mevcut. Mekke'de Muhammed Kutup. Kendisiyle görüşmek istememe rağmen Türkiye'den hasta gelmiş ve üstüne de Hacc yorgunu olduğu için mümkün olmadı. İslâmcı mücadele görüşleri bize yakın, demokratik rejimlere karşılar. Yemen’deki Abdülmecit Zindanî Hoca ile aynı çizgideler. Türkiye'nin şartlarından dolayı demokratik mücadeleye opsiyonlu bakıyorlar. Muhammed Kutup Hoca Mısır’a giremiyor, oradan sürgün edilmiş.
Sünnî anlayışın tavizsiz savunucusu Es-Sabunî Hoca ise Suriye'de Üniversiteden atılmış ve şimdi Mekke’de mukim.
Medine'de üniversitede hoca olan Muhammed Avvame Hazretleri ise fıkıh ve hadiste halife olarak Nakşibendi yolu büyüklerinden. Avvame Hazretlerinin hocası rahmetli Abdülfettah Ebu Gudde, onun hocası ise Zahidül Kevseri, onun da hocası son Osmanlı Şeyhülislamı ve Mısıra sürgün giden Mustafa Sabri Efendi. Bu silsile her şeyi anlatıyor. Mustafa Sabri Efendi Mısır'dan da Kemalist rejimle mücadelesine devam etmiş ve yardımcısı Zahidül Kevseri ile Ezher ulemasına el öptürmüşler, mustarip mücahid ve âlim Müslümanlar. Bu zatların öğrencisi olan Muhammed Avvame Hazretleri, Türkiye'de Nakşî Şeyhi Mahmud Efendiye "üstün hizmet ödülü" veren Müslüman ülkeler ulema heyetinde yer alıp Türkiye'den ve Türklerden ümid besleyen zahir ve batın ulemasından. Öyle ki evine gelen Türk misafirlere "bunlar benim hocamın torunları" deyip kendi elleriyle ikramda bulunma inceliğini gösteren biri. Bu arada, Mustafa Sabri Efendinin, Büyük Doğuları çıkaran Üstada, "beklenen Mehdi sensin" şeklinde teveccühü olduğunu da bir zevk ve mutmainlik olarak burada nakledelim.
İstememe rağmen Avvame Hazretleri ile Medine’de randevulaşamadım.
Keremli Mekke'den Nurlu Medine'ye Geçiş
Hicret yurdu ve İslâm devletinin ilk başkenti Medine. Peygamber şehrinde 9 gece kalma imkanını buluyorum. Allah Resûlünü ve onun sevgili arkadaşları Hz. Ebu Bekir ve Ömer'i sık sık ziyaret ediyorum. Kainatın Efendisinin huzurunda olmak saadetine eriyorum. Şükrümü de eda etmeye çalışıyorum Hz. Ebubekir'den ve İslâm devletini teşkilatlandıran ve İBDA timsali Hz. Ömer'den Başyücelik devleti için aracı olmasını istiyorum. Mescidi Nebevi'nin karşısındaki Cennetül Bakî kabristanı, Hz. Osman, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin'in kesik başı, Allah Resûlünün hanımları (Hz. Hatice hariç), kızları, Hz. Abbas Ebu Hureyre, Sa'd bin Muaz ve 10.000 sahabînin yattığı mezarlık, gözyaşlarıyla ve ölüm ve huzur duygularıyla gezindiğim cennet bahçesi.
Uhud Cengini ve Hz. Hamza'yı ziyaret. Allah Resûlünün sevdiği Uhud dağı. Uhud Cengini içten gelen duygularla anlatan rehberimiz Ruhî hoca, herkesi heyecanlandırdı. Zaten Uhuda gelince savaş atmosferini yaşıyorsun, okçular tepesi, Hz. Hamza'nın şehid düştüğü yer ve cenk meydanı ve Allah Resûlünün sığındığı mağara. Fakat Uhud bir yenilgi değil bir imtihan. Necip Fazıl'ı okumuş rehberimiz Ruhî Hoca, yanlış değerlendirmelere karşı bu hususu vurguluyor. Peşinden Hendek cengi ve Sahabîlerin karargah-mescidlerini ziyaret. Kıbleteyn mescidini kısa ziyaretten sonra Kur'an'da "takva üzeri kurulan" diye övülen Kuba mescidinde mola veriyoruz.
Allah Resûlünün nurlu beldesinde O'nun ve Sahabîlerin kokusunu duymaya çalışıyoruz, gerek Mescidi Nebevî’de gerek Cennet bahçesi Bâkî Kabristanında.
Sahabîlerden Feda Eylemi
Uhud Cenginde sahabîlerinin bir Feda Eyleminden bahsetmek istiyorum. Cengin en kızıştığı İslâm ordularının arkadan kuşatıldığı anda, Allah Resûlünün öldürüldüğü haberleri gelince Enes bin Nadir isimli sahabî yanındakilere, "Allah Resûlü öldüyse yaşamak niye?. Daha ne duruyoruz müşriklerin üzerine atılalım ve hep birlikte ölelim" diyerek hep beraber kafir ordusu üzerine atılırlar. Kafirler neye uğradıklarını şaşırırlar ve onlar bu feda eyleminde şehit olurlar, fakat kafirler de şaşkınlığa uğrar ve ilerlemesi durur. Allah Resûlü ise belki de korunmuş olur, çünkü sadece yaralanmış haldedir.
Mekke'de başladığım hatimi Medine'de bitirdim ve Allah Resûlünün huzurunda duasını yapıp niyet ettiğim üzere Kumandan’a yolladım.
Sırtlarında Kırgızistan yazan hacılar dikkatimi çekti. Genç bir Kırgız hacıya, Kırgızistan'da Taza Din Hareketini ve oradaki gönüldaşlara selam iletmesini söyledim. Anlatabildiğim kadarıyla.
Kuzey Irak'lı hacıların sırtındaki Kürdistan yazısı da dikkat çekiyor "iklimi Kürdistan" diye ilave etmişler.
Çantama İBDA'nın el işaretini çizip İBDA-Türkiye diye yazıyorum. Yabancı hacılar "Türkiye-İBDA" diye okuyorlar ve el işareti dikkatlerini çekiyor. Dilim döndüğü kadar ve fırsat bulduğum kadar anlatıyorum. Tayyip Erdoğanı müsbet biliyorlar ve fazla bir şey bilmiyorlar. Kimi Türkler ise çantamdaki işaretten huzursuz. Birinin sakalını okşayıp "senin sakalın küfür için nasıl tehlike ve tehdit oluyorsa İBDA da o mânâya geliyor. Bundan niye rahatsızsınız" diyorum. Mecburen tasdikliyor.
Modernizmin kadın-erkek eşitliğini maaleef Haccda da görmek mümkün. Hacc genelde erkeklere farz olmasına rağmen erkek nüfusa yakın kadın hacılar, izdihamı da çabası. Modernist anlayışın baskısı erkekler üzerinde hissediliyor. Biz, İslâmca olalım, o zaman kadın ve erkek yerini bulur ve mutlu olur. Ne modernist, ne İslâmcı, ne gelenekçi olabiliyoruz. Sorun nizamlayıcı olması gereken erkeklerde aslında. Bünyeleşmiş bir ideolocyanın huzuru kalmayınca tartışmak da mânâsız. İslâma muhatap anlayış kopunca ve bunun da aksiyonu olmayınca kadın-erkek ilişkileri de kopmuş.
Medine'nin imamlarının sık sık kıraatte hata yapmaları üzerine hafız olan hacc arkadaşıma serzenişte bulunuyorum: Medine imamlarının vehhabîliğinden mi, modernizmin zihnî dağınıklığından mı, başka bir şeyden mi niye bu kadar sık hatalar yapılıyor nurlu Medine’de?
Cennetül Bâkî'de Hz. Osman'ın kabri başında dua okuyan Salih Turizmin rehberi emekli müftü Mustafa Hoca’ya, Suud'un görevlisi müdahale etmek istiyor. Mustafa Hoca, Suud görevlisiyle Arapça tartışıyor ve hiç geri adım atmıyor. Olayı görünce bende bu kafileye katılıyorum ve Suud polisinin başına dikiliyorum. Kafile Suud'a nefretle dolu, "bunlar zaten Osmanlı eserlerini yok ettiler. Bu mezarlığı ne hale çevirdiler, koskoca halife Hz. Osman'a bu mezar yakışır mı?" diyerek. Osmanlının yaptırdığı Hz. Osman'ın mezarını Suud yıkmış, temelleri kalmış. Mustafa Hoca bize temelleri gösteriyor Suudlu görevliler, "ölülerden medet ummayın!" diyerek oradaki Sahabîlere ve şehitlere "ölü" demiş oluyor. Ruhu ve ruhaniyeti reddeden vehhabîler tasavvufa da şirk gözüyle bakıyor ve aslında bizleri de küfürle itham ediyorlar. Vehhabilerin bu bağnazlığını da bilelim.
Hasan Efendi ve ekibiyle Medine'de de beraber oldum. Hatta Cennetülbaki'de fotoğraf da çektirdim fakat yayınlanmasını istemediği için yayınlamıyorum. Mustafa Efendi ise, maksadımı açıklayınca "hayırlısı olsun" diyerek izin verdi.
Müslümanlar arasındaki farklılıkları bilerek konuşmak lazım. Mesela: Sıcak iklimlerde güneşin mikrop kırıcı özelliğinden dolayı Türkiyede kabul edemeyeceğimiz çöp manzaraları burada mikrobik bir tehlike saçmıyor, sadece estetik bir kirliliğe yol açıyor… Akdeniz iklimi ile sıcak iklimdeki insan davranışlarının da farklılık arzedeceği hususunu rehberimiz bildiriyor.
Başka bir misal: Hanefi mezhebinde Farz-Vacip-Sünnet sıralaması var. Diğer hak üç mezhepte ise Vacip ve Sünnet sıralaması var. Onlarda Vacip bizde Farz demek. Hanefî ise, kesin ve katî delile çok yakın olan fakat sünnetten kuvvetli olan hükümlere vacip demiş. Diğer mezhepler ise böyle hallere sünneti müekkide hükmünü vermişler. Fıkıhta ise iki usul var: Hanefî usulü, Şafî usulü.
İslâm Fıkhı BD-İBDA
İslâma Muhatap Anlayışı
Fıkhın, fehm-anlayış demek olduğunu ve İslâm binasına giren sapık ve bozuk fikirleri ayıklayacak olan İslâm düşünürü mütefekkirlerin ve onların sistemlerinin (BD-İBDA İslâma Muhatap Anlayışı) bir jandarma görevi gördüğünü Müslümanların karşılaştığı bir çok meselede yakînen müşahede ettim. Fıkıhçı, İslâm binasına girecek olan zararlıları önler. Bu mevzu şunun için: Türkiye'li hacılar arasında mezhepsiz, vehhabî ve hatta şia sempatizanı olanlar da var. Malum Türkiye'deki kafa karışıklığından dolayı. Öyle ki kimisi, Kütübi Sitte denilen altı sağlam Hadis kitabının en başında olan Buhari’de "uydurma hadis var" diyecek kadar ileri gidiyor. Kimi, birbirine zıt isimleri (İbn Teymiyye ve Ali Şeriati) tavsiye edebiliyor. Necip Fazıl, "ilim adamı mı?" diyenlere, "evet, İslâm anlayışı mânâsına mütefekkirdir-fakihtir" diyorum.
Şu an Hacc arkadaşım, İmam-Hatipte beraber okuduğumuz, İlim Yayma yurtlarında 20 yıl yöneticilik yapmış, evlilikle ilgili 5-6 kitap sahibi ve şu an Millî Gazete yazarı Mustafa Kahraman Topaloğlu, Salih Mirzabeyoğlu'nun İBDA Diyalektiği isimli eserinden birkaç fasıl okuyunca şu tesbitleri yapar:
"Akıcı bir ûslubu var, sade bir anlatımı var. Felsefeye yani teferruata dalmamış. Bizde yazar-çizer takımı biraz da entelektüel densin diye mevzuları ayrıntıda boğuyorlar, anlaşılmaz olmanın avantajını kullanıyorlar. Bu bakımdan Salih Mirzabeyoğlu'nun eseri güzel. Fakat Salih Mirzabeyoğlu'nu anlamak için bir alt yapı olması lâzım; İslâm kültürünü bilmek gerek, İslâm ilmihâlini de bilmek gerek. Yoksa okuyan bir şey anlamayabilir."
Medine-i Münevverede gördüğüm rüya (13.11.2011):
İki mescid birleştirilmiş ve bir camii olmuş ve hacc gibi orası ziyaret ediliyor ve cemaatle namaz kılınıyor. Hacılar daha çok Hindlilerden. Karşılıklı iki apartman mescidmiş ve birleştirilmiş. Öndeki mescit-apartman mihrab olmuş, ortadaki yol ve arkadaki mescit-apartman ise cemaat yeri olmuş. Benim polisce aranma durumum varmış ve camiye girmekte tereddütlüyüm. Oradaki satıcıdan bir takke alsam ve kendimi belli etmeden camiye girsem mi?
Mühimmat toplamışız ve bir yere sevk edeceğiz. Arkadaşlar, "silahların bakımını nerede yaptıralım?" diye soruyorlar. Ben de, hiçbir seçenek dışarıda bırakılmamak şartıyla bütün seçenekler masaya yatırılır ve uygun olanına karar verilir, diyerek çözüm şeklini işaret ediyorum. Bu arada bir silahı söküyorum.
Bu arada Ünsal haber veriyor:
"Kumandan Çamlıca'daymış. Kumandan ciddi bir teftiş yapacakmış."
Bir Ramazanda kendinden zuhur olarak, Suud polisinin şaşkın bakışlarıyla, yüzelli-ikiyüz kişi İBDA selamı vererek tavaf etmiş. Hacda iken, "Kâbe’de İBDA selamıyla tavaf" haberini telefonda bana haber veriyor gönüldaşlar.
Necip Fazıl'ın "Başbuğ Velilerden" adlı eserinden bir kıssa ile hacc intibalarımı noktalayayım:
-"Hoca Bahaeddin Nakşibend Hazretleri, Mekke'de, biri himmet bakımından gayet düşkün, öbürü gayet yüce iki insan gördüklerini anlatırlar. Himmet bakımından düşkün olan, Kabe'nin kapısı halkasına yapışıp, Allah'tan, Allah'ın gayrı şeyler istiyordu. Yüce olan da, çarşı ve pazarda hiç önem vermeden dolaşıp binlerce altınlık mal satın alıyor, fakat bir saniye bile haktan gafil bulunmuyordu. Bu manzarayı gören Nakşibend Hazretleri, himmeti yüce insan karşısında yüreğini kan bastığını söyler".
Demem o ki, mühim olan Allah aşkı, şuuru ve bilgisine sahip olmaktır, nerede olursak olalım.
Hacca giderken Haliç köprüsünden Eyüp Sultan'a bakarak yanımdaki arkadaşa "Onlar Kutsal Topraklardan buraya cihad için geldiler. Biz ise uçakla onları ziyarete gidiyoruz ve onların emanetini ise şu an koruyamıyoruz" demiştim. Hacc dönüşü yine aynı yerden geçerken aynı duygularım pekişiyor. İstanbul'un yeniden fethinin Anadolu davasının sahibi Kumandan eliyle gerçekleşmesi ve onun erleri olmayı dileyerek, Allaha emanet olun.
Baran Dergisi 256. Sayı
Baran Dergisi 256. Sayı