Bu yozlaşmadan kurtulmanın yolu, öncelikle kendi kültürel ve ahlâkî kodlarımızı hatırlatmaktan ve tekrar fertlere giydirmekten geçiyor. Eğitim sistemi, yalnızca fen ve matematik öğretmekle değil, insan olmanın, toplum içinde yaşamanın gerektirdiği incelikleri de öğretmekle yükümlüdür. Çocuklar küçük yaşlardan itibaren edep, adap ve görgü kurallarını öğrenmek ve bunu bizzat uygulamak zorunda olmalıdır.
Dostoyevski'nin “Ezilenler ve Hor Görülenler” isimli eserinde yer alan Prensin, Nikolay Sergeiç'e yazdığı mektupta, Prens oğlunun ahlaksız oluşundan yakınıyor ve Sergeiç'ten oğluna bakmasını, onu uslandırmasını istiyor ve ardından şunu söylüyor: “İnsan hayatında öylesine önemli yeri olan kurtarıcı kesin ilkeleri ona aşılamanızı diliyorum.”
Tarihin hangi dönemine bakarsanız bakın, bir toplumu ayakta tutan temel saik o toplumun ilkeleridir, ölçüleridir, nizamıdır. Dostoyevski’nin romanındaki Prens’in ızdırabı, Dostoyevski eliyle Rus halkına söylenirken, tüm toplumlar için de bir ders niteliğinde. Bir toplumun ayakta kalması, onu bir arada tutan ahlâkî, kültürel ve estetik ilkelerin korunmasıyla mümkündür. Tarihe dönüp baktığımızda, büyük medeniyetlerin bazılarında güçlü bir nizam anlayışı ve bunu ayakta tutan estetik idrakinin olduğunu görürüz. Selçuklu ve Osmanlı, sadece güçlü ordulara veya büyük devlet sistemlerine sahip oldukları için değil, aynı zamanda hayatın her alanında bir nizam, ahenk ve ölçü kurdukları için büyük medeniyetler inşa ettiler. Sanatlarıyla, mimarileriyle, şehir planlamalarıyla, edebiyatlarıyla ve en önemlisi insan ilişkilerindeki edep, adap ve zarafeti merkeze koymalarıyla örnek oldular.
Osmanlı'nın estetik anlayışı sadece mimariyle sınırlı değildi; gündelik hayatın her alanına sirayet etmişti. Konuşma üslubundan mektup yazımına, selamlaşmadan yemek adabına kadar her şey belirli bir ölçü ve incelikle şekillenirdi.
Bugüne baktığımızda ise bütün bu inceliklerin unutulduğunu, kaybolduğunu görüyoruz. Sadece mimari anlamda değil, giyim tarzlarından konuşma üslubuna kadar hiçbir şeyin kültürü kalmadı. Ölçüsüzlük, ahlaki ve estetik kaosu beraberinde getirdi. Toplumu besleyen değerlerin yerini kabalık ve çirkinlik aldı. Nitekim içtimaî yapının bu derece bozulmasının en büyük sebebi, fert ve toplumun hiçbir ilkeye, kurala bağlı kalmadan yaşaması. Bağlı olduğumuz seküler rejim eliyle ahlaki kaidelerimizin üzeri çizilirken, her türlü yozlaşma da serbest bırakıldı. Adeta içtimaî hafıza yok oldu.
Bu yozlaşmadan kurtulmanın yolu, öncelikle kendi kültürel ve ahlâkî kodlarımızı hatırlatmaktan ve tekrar fertlere giydirmekten geçiyor. Eğitim sistemi, yalnızca fen ve matematik öğretmekle değil, insan olmanın, toplum içinde yaşamanın gerektirdiği incelikleri de öğretmekle yükümlüdür. Çocuklar küçük yaşlardan itibaren edep, adap ve görgü kurallarını öğrenmek ve bunu bizzat uygulamak zorunda olmalıdır.
Medya ve sanat alanında da köklü değişiklikler yapılmalıdır. Bugün televizyon dizileri, filmler ve dijital platformlar, nezaketi ve zarafeti değil, hoyratlığı ve çirkinliği özendiriyor. Oysa medya, toplumun ruhunu şekillendiren en büyük araçlardan biridir. Gündelik hayatı güzelleştiren, insanlara estetik kaygılar kazandıran sanat dalları tekrar canlandırılmalı, estetik duyguları harekete geçirecek somut adımlar atılmalı. Bütün bunlar da İslâm kültürünün hâkim olduğu ve Büyük Doğu idealinin tüttüğü bir sistemle yapılabilir.
Müslümanlar olarak toplumun kurtuluşu için Necip Fazıl’ın çizdiği şu tabloya yeniden ulaşmayı hayal ediyoruz: “Gözümüz açık bir rüya görür gibi gerçek bir insan cemiyeti hayal ediyoruz. İşte bir estetik bedii idrakı ile seyredilmesi gereken şu tablo: Fil dişi kaldırımlarda, fil dişi sokaklarda giden, hiç birbirine çarpmayan, her biri birbirinin emrinde ve Allah korkusu altında, her biri bugün ölecekmiş gibi iki büklüm ve yine her biri hiç ölmeyecekmiş gibi dimdik insanların cemiyetini kurmak...”
İşte tüm idealimiz bu! Zarafeti, estetiği, ahlâkı ve intizamı yeniden inşa etmek…
Aylık Baran Dergisi 37. Sayı, Mart 2025