İlim ehlinin kendi meşguliyet alanından dolayı fiilî cihaddan uzak olduğu mâlumdur. Ancak cihad inkârcılığı yapmak hiçbir gerçek ilim ehlinin haddi değildir.
Bir insanın kendi nefsini aşan, müteal/aşkın olan bir varlığa yönelmesi o kişinin seviyesini ve sıradanlığı aştığını gösterir. Zira sadece nefsi için yaşamak, insanı hayvandan farksız kılar, egosuna düşkün bencil bir fert hâline getirir. Bunu hiçbir akıl/idrak sahibi insan istemez. Eğer insanî/İslâmî hasletleri idrak ve îfa etmenin şuurunda isek gayret-i diniyye (din gayreti) ve asabiyyet-i imaniyye (iman öfkesi) kavramlarını da bilmemiz/benimsememiz gerekmektedir.
Din gayreti ve iman öfkesine sahip olmanın çağımızdan bir misali olan Üstad Necip Fazıl, Öfke isimli noktalamasında bu mevzuun lüzumuna şöyle işaret ediyor: “Razı mısın, olmasın kaşı gözü simanın? / Hiçbir değeri yoktur, öfkesi yok imanın!”
Necip Fazıl, 24 Mayıs 1939 tarihli Fikir Öfkesi isimli çerçeve yazısında da varoluş demek olan fikri, aksiyon demek olan öfke ile birlikte şöyle ifade ediyor: “İnsan başını sıçan kafasından ayıran tek hassa! Ha tüfeği olmayan asker, ha öfkesi olmayan fikir.”
Üstad’dan tevarüs ettiği celal sıfatının tecellisi olarak Kumandan ismi ile maruf olan Salih Mirzabeyoğlu da Marifetname eserinde, “Fikir denen şey bir aksiyonun tohumu olmadıktan sonra neye yarar?” (2007, s. 260) diyor.
15 Temmuz 2016 gecesi, gayret-i diniyye ve asabiyyet-i imaniyyeye güzel bir misaldir. O gece, Allah bizden akıllarımızı aldı ve iman ve aşkımızı bahşetti; hiçbir hesap-kitap yapmadan sokaklara döküldük. Ve bir destan yazıldı. 15 Temmuz, Üstad ve Kumandan’ın canlanması için yıllardır gayret ettiği din gayreti ve iman öfkesinin tezahürü oldu. İman ve aşkın akla üstünlüğü hususu da tescillendi. Üstad’dan bu ve bunun gibi hâllerin kelâm kalıplarında ifadesi ise şöyledir: “Aşk, atom bombası... Atom bombasıyla çukur açmak dururken, iğneyle kuyu kazılır mı?.. Bomba aşk ve akıl iğne!..” Kısaca, o gece akıllar terk edilip aşk ile buluşunca olanlar oldu!..
Öfke ve hiciv, hücum ve polemik... Yeri gelince bunları yapmamak adaletsizliktir. Zira adalet eşyayı yerine koymaktır. Yani, kılıç çalınacak yerde kerem gösterilmez, kerem gösterilecek yerde ise kılıç çalınmaz! İyiye iyi, kötüye kötü davranılır. Kötüye iyi davranmak ise onun kötülüğünü ve cüretini artırmaktan başka bir şeye yaramaz. “Sana kötü davranan olsa bile sen iyi davran.” sözü nefsine dair olunca söz konusudur. Yoksa din ve iman davası olduğu zaman Allah’ın hakkını affetmeye kimsenin hakkı ve yetkisi yoktur! Allah affetmiyor ki sen affedesin! Eğer gönlün zengin ise nefsine dair olanı affet!
Sapkınlığın veya din karşıtlığının dâîliğini yapan yani bunu yaymayı görev edinenlere ona göre tavır almak icap eder. Yani dâî olanla dâî olmayan farkına dikkat etmeliyiz. Polemik ve saptırma yapana ilmî cevap vermekle uğraşılmaz. İlmî temel her zaman sağlam tutulur, ancak her zaman usta bir diyalektik/cedel tavrına da sahip olunur. Karşı taraftan daha usta bir cedel dili kullanmak icap eder. Bu hususta Üstad Necip Fazıl’ın hücum ve polemikleri güzel örnektir. Hâkim davaya mensup olanlar, mahkûm bir dil kullanamazlar. Savunmadan ibaret âciz ve pısırık bir dil, Müslümana yakışmaz.
Kur’an ve hadislerden “iman öfkesi”ne dair bazı misaller vermek istiyorum. Allah, Kur’an’a sırt çevirenleri, “arslandan kaçan yaban eşeklerine” (Müddessir Sûresi, 74/51), İlâhî hitabı bilip de onunla amel etmeyenleri, “kitap yüklü eşeğe” (Cum’a Sûresi, 62/5), gıybet edenleri de “ölü leşi yiyenlere” (Hucurat Sûresi, 49/12) benzetir. Allah Resulü de çirkin ve kötülüklere sessiz kalmamış, kimilerini köpeğe (1), kimilerini domuza (2), kimilerini pislik böceklerine (3), kimilerini de eşek leşi yiyenlere (4) teşbih etmiştir.
Kâinatın Efendisi’nin asker toplamaya niyet eden bir müşrike karşı, burada meâlini veremeyeceğim şekilde ağır hakaret içeren bir haber yollaması söz konusudur ki, bu cihadın tabii bir gereğiydi. Zira O, “Ben harb peygamberiyim!” (5) diye buyurmuştur. Nedense bu hadis gözden ırak tutulurken, aynı hadisin metninde geçen, “Ben rahmet peygamberiyim!” (6) ifadesi ön plana çıkarılmıştır. Müslümanların kâfirlere karşı fiilî cihad arzularını kırmak için özellikle Batı merkezli olarak, “İslâm barış dinidir, şiddet yoktur” benzeri propagandalar yapılmış, FETÖ gibi işbirlikçi yapılar vasıtasıyla cihad kavramına savaş açılmış ve içi boşaltılmaya çalışılmıştır. Ayrıca şu hususu ifade edelim ki, cihad gibi İslâm’a özgü bir kavramı, DAEŞ (IŞİD) gibi kaynağı belirsiz örgütlerle özdeşleştirmek yine Batı’nın yaptığı iki yüzlülükten ibarettir. Bir yanda FETÖ vasıtasıyla cihad kavramını inkâr, öte yandan DAEŞ vasıtasıyla bu kavramdan nefret duygusu verilmek istenmiştir.
Şu noktaya da temas edelim. İlim ehlinin kendi meşguliyet alanından dolayı fiilî cihaddan uzak olduğu mâlumdur. Ancak cihad inkârcılığı yapmak hiçbir gerçek ilim ehlinin haddi değildir. Mevcut Batıcı rejimin fizikî veya psikolojik baskılarına boyun eğenler ise mevki-makamlarını korumak saikiyle kolayca cihad inkarcılığına sapabilmektedir. İlim ehli fiilî cihattan sorumlu değil, ancak cihadı inkâr etmeye de yetkili değil.
Fıkıh geleneğiyle fetvalarını veren Diyanet ve dini eğitim camiası genellikle, iş cihadla ilgili mevzulara gelince, bağlı olduğu rejimi ürkütmemek adına cihadın kelime mânaları olan cehd ve mücahede gibi kavramları zikrederek, fiilî cihadı inkâr yoluna sapmakta ve işi nefs ile cihad veya rizikosuz alanlarda faaliyet göstermek şeklinde sunmaktadır. Böylece bağlı olduğunu iddia ettikleri fıkıh literatürüyle de çelişmekteler. (6)
Cihad mevzuunda şu hadis, her mü’minin cihad/şehidlik şuuru taşımasını ihtar etmektedir: “Cihad etmeyen veya cihad etmeyi gönlünden geçirmeyen nifak üzere ölmüş olur.” (7) Şehitlik nimetinden kaçınmak münafıklık alâmeti olduğu için her mü’min fert şehitlik makamını kalp ve zevk yoluyla benimsemeye, istemeye memurdur. Bundan dolayı resul ve nebilerin birçoğu, sahâbîlerin ekserisi ve peygamber evladının hepsi şehadeti istemiş ve bu yolda ruhlarını teslim etmişlerdir.
Dipnot:
1. “Secdede mutedil olunuz. Sizden biriniz, kollarını köpeğin yere yayması gibi yere yaymasın.” (Buhârî (hadis no: 822); Ebû Dâvûd (hadis no: 897)
2. “İlmi, ehli olmayana veren kimse, cevheri, inciyi ve altını domuzun boynuna asana benzer.” (İbn Mâce, Mukaddime 7)
3. “Bir takım kavimler/topluluklar bir takım adamlarla öğünüp böbürlenmelerini ya bırakırlar veya kesinlikle Allah katında burnuyla pisliği yuvarlayan pislik böceğinden daha da düşük olur.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 111; Tirmîzî, Menâkıb, 73; Ahmed bin Hanbel, Müsned, 2/361,524)
4. “Herhangi bir topluluk oturdukları meclisten Allah’ı zikretmeden kalkarsa, merkep leşi yanından kalkmış gibi olurlar. O meclis de onlar için bir pişmanlık olur.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 25
5. Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 405.
6. Bu hususta bir akademik makale olarak bakınız; Özgür Kavak, “Fıkıh Literatüründe Cihad Hükümleri ve Modern Cihad Yorumları”, hazırlayan Ahmet Emin Dağ, İnsamer Yayınları, İstanbul, 2016, s. 259)
7. Müslim, İman 158.
Aylık Baran Dergisi 17. Sayı Temmuz 2023.