Özgürlük ve isyan duygusu birlikte anılmaktadır artık. Kitleler bazen bâtıl, bazen hak adına isyan edebilirler; fakat dünyada sarsılan emperyalizmin düzenidir, statükodur.
Sosyal, siyasî ve ekonomik nedenlerle isyanlar boy göstermekte; fakat bunların altındaki ruhî nedenlere de ayrıca işaret etmek gerekmektedir. Her yoksulluk ve haksızlık, isyan duygusuna yol açmıyor; ruhî nedenlerle desteklendiği zaman, meydanlar pervasızca insanlarla dolup taşıyor, miskin yığınların her biri bir aslana dönüşüyor, tarihin gidişatı birden tersine dönüyor. Tarihin akışını değiştiren şeyler önce yüreklerde kaynıyor, sonra meydanlar güllük gülistanlık oluyor...
İnsanlar ne aradığını tam bilmese bile, mevcut sistemlerden yani Batıcı kukla sistemlerden memnun olmadıkları apaçık.
Dünyadaki ayaklanmaları, küresel diktatörlüğe isyan diye yorumlayabiliriz; küresel liberal diktatörlüğe isyan.
Aslında dünyada tek nizam var ve bunun adı küresel Amerikan diktatörlüğü. Batı ve Amerika’nın sömürdüğü dünyada hak, hukuk ve adalet yok, çok kültürlülük falan da yok; küresel liberal diktatörlük var. Demokrasi de bunun bahanesi ve sistemidir. Demokrasinin vazgeçilmezi liberal ekonomidir ve bu ekonomik sistemle Batı ve Amerika sömürüsünü yürütmektedir. Batılılaşmış-paryalaştırılmış bizim gibi 3. dünya ülkelerinde demokrasinin işlevi budur.
Sözde demokrasi ile yine onların istedikleri sınırlarda bir seçim ve partilerin kayıkçı kavgası altında yine onların sistemi yaşamaktadır. Batıya karşı tavır alan bir parti veya örgütlenme en yüksek oyu alsa bile Batı tarafından ambargoya ve yok edilmeye maruz bırakılmakta, askerî seçenekler devreye girmektedir. İşte seçimle iktidara gelen HAMAS’a yapılanlar ortadadır, daha önce Cezayir’de seçimi kazanan FİS’in de iktidara getirilmediği malûmdur. Batının istediği kuklalar particilik oyunu oynayacak ve Batılılar da kendi sömürge düzenleri gereği istedikleri ayarları, kriterleri dayatacaktır. “Tayyip-Kemal” kavgasının altında yatan da budur. Muhafazakâr tabana AKP’nin bir parmak bal çalması da yeterli olmaktadır. Biraz da ekonomi düzgün olsa mesele kalmamaktadır. Batının istediği budur; fakat ortalık sütliman değildir ve Türkiye taşıdığı potansiyeli ve halkının huzursuzluğu ile pek güven telkin etmemektedir. Türkiye’de ne sosyal nizam, ne siyasî nizam, ne ekonomik nizam, ne de ruhî nizam yerindedir. Bu tehlikeyi de en iyi frenleyecek AKP olmaktadır, ama “şimdilik” diyoruz. Sonrası meçhul. Bu herkes için böyledir.
Dünyada dikiş tutturamayan küresel hegemonya düzeni, demokrasi, liberalizm, post-modernizm vs. diyerek, yeni gibi sunulan makyajlarla kitlelerin değişim ve yenileşme isteklerinin önüne geçmek istemekteler. Bizce, isyan duygusu kaynamaya ve ruhlardaki yenilik ve adalet özlemi için haklarını aramaya devam edecektir.
Arap dünyasındaki diktatörlükler devrilirken, yeni gelecek düzen ABD kontrolündeki demokrasi rejimi olacaksa, küresel diktatörlüğün devamından başka bir mânâ ifade etmez. Demokrasi demek liberal ekonomi demek, bu da Batının sömürüsü demek, onların hayat tarzının bir pazarı olmak demek!
Teklif ettiğimiz ve cemiyet kavgasını verdiğimiz mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun Başyücelik Devleti eserinde, Demokrasi ve Batı sistemleri kritiği yapılırken Hürriyet meselesi başlığında şöyle denir:
“Hürüm!” demeye zorlanan bir fert hür olabilir mi?
“Esirim!” diye haykırabilen bir insan, sahte hürden daha hür değil midir?
Demokrasi’de hak ve adalet yok; fakat özgürüm diye bağırabilmek serbest o kadar.
Büyük Doğu Nizamı'nı yeterince toplumun genel çerçevesine yerleştiremediğimiz için, kitleler kötünün en iyisi gibi görünen demokrasi yalanına sığınmaktadır. Aslında halkımızın istediği Batı ve Batı çözümleri değildir fakat çözümsüzlükten dolayı ve herkesin hakkını arayacağını sandığı demokrasiye iltica etmektedir. Fakat neticesi hiç öyle olmamakta, Batıdan gelen çözümler o ülkeyi ve insanları kalkındırmamakta, fakat Batının sömürü düzeni bir şekilde yürümektedir. Biz adam olsak Batılılar niye bize çözüm dayatsın?
Demokrasi dedikleri, Batının liberal ekonomisinin askerî ayağıyla beraber yürütülmesinden ve özgürlük ve çok kültürlülük adı altında Batıcı hayat tarzının dayatılmasından başka bir şey değildir. Bu zoka maalesef bazı Müslümanlara, Müslüman ve muhafazakâr görünen AKP ve Fethullah Gülen eliyle yutturulmuştur. Bu kimselerin İBDA’ya ve İslâm devrimine düşman oluşları da, Batıcı düzen içindeki rahat düzenlerinin bozulmasındandır.
Domino taşları misali birbiri ardına devrilen Arap dünyasındaki bu rejimleri kuran ve destekleyen Batı ve Amerika değil miydi ki, demokrasi diye yeni rejim tekliflerinde bulunuyorlar?
Arap ve İslâm âlemini işgal eden ve Osmanlı’dan beri sömüren Batı dünyası değil midir ki, yine onlardan gelen demokrasi, liberalizm vs. çözüm olsun?
Arap ülkelerinde olanlara gerçek devrim demek için vakit erken, fakat mevcut sistemlerin sorgulanması ve yıkılması gerekiyordu. Bundan sonraki süreç, oluş ve mihrakını arayış olarak değerlendirilebilir.
Dünyadaki bu ayaklanmalar ve değişimler karşısında (devrimin objektif şartları) biz ne yapıyoruz? Alternatifimizi öne sürüp gerçekleştiriyor muyuz yoksa seyretmekle mi yetiniyoruz? Firavun Hüsnü Mübarek gitti ama gelen kim olacak? Türkiye’ye rol model biçiliyor ama biz Batıcı-seküler rejimimizle Arap dünyasına örnek mi olacağız, vebal mi olacağız? Asil ve örnek dünya görüşümüz ve onun plan program ve tatbiki, genelde Müslümanlar özelde İbdacıların bu yolda aksiyonu?
Dünyada batıl sistemler yıkılırken, yerlerine yeni batıllar konmadan bizim devrede olmamız Allah’ın, Peygamberin, tarihin ve vicdanın bizden beklediğidir.
Din için dünyayı imara talip olan, bir günü bir gününe eş geçmemesi gereken Müslüman’a ve Başyücelik Devlet Nizamı gibi bir projeye sahip olan İBDA’cıya yakışanı da budur. Hakkın ve İmanın sesi meydanlarda gürlemelidir.
Hadiselerin hızlı gelişimi ve emperyalist sistemlerin çöküşü sürecinde, manda rehavetinde ve planlamadan uzak yaşanılmaması için Kumandan Mirzabeyoğlu’nun İdeolocya ve İhtilâl’deki şu ihtar kulağımıza küpe olmalıdır:
-“Her şey hazırken onları sıfıra indiren ve tesirsiz kılan bir eksiklik var: İhtilal şuuru!”
“Bu şuuru, ihtilal şuurunu daima diri tutmak...”
Aslında Türkiye’de ve dünyada İslâm devrimi için her şey hazır. İç ve dış şartlar bizi tarihî, dinî, kültürel kimliğimize dönmemizi ihtar ediyor, bunun ideolojisi de (BD-İBDA) ortaya konmuş ama biz hazır mıyız? Objektif şartlar hazır ama sübjektif şartlar yani şuur ve irademiz hazır değil görünüyor. İslâmın iktidarını kuramayışımızın sebebi biziz. Bu miskinliğimiz, hem kendimize hem çevremize hem İslâm alemine zarar vermektedir. Bugün Yahudi ülkemizde cirit atıyor ve Filistin’de Müslüman öldürüyorsa biz adam olamadığımızdandır. Sözün bittiği yerdir burası. Fazla söz korkaklık barındırır çünkü.
Aylık Dergisi 78. Sayı
Mart 2011