İslâm cemiyet dinidir. Dinimizin emrettiği vazifeler var iken ferdî ibadete yönelmek ve içine kapanmak doğru bir tavır değildir. Komşusu açken onu düşünmeyip karnı tok zikre ve tesbihe dalmak sevap değil, günah olur. Kardeşin veya kardeşlerin darda iken (hasta, ölüm döşeğinde, düşmanların arasında vs. iken) onları düşünmemek samimî bir Müslümanın hali değildir.
Bize mesuliyet yükleyen zorluklardan kaçıp, nefsimize kolay gelene sarılınması şeriatın muradı değildir. Cemiyet ve vazifelerden kaçmaya şeriaten müsaade edilmediğini söylüyoruz. Yoksa ferdî ibadetler muhakkak yerine getirilecek, namaz kılınacak ve tesbih de çekilecektir. Fakat bütün bunlar cemiyet vazifelerinden kaçış olarak yapılmayacak. Çünkü ibadetin bile toplu halde yapılması ferdî yapılandan kat kat üstündür, cemaatle namazın ferdî namazdan 25 veya 27 derece üstün olması gibi. Allah Resûlü “komşusu açken, tok yatan bizden değildir” derken cemiyet vazifesine işaret etmiştir. Namaz dinin direğidir, dinin zirvesi ise cihaddır. Hadiste böyle geçiyor. Zaten birbirlerine alternatif olarak görülmeleri yanlıştır.
İslâm’a en büyük darbe olarak harf inkılabı gösterilir. 1928 yılında İslâm harfleri atılıp Latin harflerine geçilmiştir. Fakat bu olay yeterli tepki görmemiştir. Kılık kıyafet ve şapka inkılabının gördüğü tepkiyi görmemiştir. Şeklî olan yasak daha göze battığından olsa gerek. İslâm ilim ve kültürünün temeline konan dinamit (harf inkılabı) ulemanın imha edilmesinden dolayı çoğu da okur yazar olmayan halk nezdinde yeterince idrak edilememiştir. Mahir İz Hoca anılarında bu vakıayı üzülerek tesbit eder.
İslâm’ın cemiyet dini olduğunu biliyoruz. Dünyanın bir ucunda bile mümin kardeşinin ayağına batan dikeni hissetmeyi telkin eden bir dinin mensuplarıyız. Dini ferdî hayata (namaz, oruç vs.) hapsetmek kapitalizm-modernizm denilen sömürü sisteminin istediğidir, İslâm’ın Müslümandan istediği bu değildir.
Herkesin keyfine göre bir din anlayışı da postmodernizmin getirdiği bir sapkınlıktır. Öyle ki herkesin keyfine göre bir din anlayışı olursa birlik değil, dağınıklık ve tefrika doğar. Her şeyden önce İslâm’a muhatap anlayışta birleşeceğiz ve buna göre güçlerimizi inşa edeceğiz ki gerçek cemiyet olalım ve sonunda gerçek devlet olalım. İslâm’ın siyaseti, stratejisi, diyalektiği, estetiği, kurumları vs. Hepsi İslâm’a muhatap anlayışla (dünya görüşüyle) tesis edilebilir. Sahih bir din anlayışı olmadan birlik de olamaz; ferd ve toplum olarak kurtuluş da olamaz. Çağımızda yeterince dağılma ve parçalanma örneklerini gördük. Altında toplanacağımız İslâm’ın sistemli fikrini bulmalı-bilmeli ve bunu bütün ilişkilerimizde tesis etmeliyiz. Zaman ve iş ölçümüz de İslâm’a muhatap anlayışa nisbetle yerini bulur. Böylece emeklerimiz bir havuzda toplanır. Bâtıl ve Batıcı rejimlere karşı İslâm’ın kurtuluş reçetesi ancak böyle gerçekleşir. Kuru kuru İslâm demeyle, “namazlarımızı kılalım, oruçlarımızı tutalım yeter” şeklinde düzenin Müslümanlara empoze ettiği anlayışla ne kendimizi kurtarabiliriz, ne dünyada yardım bekleyen Müslümanları. Aslında mesele en başta şuur ve hassasiyet mevzuudur. Samimi arayış ve dert olunca vasıta tatbik fikri bulunur.
Şunu vurgulamak istiyoruz ki; sofulukla Müslümanlık her zaman aynı paralelde gitmez. Namaz kılmakla Müslümanlık tek başına değerlendirilemez. Kur’an’da namaz emri yanında hemen içtimaî vazife olan zekât emri zikrediliyor. Hadisler ve sahabîler ise birbirleriyle kenetlenmiş ümmeti gösteriyor… Şu tesbiti Büyük Doğu’dan hatırlatalım: “Her şey namazla başlar ama hiçbir şey namazla bitmez”. Fetöcüleri namaz kıldıkları için öve öve bitiremeyen saf Müslümanlar 15 Temmuz’da bombalarla uyandılar ama hâlâ bu şekilci kafa hâkim...
Sigara mevzuunda da bu hamaratlığı veya sofuluğu görmekteyim. Dinen mübah olan veya mekruh görülen sigara içme mevzuunda, en azından tartışmalı bir mesele olduğu için haram denemeyecek iken, bol keseden haram diyen hoca efendiler var. Helale haram, harama helal demenin tehlikesini düşünmeden sırf sigara karşıtlığından düşülen bu durum, acıklı bir durum. Kemalist (Batıcı) rejimle özdeşleşen içki ve benzeri cemiyete zararı olan kötülüklerle bu kadar mücadele edilmezken sigara düşmanlığına kendini vermek ve mevzuu sigara tartışmalarına hapsetmek akıl alacak şey değil. Bu tartışmalardan da uzak durmak istiyoruz. Akıl demişken şunu belirtelim ki, sigara içmemek makbul olandır.; fakat Şeriatın haram dediği  fiillerden değildir. Sürekli dile getirilen, israf mevzuu ise ayrı bir olup, sigaraya münhasır kılınamaz. Nasıl ki yemek yerken,  yahut şeker ve tuz kullanılırken israf yapılıyor diye, yemek yemek ve şeker-tuz kullanmak haramdır denemeyeceği gibi.
Üstad’ın reformcularla beraber imha edilmesi gereken sınıf olarak gösterdiği “ham yobaz-kaba softa” zihniyetinden uzak durmalıyız. “Allah’a esrar yolundan bağlanınız” ölçüsü olmayınca sığlık ve kabalık başgösterir. “Ham softada esrar idraki yoktur” ve bunun yanında “bütün tasavvuf esrardır”. İman ve amel ilişkisini bu çerçevede görmeliyiz ki tekerleme iman tehlikesine düşmeyelim. Tasavvuftan bahsederken veya sofuluk yaparken ondan uzaklaşmayalım. Şunu da belirtelim ki, namaz kılmamak eşekliktir.
Müslümanlardan şu şikâyeti sıkça duyuyoruz: “Medya, sanat, bürokrat, akademik çevreler vs.de neden liberal solcu veya liberal Müslümanlar var, biz yokuz?” diye “Türkiye’de şer odaklarının sesi niye hala güçlü çıkıyor?” diye. Biz bu meseleleri ve sahaları dolduracağımıza büyük camiler yapmakla veya büyük Kur’an kursu inşa etmekle meşgulüz. Gençlik ve yeni nesil ne yapıyor, nasıl yetişiyor, işin temelinde ne yapmalı diye fazla tasalanmıyoruz. Çocuğumuz Kur’an okumayı, namaz kılmayı bilsin yeter diye teselli buluyor, suyun nereye aktığını gözden kaçırıyoruz. Hâlbuki nice hafız var Kur’an onun kalbinde yer etmemiş. Ondan sonra da “biz FETÖ’nün okullarına çocuklarımız namaz kılmayı öğrensin diye verdik, niye hainleştiler” diye söyleniyoruz. Namaz gerekli ama her şey değil, İslâm bir bütündür. Bunun şuurunda olmamız gerek. Zaten ibadet kelimesi de yanlış anlaşılıyor. İbadet Allah’a kulluk etmek demektir. İşin doğrusu, ibadet-kulluk bir Müslümanın her anında olmalıdır; Müslüman, Allah için Allah’ın emir ve yasaklarına göre yaşamalıdır. Namaz, oruç ibadetleri, bu kulluğun “çerçeve ilmiği” noktalarıdır, bütün bir “dokumanın”, yani hayatın, külli ve tutarlı olmasını sağlar. Ancak onların da bu bütün ile tutarlı olması lazımdır. Bu noktadan bakıldığında cemiyet vazifelerimiz ve İslâm’ın güçlenmesi için çalışmak en büyük ibadettir. Tarihte de ibretlik vakalar vardır. Haricilerin de namaz kılmaktan alınlarında nasır çıkmış idi, ama sapık bir fırka idi ve Hazret-i Ali ile savaşmış hatta onu şehid etmişlerdi.
Şu mevzuya da temas etmek istiyorum. Gerçi şuur ve hassasiyet yoksa ne desen boş! Yine de bir misal olarak vermek istiyorum, belki uyarıcı olur. Sık sık umreye gidenler var, âdeta turistik bir geziye döndü. Biraz da vicdan tatmini yapılıyor, ondan sonra gelip aynı hayat tarzına devam ediyor. Faizli ticaret, dünyalığını artırma, cemiyeti seyretme aynen devam ediyor. Müslümanların hayat tarzı Müslümanca olmaktan ziyade düzenin verdiği modernist hayat tarzına yakın. Bunun sebeplerini irdeleyip çözümlerini teklif ediyoruz. Sızlanmaktan ziyade aksiyona vesile olmaktan bahsediyoruz.
İnsan iç muhasebesini yapmalı, bu gerekli çünkü “iç oluş olmadan dış oluş olmaz.” Onun için iç oluşa yol açan ferdî ibadet çok mühim ama iş vicdan tatmininden başlayıp nefsi tatmine yol açan bir rahata varıyor ki, bu İslâm’ın istediği oluş ve hassasiyet değil. Kısaca, bir şey nefsimize hoş geliyorsa ondan sakınmalıyız, ibadet de böyledir. Ruhumuza hoş gelecek aynı ölçümüz bu olmalı. İslâm hassasiyeti o hale gelip bundan zevk alır hale geldiysek! Dikkat edin “nefs zevk aldı” demiyorum. Ruhun zevk alması mühim. Ve ibadet sende, bütün azalarında zevk haline ulaştı ise ne mutlu! Bunu insan kendi bilir. Bunun için keyfine göre fetva vermekten kaçınmalı. Yani cemiyet dertleri ortada dururken, İslâm düşmanı Batı ve küfür ocakları içimizde cirit atarken, bunlardan korkup ham sofuluğa kaçanlara Allah hesabını sorar. Anlatılan bir kıssadır. Allah bir kavmi helak emri verir. Melekler Allah’a sorarlar: “Ya Rabbi içlerinde ibadetinde, namazında, niyazında Müslümanlar var. Onları da mı helak edeceksin?” Rabbimiz cevap verir: “Evet, çünkü onlar kötülüklere ses çıkarmadan rahat rahat yaşıyorlardı.
Başka bir misal vermek istiyorum. Zalimlerle kavga ediliyor. Bizimkinin sofuluğu tutuyor; “Ben Kur’an okuyorum şimdi gelemem” diyor. Hâlbuki cemiyet kavgası yüksek sesle Kur’an okumak gibidir ve nafile ibadetleri terkedip vazifemizi yerine getirmek şer’an elzemdir. Hac veya umrede Hacer’ül-esvede dokunacağım diye kardeşine dirsek atma gibi sofuluğun harama vardığı noktalar bulunduğunu hatırlatalım.
“Dua mü’minin silahıdır”. Bu bir Hadis-i Şerif. Kavlî (sözlü) dua var, fiilî dua var ve tabiî ki fiilî olan kavlî olandan üstün. Onun için “duayı icrada aramalı” denmiş. İcrayı bırakıp oturduğu yerden dua etmek şeriatın istediği dua ameli değildir. Mü’minin her zaman “eli işte, gözü zikirde” olmalıdır. Yani “gündüz zabit, gece abid” esprisini de bu açıdan değerlendirebiliriz. Gündüz amel silahını tutan aynı eller, gece ise dua silahına sarılır.
Altbaşlığı “Necip Fazıl’dan Esseyyid Abdülhakim Arvasi’ye” olan S. Mirzabeyoğlu’nun ithaf eseri Kökler’deki şu ifadeler hem mevzuumuza hem tasavvuf ehlinin nasıl’ına denk gelir:
Dedi ki:
- (Hâcegân tarikatında vaktin icabı neyse ona göre davranılır. Zikir ve murakabe, ancak Müslümanlara hizmet edecek bir mevzu olmadığı zaman tatbik edilir.)
“Vaktin icabı neyse” mevzuu üzerinde önemle durmamız ve ona göre kendimizi yetiştirmemiz, çağımızdaki fitneleri önleyici olduğu gibi kendimizi ve neslimizi de koruyucudur. Sosyal ve siyasî hâdiselere seyirci kalmak ve kendi odacıklarımızda tatmin olmak ise belalardan korunmak manasına gelmez. Şunu unutmayalım ki, ayette geçtiği üzere, “Allah’ın eli topluluk üzerinedir.” Vaktin icabı neyse (dil, diyalektik, estetik, aksiyon vs.) onu yapan keyfiyetli topluluk olmaya bakalım.
İmamı Rabbani Hazretleri Mektubat’ında (307. Mektup), insanda emir ve halk aleminde ne varsa ziyadesiyle toplu olduğunu belirterek, dışımızdaki fertlerin ve cemiyetin izdüşümünün içimizde olduğunu ve “kül” olarak görmemiz gerektiğini işaret etmiş olur. Hamdimiz ise bunun idrakında olarak, vazife şuurunda olarak gerçekleşebilir. İnsan fertlerinin hamdini de nefsinde görür, görebilir.
Ferdî yardımlar yaparken bile asıl meselenin cemiyet davası olduğunun idrakinde olalım. Parçaya değil bütüne talip olalım; parça ile ilgilenirken bütün şuuruyla bunu yapalım, diyorum. Bir fakir bulup ona yardım ediyorum diye nefsî tatmine ermek doğru değil. İslâm’ın bütün olduğunu bilerek ve bunun temelinin de kendi cemiyetini kurmak olduğunu idrak ederek, amellerimizi yerine getirmeliyiz. Zaten amel kelimesi de aksiyona denk gelir. Sosyal, siyasî, ahlâkî, iktisadî ve hukukî vs. her alanda İslâm’ın tesisine çalışmalıyız. Kendimizi kurtarmanın yolu da, buralardan geçiyor, kişisel tatmin araçlarından değil. İslamcılık oynamak, parsa ve gösteriş peşinde koşmak da bunun gibidir. İslâm, ihlas ve kalbî bir lezzet ile yapılan amellerdir. Nefsimize zor gelse de. Mesele kendimizi tatmin edecek işler ve ibadetler değildir. Şunu demek istiyoruz; bir ağaçla teselli bulmayalım, ormanı kurup koruyalım ki ağaçlar birbirini besleyip daha gür ve bereketli olsun. Kendi odacıklarımızla, dar çevremizle yetinmeyelim. Rahat peşinde değil, zarurî ve faydalı şeyler peşinde olalım. Allah’ın rızasını her işimizde ölçü kılalım. Dostlar alışverişte görsün kabilinden değil, inşacı ve ibdacı olalım; bunun ızdırabını duyalım. Kısaca, pusulamız ve usulümüz doğru olsun, hiçbir zaman kıbleden şaşmasın.
 
 
Baran Dergisi 546. Sayı

29.06.2017