17 Kasım Darbe Operasyonu vesilesiyle cemaatin yapısı, AKP’nin rolü ve İslâmî hareket açısından bazı değerlendirmelerde bulunmak istiyorum.
Fethullah Gülen Cemaati’nin nasıl yükseldiği ve nasıl bir ideolojik ve siyasî çizgisi olduğu bilinmektedir. Yine de kısaca hatırlatmakta fayda var: 12 Eylül döneminde Fethullah Gülen’e göz yumulmuş, Mehmet Kutlular gibi Yeni Asya grubuna ise operasyon yapılmıştır. Fethullah Gülen “iyi nurcu” olurken, diğer nurcular “kötü nurcu” olarak kabuklarına çekilmişlerdir. Amerika’nın “yeşil kuşak” projesi için keşfettiği Fethullah Gülen, Körfez Savaşında da İsrail’den yana tavır alır. Türban yasağını da destekler. Hatta türban gösterisi yapanlara “çarşaf giymiş ajanlar”dır der. 28 Şubat sürecinde de Erbakan hükümetini eleştirir, fakat 28 Şubat’çılara da yaranamaz, yurtdışına çıkar. Ülkeye dönüşü önünde engel kalmamasına rağmen “çok sevdiği” ülkesine dönmez, fakat oradan siyasete karışır. Mavi Marmara’da şehit olanlara dil uzatır ve “İsrail’den izin almalıydılar” der. Amerikan işgallerine karşı cihad eden başta şehid Usame olmak üzere tüm Müslümanlardan nefret eder. Siyasî bozuklukları yanında itikadî bozukluklarını da sayalım. Üç dini birleştirip “dinlerarası diyalog” diye bir sapıklık ortaya atar, ABD’de hazırlanan “ılımlı İslâm” projesini yürütür. Türbana teferruat der. Papanın elini öper…
Cemaatin yolsuzluk ve istismarından bahsedelim; dinen ve siyaseten İslâm’ın yolunu kesen icraatlarına yukarıda kısaca değinmiştik. Malum cemaat-eğitim faaliyetleriyle tanınıyor ve eğitim adeta onun omurgasını teşkil ediyor. Bu “hizmeti” de iyi yapıyorlar. Tabiî “hizmet” olsun diye yapmıyorlar. Baran dergisine bir aracı vesilesiyle çalışmak için gelen bir üniversiteli gençten misal vereyim. Kalabalık bir ailenin çocuğu olarak Mardin’den İstanbul’a okumaya gelmiş. Cemaatin yurtlarında kalıyor ama elektrik, su, doğalgaz paralarını ödediği gibi aylık bir ücret de kendisinden isteniyor. Onun için part tıme iş için bize gelmişti. Kendisine iş verdik ve kısa bir müddet Baran’da çalıştı. Fakat üniversite sonrası hayata hazırlamak bahanesiyle c.tesi ve pazar günlerini de kurslarla doldurdukları ve gençlerin istikbalde iş bulma kaygılarını çok güzel sömürdüklerini için bizde çalışmaya vakit bulamadı ve ayrıldı. Cemaatte öyle bir köleleştirme sistemi var ki, öğrenci ile yakınen ilgilenirken onu robot haline çevirmekteler; kendilerine eğitim açısından bağımlı hale getirirken kafalarını da iğdiş etmekteler ve ailelerimi de sömürmekteler. 
Mardin’li genç arkadaşla, aralarında yıllardır kaldığı cemaatin hizmetini ve ideolojisini de konuştuk. Cemaatin içinde olan bu arkadaş şu gözlemini aktardı: “Onlar dinî bir cemaat değil, amaçları da insan değil, tamamen dünyevi bir cemaatler.”
Cemaatin tüccar ve işadamlarına çengel atması ve onları yemeğe götürerek ve ticari olarak önlerini açacakları vaadiyle para topladıkları malum. Evlerde de bu tür toplantılar yapılıyor. Para toplayan sorumlular yüz-göz olmasın diye sık sık değiştiriliyor. Bu toplanan paraların makbuz ve faturası var mı, vergileri ödeniyor mu? Bu paralar kayıt dışı değil mi?
Emniyette de cemaatin çarkı söz konusu idi, Fetullahçı olmayan polisler belli bir noktadan sonra terfi alamaması gibi. 17 Aralık operasyonunda siyasî emel ve hırsları için nasıl cemaatçi polis ve savcıların kullanıldığı görüldü. Bu tasfiye edildi. Fakat adliyede mübaşirinden hakimine kadar teşkilatlılar. Gülen hizbinin adliyede bir taktiğine misal: Kendi rengini belli etmeyen biri, Fetullah’ın aleyhinde aleni konuşuyor ve leyhte ve aleyhte konuşanları tesbit ediyor. Aleyhte konuşanlar fişlenirken, lehte konuşanlar cemaat sohbetlerine davet ediliyor. Cemaatin yargıdaki yapılanması o boyutlara ulaşmış ki kendilerinden olmayan hakime kadın gönderip tuzağa düşürüyorlar ve bunu kasete alıp sonra o hakime şantaj yoluyla istedikleri kararlara imza attırıyorlar. Bunu bürokratlara, İslâmcı kesimin yazar ve çizerlerine, siyasetçilere de yapıyorlar. Bunun müşahhas misallerini bilmekteyiz ve sözkonusu kişinin korkutulduğunu da bilmekteyiz. Hatta şantaja uğrayan kişi fikirlerine uymayan eylemlere sokulmaktadır cemaat tarafından. İnsanın zaaflarını istismar ve bunu şantaj unsuru yapmak en büyük ahlaksızlıktır. O kişinin ahlaksızlığı bunun yanında hafif kalır. Kemalistlerin kasetçiliğini cemaat tevarüs etmiş anlaşılan.
Fetullahçıların ahlaklı çocuklar olması, namazlarında niyazlarında olması mevzuunda da dinî ölçüler ışığında birkaç söz söylemek istiyorum. Halkı kandıran ve böyle bir çarkın içinde olanların namazlarının onlara fayda etmeyeceğini birazcık dini bilgisi olanlar bilir. “Kişinin namazına niyazına değil, dinar ve dirhemlerle ilişkisine bakın” mealindeki hadis malumdur. Dine bir bütün olarak inanılması gerektiği ve “Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin!” ilahi emrinin olduğunu da her sıradan Müslüman bilir. Şunu da bir bilgi notu olarak hatırlatalım ki, namaz kılmaktan alınlarında nasır çıkan Haricî taifesi sapık bir kol olup Hz. Ali’ye karşı isyan edip onu şehid etmişti.
Bir sahabînin (Abdullah bin Mübarek), “insanların en mel’unu, dinî kisve altında menfaat devşirenidir” sözünü de nakledelim.
Ağlamasıyla meşhur “Hocefendi”nin çağrıştırdığı bir Hadisi Şerife de dikkatlerinizi çekerim: “Gözyaşına hükmeden mel’undur.”
Fetullah’ın evlerinde önce Said-i Nursî’nin bir kitabı okunur ve sonra Fetullah’ın kitaplarına geçilir ve bir daha Risale-i Nurlara dönülmez. Said-i Nursi giriş olarak vardır ama sonra yoktur. Bir iman mücahidi Said-i Nursi’nin hayatı ile Pensilvanyalı Fethullah Gülen’in hayatı ne fikren, ne siyaseten, ne de amelen örtüşüyor. Onun için olsa gerek Fethullah Gülen cemaati’ne “nurcu” denmesi pek yakışık almıyor. En azından diğer nurculara bir töhmet gibi duruyor. İman öfkesi alınmış, cihaddan nefret eden, kafire yumuşak Müslümana sert olan bir cemaat bunlar. Öyle ki bir Müslümanı en önce ispiyon edecek hiç güvenilmez bir yapılanma bunlar. Cemaat değil, cemaat(daş) diyebiliriz.
Cemaat masum ve ahlaklı zannedilir ama “yere bakan yürek yakan” hesabı kirli ilişkiler içindedir ve İBDA bunu bugün değil 20 yıldır söylemektedir. Cemaatin kaset şantajcılığı, beddua edepsizliği ve 17 Aralık darbe girişiminden çok önceden bu husus tesbit edilmiştir. İBDA’nın tutarlı siyasî mücadele çizgisinde bu görülmektedir. Her şeyden önce İBDA’nın fikrî tutarlılığından da bu anlaşılmaktadır.
Tabanın samimiyetine göre değil, lider ve kadrosuna göre değerlendirilir bir hareket lütfen tabandaki samimi ve saflara bakarak karar vermeyelim. Şöyle bir misal vereyim: 28 Şubat’ı asker yaptı, Allahsız paşalar yaptı. Şimdi ordunun tabanındaki Mehmetçiği misal gösterip 28 Şubat’ı yapanlara laf söylememek ne derece doğru ise, cemaatin tabanına bakıp Gülen hareketine laf söylememek o kadar hata olur.
Her hususta değerlendirmemiz yönetici sınıfa ve teşkilatın yapısına göre olmalıdır.
Yargıyı ele geçirdiği için cemaatciler ''hukuk'' tan bahsediyorlar, yoksa cemaatin hak-hukuk ve adalet tanıdığı yok. Cemaatten emir geldikten sonra babalarını bile tanımazlar. Hatta o kadar vicdansızlar ki, masum insanlara en ağır cezaları vermekte bile bir an tereddüt etmezler. Baran'ın 363. sayısında gazeteci-yazar Ali Eyvaz'ın ''cemaatin hedefi İslâmî püritenizm'' derken Fethullahçılığın islâmcı bir hareket olmadığını ifade ediyordu. Zaten cemaatte bunu söylüyor. O zaman ''Hocaefendi'' tanımlaması ne oluyor, başında takke İslâmî motifleri niye kullanıyor? Hem İslâm’cı olmadığını söyle, hem İslâmî söylemlerle cemaatini güt. Yükselen İslâmî değerleri bozmak için mi yapılıyor bunlar? Şunu belirtelim ki, başkasının himayesinde büyüyen hareketler bu topraklarda kök salamaz. Ancak fitne çıkarır, gelir ve geçer. Çünkü orjini yok, yerli değil.
Yolsuzluk AKP'de de var ve kendi zenginlerini doğurdu. Esasen yolsuzluk rejimin bir karekteri olup ancak sistem değişikliği ile kurtulabilir. Fakat cemaatin dışarıdan bağlantılı yaptığı operasyondaki amaç yolsuzluklarla mücadele değil, hükümeti düşürüp daha ılıman ve güdümlü bir yönetimdir. Bizim istediğimiz tarzda İslâmî bir rengi olmasa da AKP ve liderinin Türkiye'nin bölgesel ve bağımsız bir güç olmasını istediği ve kemalizmi gerilettiği malum. Ergenekon ve gezicilerin AKP’ye karşı olduğu ve hayat tarzları kavgası verdiği gerçeği de unutulmamalıdır. Batının desteği bunlaradır. Ergenekonu tasfiye sürecinde aktif olan cemaat, ''devlet benim artık'' zihniyetiyle AKP'yi de güdümüne almak istedi ve kavga buradan koptu. Cemaat hayat tarzları farkını da önemsemeyerek, gezici ve Ergenekoncularla işbirliğine yanaştı. Batı ve Amerika'nın desteği de yüzde yüz olmasa da cemaatten yana. Hani kazanamazsalar ihtimaline binaen ABD iki tarafa bakıyor. Tabi ki ABD güçlü bir Türkiye istemez.
17 Aralık operasyonun Türkiye’ye maliyeti 100 milyar dolar olduğu söyleniyor operasyondan önce dolar alan ve doların yükselmesinden istifade edenlerin, operasyonu yapanlarla ilişkili olduğu düşünülüyor. Türkiye ekonomisine zarar verirken kendi ceplerini doldurmuşlar.
Demokrasi masallarına inananlar için şu tespiti de yapalım ki, işler demokrasi ile dönmüyor. Gücü eline alan darbesini yapar ve daha sonra istediği kadar demokrasi dağıtır. Demek ki halkın gönlünü almak yetmez, hakkın kılıcı olmak gerek. Çünkü gücü eline geçirenler zorla ve propaganda ile halkı sindirir. Böyle durumda ''halk bizden yana'' edebiyatı bir mana etmez. Çivi çiviyi söker hesabı çeteye karşı çete olmalı, operasyon yapanlara karşı operasyon yapmalı. Üstadın dediği gibi,'' Hakkın şiddetine muhtacız!'' 
Biz ne şucu, ne bucuyuz, bir fikriyata (BD-İBDA) mensubuz. İslâm inkılâbına talibiz. AKP'nin de kısa bir eleştirisini yapalım. AKP'nin bir ideali yok, bir ideal etrafında kadroları yok. Fakat hain cemaat yapılanmasına karşı halkın partisi AKP'yi desteklemek gerekir. Halk ihtilalinde gözü olan bir hareket için bu elzemdir. 17 Aralık operasyonunda AKP haksızlığa ve darbeye maruz kalmıştır. Eğer Fethullahçı yapılanmaya dershaneler engeli getirilmeseydi böyle bir yolsuzluk iddiası ortaya atılmayacaktı. Cemaatin derdi yolsuzluk değil, iktidar kavgası, şeytani hesaplarıdır.
Tayyip Erdoğan ''önce insan'' diyor miting alanlarında ama insan kalitesi açısından kendi partisinde ve eğitim sisteminde çok geç kaldı. Gençliğin hali meydanda, İslâmcıların da. Kemalistler Cumhuriyetle birlikte bütün halkı yozlaştırır ve batı maymunu yaparken, buna direnen Müslümanları da demokratik-muhafazakar diyerek AKP yozlaştırmıştır. İslâm ahlakının ehemmiyetini AKP 10 yıl sonra o da kuyusu kazılırken idrak etti ama, cemaatin yükselmesini ve Müslümanlardaki liberalleşmenin müsebbibi AKP'dir. İslâm’ın devrimci ruhu ve heyecanı öldürülmek istendi ve bu hususta İBDA Mimarı misaldir ve İBDA bağlılarının uğradığı zulüm ve işkencelere seyirci kalındı. 17-25 Aralık 2013 tarihlerinde hükümete darbe girişimi oldu. 25 Aralık 2013'te ise cemaatin ağırlığı olan Yargıtay 9. Ceza Dairesinde 32 İBDA'cı hakkında toplam 228 yıl ceza onandı. İçeride olan İBDA'cılara yenileri katılmak üzere...
Şu an Balyoz hükümlüsü olan Korcan Pulatsü, 5 Ocak 2000 tarihinde Balıkesir Garnizon komutanı olarak Bandırma Cezaevine Noel Baba operasyonunu düzenlemiş, İBDA-C tutsakları arasında Hasan Meriç gönüldaş jandarmanın G-3 silahından çıkan kurşunla şehadet şerbetini içmiş, çoğu kurşun yarası 15 gönüldaş ağır yaralanmıştı. İBDA’cılar Kemalist zulme direnmeyi cezaevi şartlarında da göstermişlerdi. Başta Metris direnişleri olmak üzere düşmanın daha ileri adım atmamasına ve psikolojilerinin bozulmasına yol açmışlardı.
AKP ve Tayyip Erdoğan, demokratikleştirdiği İslâm’cılardan şimdi güçlü destek bekliyor. Tayyip Erdoğan'ın ''siyasal İslâm bitti'' diyerek İslâmi hayat tarzının yozlaşmasına yol açtığı malum. Kitlelerin bugün AKP'ye destek tavrı ise, siyasi bilinçten uzak ve amigo seviyesinde. İdealsiz bir kadroya sahip olan Tayyip Erdoğan devrilip gidebilirdi fakat yine de Tayyip Erdoğan'ın iktidarı yürüyor. Allahın hikmeti bilinmez. Kim nelere vesile olacak, kimler elinden kimler tasfiye edilecek, İslâm’ın yolu nasıl açılacak?
Cemaatin birbirlerine bağlılığı dini bir vecd derecesinde, halbuki İslâm ölçülerine bağlılıkta böyle vecdleri yok. Bir çok cemaat ve hatta tarikatta bu hastalıklı durum var. Gayenin İslâm olduğu unutulmuş, kendi hizbini İslâm’ın önüne koymak hastalığı. İBDA'nın ısrarla altını çizdiği Mutlak Fikir ve Vasıta Fikir (Tatbik Fikri) davası anlaşılmadığında olacak olan budur. Sonra tarikatlar, cemaatler, grup ve cepheler birbirinden adam devşirmeye bakıyor. Gelse ne olacak, gitse ne olacak ki?
Cemaatin bu kadar profesyonel operasyon ve savaş yöneteceğine de inanmıyorum. ''Greham Fuller abi''leri gibi uzaktan organize edildiklerini düşünüyorum. Ecnebiler tarafından yönlendiriliyorlar ama içeride dini bir vecd ile birbirlerine bağlılar. Çelişkiyi herhalde izah edebildim.
Cemaat mensuplarının yerli ama fikirlerinin ve projelerinin yabancı olduğunu söylüyorum. Gülen cemaatinin kaynağı Kur'an ve Hadis değil, Said-i Nursi de değil. İslâmî ölçüleri söylem olarak kullanmak başka şey, onları içselleştirerek-bağlanarak ifade etmek başka şeydir. Halk bu hususa pek dikkat etmez. Sarıklı-takkeli görünce ''Hocaefendi'' diye itimat eder. Sanki İslâm’ın hakim olduğu bir devlet ve cemiyet varmış gibi. Bu saf ve samimi duygu da istismara açık oluyor. Bu istismarı birçok siyasetçi, şeyh ve müçtehit taslağı, cemaat ve kanaat önderi yapmıştır. Maalesef İslâmî şekil ve söylemlerle halk avlanmıştır.
Halk düzenden yanadır, karakteri böyledir. Halkın rizikosuz İslâm anlayışını ''ılımlı İslâm'' diyerek Gülen Cemaati istismar ediyor. Türkiye'de İslâmî bir zuhurdan korkan ABD ve Batı, İslâm’ın önüne set çekmek için ''ılımlı İslâm'' projesiyle Fethullah Gülen'i ve AKP'yi sahaya sürmüştür. Türkiye'nin bölgesel güç olması ve ABD'nin eski gücünde olmaması (Irak ve Afganistan'daki direnişçi Müslümanlar ABD'ye kan kaybettirmiştir. İslâm’ın yolunu açmışlardır, orada zafere ulaşılmasa da) sayesinde AKP ve Tayyip Erdoğan daha serbest hareket etmeye başlamıştır. ABD bundan rahatsızdır ama yapacak fazla bir şeyi de yoktur.
Halk ılımlı düşünüyor ama Batı ve Amerika'dan da nefret ediyor. Hatta dünyada Amerikan nefretinin en çok olduğu ülke Türkiye’dir. Bu nefreti kırmak için cemaat kullanılmaktadır. Fethullah Gülen ABD ve İsrail muhipliği yapacak ve karşılığında okullar açacak. Okulların ABD desteği ile yayılmasının sebebi budur, hatta Fethullah Gülen ABD tarafından “daha fazla okul aç!” diye teşvik edilmektedir.
Şöyle bir parantez açıp, İslâmî hareket açısından bir değerlendirme yapmayı da gerekli görüyorum. Halkın yarısının desteğini almaya devam eden meşru bir hükümete Mısır’da darbe oldu “Türkiye’de niye olmasın?” diye düşünülmüş olabilir. Suudi Arabistan ve Katar’ın 17 Aralık darbe teşebbüsüne desteği de söylenmektedir. Mısır’da ki Sisi darbesi bazılarına cesaret vermiş olabilir.
Mısır İhvan hareketinin dostça eleştirisini yapmak gerekmektedir; Şehidlerimiz ve destanlık halk direnişi başımızın üstünde olarak. İhvanın silahlı mücadeleye bu kadar karşı olması, düşmana güven vermektedir ve meydanlardaki şehitlerinin intikamı alınmamaktadır. Düşman ise İhvan hareketini rahatça boğmaktadır. Pasif şehid olmak ile düşmana zarar verdikten sonra şehid olmak arasında mücadelenin yürütülmesi açısından büyük fark vardır. Velev ki o an başarıya ulaşılmasın, taarruzun üstünlüğü gereği silahlı mücadele çizgisi sonraki nesillere de aktarılır. İhvanın pasif direnişinin diğer Müslüman ülkelere kötü örnek olması söz konusu. Gandhi, sivil itaatsizlikle kazandı ama silahlı güçlerin eylemlerini de yan cebine koydu. “Bizi terörist olarak damgalamasınlar” düşüncesi çok safça olup teslimiyetçi bir yaklaşımdır. Düşman silah ve şiddet kullanırken senin tepkisiz kalman davayı akamate uğratır. Fikirse fikir, eylemse eylem çizgisidir doğru olan. Bugün PKK ile pazarlık yapılmasının sebebi onun silahlı gücüdür. Yoksa diğer yanağına da bir tokat atarlar. Gözlerinin önündeki BD-İBDA hareketini es geçerek Mısır’dan tercüme eserlerle ihvanı adres gösteren İslâmcılara, bu hengamede geç kalmadan İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun 1979’larda Akıncı Güç dergisinde kaleme aldığı “İdeolocya ve İhtilal” isimli eserini okumalarını tavsiye ederim, bilhassa dert sahibi gençlere tavsiye ederim. İthal devrimcilik olamayacağı gibi kendi ülkesindeki meseleleri ve yöntemleri belirlemeden mesafe de alınamaz. Dışardaki İslâm’cı mücadelelere buradan rizikosuz güzellemeler ile yol alınamaz. Hadiselerin ve Türkiye şartlarının objektif tahlili sistemli fikirden hareketle yapılmalı.
Bir benzetme yaparsak, Kemalistlerin 28 Şubat’ı bugün adeta Gülen çetesi eliyle yürütülmek istenmektedir. Fakat sular tersine döndürülemez. Bu arada Fetullah Gülen’in 28 Şubat darbesine desteğini ve Erbakan hükümetine karşı oluşunu hatırlatalım. Fakat bu hususu yıllardır Milli Görüşçü kardeşlerimiz bizim kadar dillendirmediler. Oy kaygısıyla hainlerden medet ummak nasıl bir tavırdır? İslâm kaygısının önüne geçen parti saplantısı da diyebiliriz buna. Neticesi ortada.
28 Şubat’a tek direnen hareket İBDA hareketi olup, 1999 Metris Kıyamı atlanarak 28 Şubat değerlendirilemez. Türkiye’de ecnebi fikirlerin (ılıman-modernist-liberal İslâm ve diğerleri) başarıya ulaşamamasının sebebi Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu’dur. Bazı reformist ve miskin Müslümanlarda yamuk bakışlar devam etse de gerçek budur. 17 Aralık operasyonunun da millî ve yabancı bir yönü vardır. Her ne kadar Tayyip Erdoğan’ın zikzakları olsa da, temsil ettiği mana olarak Tayyip Erdoğan yerli, Fethullah Gülen ise ecnebi pozisyondadır.
Ortalıkta güya bir sürü hoca var, bir kısmı AKP’ye de duacı, ama Fethullah Gülen’in dinî ve siyasî cinayetlerine “o da bizdendir!” hesabı ses çıkarılmaz, İBDA hariç. İmam Gazali’nin “din ve siyaset ikizdir!” ölçüsünü bilmeyen bu zevat, Fethullah Gülen’e tavır alacaklarına, İBDA bağlılarını keskinlikle suçlarlar. Fethullah Gülen’i eleştirdi diye Baran dergisinin ilanını basmayan İslâmcı gazetelerimiz var. Fethullah Gülen’e “Hocaefendi” diyen İslâmcı ağabeylere bugün hesap sorulmalı? En azından şuursuz ve ferasetsizlikleri tescil edilmelidir. Çünkü yarın başka meselede de aynı şuursuzluğu göstermeyecekleri ne malum? İşte bunun için “BD-İBDA İslâm’a muhatap anlayışı” diyoruz, “sistem şuuruyla” ve “sisteme bağlı siyaset” diyoruz. Bu mevzuları anlamayan İslâmcı önder ve yazar-çizerler çelişkiler içinde sürünmeye devam eder ve olan da aziz İslâm davasına olur. İBDA’nın 20-30 yıl önce söylediklerine dikkat edilse ve ona göre teşkilatlansa idi bugün Türkiye ve İslâm alemi daha iyi bir konumda olurdu. Bu eleştiriyi İBDA bağlıları olarak bizler kendi nefsimize de yapmak zorundayız.
İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun çilesi İslâm ümmetinin çilesi olduğunu, sessiz kalan Müslümanların da bunu itiraf ettiği üzere, tekrardan hatırlatalım. Kumandan Mirzabeyoğlu ümmetin çilesini çekiyor ve biz Kumandana karşı ahlaklı olamadık. Üstadın ve Kumandanın erittiği buzdağı neticesinde kimi diyalogcu kimi liberal, kim reformist zihniyettekiler İslâm’ın Doğru Yol anlayışını bulandırmaya devam ediyorlar. Necip Fazıl’ın özlediği ve Salih Mirzabeyoğlu’nun inşa ettiği gençliğin meydan yerini tutması mecbur değil mahkumdur artık.
Ne şen sıpa Kemalist nesil, ne AKP’nin yoz nesli, ne cemaatin “nursuz” nesli. Üstadın çileler içinde ifadelendirdiği, “Ne sevgili, ne kardeş, yalnız iman ve fikir” diyen ve bunu yaşayan bir nesil olmak zorundayız. 



Baran Dergisi 364. Sayı