Toplumu köklerinden sarsan ciddi bunalım dönemlerinde; toplum büyük bir kargaşa, düzensizlik ve huzursuzluk içinde kıvranmaya başlar. Bu kaos ortamında sokaktaki sıradan vatandaşın bile hayatı tümüyle alt üst olur. İnsanlar kendileri, aileleri, yakınları hakkında ciddi kaygılar duymaya; nereden gelip nereye gidiyoruz, sonumuz ne olacak, “ Ben neyim, bu hâl neyin nesi “ soruları, başta aydınlar olmak üzere toplumun tamamını yoğun bir biçimde rahatsız etmeye başlar. Gerçekten düşünen soylu kafalar, hasta toplumun derdine deva bulabilmek için, tüm dikkatlerini insan ve toplum meselelerine çevirirler. Tarihin akışını, hayatı, dünyayı değiştirecek derecede bir misyon ve vizyona sahip büyük şahsiyetler, toplumun güçlü olduğu çağlardan çok böyle zamanlarda ortaya çıkar. Bu, “henüz günü gelmemiş” yanında gezdirdiği sırrı kimseyle paylaşamadan yıllarca aramızda yaşar, ona dokunur, onunla konuşur; vurdumduymazlığımız ve hoyrat davranışlarımızla onu yaralarız. Oysa bilmeyiz ki; topluma yeni bir düzen verecek, onu yeniden kuracak, toplumu kriz ve kargaşadan kurtaracak olan bu insandır; “Bütün Fikir” den kopmadan, öğrenmeye hazır hale getirildiğimiz “organize bilgi”nin tuzağına düşmeden tüm bilimlerin ruhunu kavrayan, onları aslî prensiplerine bağlayan ibdaî bilgi bu yapıcı dehâdadır.
Rahmetli Üstad’ın: “Dünya bir fikir kahramanı bekliyor. Bizden bekleniyor” tesbiti, öylesine, laf olsun diye söylenmiş bir söz değil, “seçilmiş olana” ithafdır. Zira “ mükâşefenin fethine nail olanlar, kader sırrına da muttalidir.” Rastgele tasarrufta bulunmazlar. Rahmetli Üstad da bu makamdan seslenmektedir: Yani ekşeftir; keşfin kemâline ulaşandır. Ve bu ithafında, parça parça hakikatlerle bütün kuşatılamadığı için, bütünün idaresinin elden kaçtığı çağımızda, dünyanın beklediği fikir kahramanına işaret vardır. Bu tesbitinde de yanılmamıştır. Zira Batı’nın cins kafalarının; birbirini denetleyen, düzelten, tamamlayan, zenginleştiren farklı değişkenlerin birbiriyle ilişkilendirilmesiyle temine çalıştıkları bütüncüllüğü temin eden; mutlak ölçülerin denetimi olmadan bunun kurulamazlığını ispatlayan tek ve büyük sanatkâr S.Mirzabeyoğlu’dur, “olan” ile “olması gerekenin” ideâl birlikteliğinin sahih merkezi de BD- İBDA Dünya Görüşüdür.
Kendi dışında kalan kültürlerin nerdeyse tamamı, Batı kültürü tarafından emilme, yok olma tehdidi altında “can çekişirken”, Batı Medeniyeti’nin kendisi de koyu bir bunalım dönemine girdi. Önemli ve anlamlı tarih ve toplum felsefecilerine göre, 20. Yüzyıl insanlık tarihi açısından en bunalımlı çağdır ve bu çağda ciltler dolusu tarih felsefesi ortaya konmuştur. Bu eserleri ortaya koyan felsefeciler günümüze, Batı kültürünün yaratıcılığını yitirdiği, hümanist-laik safhanın sonu gözüyle bakmaktadırlar. Yine bu düşünürlere göre insanlık, bir medeniyetten yahut kültür isteminden bir başkasına; farklı bir medeniyete netameli bir geçiş süreci yaşamaktadır. Gelecek yeni kültür sisteminin neye benzeyeceği, nerede ortaya çıkacağı konusunda aralarında bazı fikrî ayrılıklar, koydukları kayıtlar olmakla beraber; birbirini tamamlayan, düzelten, zenginleştiren farklı kültürel unsurların korelâsyonuyla bütüncül bir nitelik arz edeceği; beş ya da altı asırdır hâkim konumdaki Batı kültüründen aslî prensipleri itibariyle farklı olacağı hususunda da hemfikirdirler.
Ancak, “ilim malûma tabidir, bilinen ve bulunan aranır, insan aradığının ne olduğunu bilmeden bulduğunun da ne olduğunu bilemez” doğrusu hilâfına, insan ve toplum meselelerinin hâlline soyunan sistem kurucular-sosyal bilimciler, kullandıkları araç ve metodlarla meçhûlun ölçülebilirliğine dair yanlış bir kanaate sahipler. Öngörülemezliğe- tümlenemezliğe dair yaptıkları ilmî çalışmaları gerçek hayata uyarladığınızda, ortaya akla mantığa aykırı neticeler çıkıyor. Tıpkı Marksist teorinin, madde dünyasından kurtulup, artık ruhî hayatın malı olan toplumsal değerleri hâlâ tarihî maddecilikle îzaha çalışmasında olduğu gibi komik sonuçlar doğuyor. Eğer İddia edildiği gibi, ekonomi faktörü her şeyi hareket ettiren ilk muharrik güç ise, buna dinamizmini kazandıran gücün ne olduğunun îzahı gerekmez mi? Şayet iktisâdî faktör hiçbir şeyden etkilenmeden kendi kendine hareket ediyorsa (zat-ül hareke) , o zamanda ekonomi faktörüne ulûhiyet atfetmiş oluruz ki, ortada tarihî maddecilik diye bir şey kalmaz. Dolayısıyla, gelecek yeni kültür sistemi mutlaka bütüncül bir nitelik arz edecekse, bu bütüncüllük ne tek değişkenle ne de illiyet bağı içinde birbirini etkileyen farklı değişkenlerin korelâsyonuyla temin edilemez.
Zira ister Marksizm de olduğu gibi her şeyi tek değişkenle (ekonomi) îzah etmeye kalkın, ister birbirini tamamlayan, denetleyen, besleyen farklı değişkenlerin ( dinsel-düşünsel; ahlâki- estetik…) ilişkilendirilmesiyle bütüncüllüğü temine çalışın, bu yollardan hiç biri size tam bir tanıma sağlamaz. Ekonomi faktörünü tek değişken olarak aldığınız zaman; din-dil-ahlâk- hukuk-sanat vb. toplumsal hadiseler bunun sonucu olarak tezahür edecek; benzer şekilde ahlâk faktörünü tek değişken kabul ettiğiniz zaman da, diğer toplumsal değerler bunun fonksiyonu ve neticesi olarak ortaya çıkacaktır. Farklı değişkenlerin korelâsyonuyla bütüncüllüğü temine teşebbüs ettiğiniz takdirde de, bunlara değişmezlik- devamlılık atfediyorsunuz; bunları bütün toplumsal sistemlerin değişmez unsuru kabul ediyorsunuz demektir ki; bu durum “ucu açık olmama şartını”, ucu açık olmama şartı da,” Mutlak Fikir ve ona nisbetle kurulacak“vasıta sistem” şartını getirir.” Dolayısıyla, “Mutlak Fikir’in nisbet alınmadığı yerde, ya yerinde hakikatler eklemlerinde “körün fili tarifi” işine dönmekte yahut da onları başka bir bakışla değerlendirenler işi “körün fili tarifine” döndürmektedirler.” (S.Mirzabeyoğlu-Büyük Muzdaribler, 2. Cilt)
Kapitalist dünya ve lider ülkesi Amerika, İslâm’ın kendi içinden kapitalizme alternatif bir sistem çıkarabileceğini ve istikbâlin İslâm’ın olduğunu gördü. “Gelecek yeni kültür-medeniyet”in önünü ta baştan kesme amacıyla yeni oyunlar tezgâhlamaya, iktidarlar üzerinde baskı unsuru oluşturacak yeni kontrol mekanizmaları kullanmaya başladı. Bunlardan birincisi, İslâmcı hareketlerin haklı mücadelesini terörizm yaftasıyla damgalayıp, kendi haksız işgâl ve müdahalelerini meşru kılmak. İkincisi, güya “İslâmî”,sistemin içine çöreklenmiş işbirlikçi kadroları İslâmcı addedilen iktidarları kontrol etme, gerektiğinde devirmenin manivelâsı olarak kullanmak. Mısır’da şimdilik başarılı olmuş gibi görünüyorlar. Türkiye’ dede denendi, ilkinde başarılı olamadılar, ikincisi geçen ay vizyona sokuldu, “arkası yarın- bizi izlemeye devam edin” kıvamında, artçı şoklarla devam edeceğe benzer. Üçüncüsü de, Amerikan Merkez Bankası’nın kapitalist sistem adına kalpazanlığa soyunması. Dolar bazında arz ve talep dengesini istediği gibi kuruyor, dünya ekonomisini dilediği gibi yönetiyor. Dünya ticareti üzerinde kurduğu baskıyla doları sürekli rezerv para pozisyonunda tutarak kendini finanse ettiriyor. Kendi denetimi dışında gelişen tüm finansal hareketlere müdahaleyi; ya kara para aklanıyor ya da terörizmin finansmanında kullanılıyor bahanesiyle, kendinde meşru bir hak olarak görüyor, gösteriyor. Halk bankası operasyonu da bunlardan biri.
İki yüz yıldır yapay birliktelikler, sun’i süreçler içinde vakit kaybettik. Artık, hep ertelenen Avrupa Birliği hayâllerinden bir an önce kurtulmalı, geleceğimizi kendi köklerimizde aramalıyız. Dolayısıyla sadece insan ve toplum meselelerinin hâlli için değil, insanlığın içinde bulunduğu ölümcül tehlikenin önüne geçebilmek, insanlığı Batı kültürünün tasallutundan kurtarabilmek içinde, İbda Mimarı’nın inşa ettiği “Yeni Dünya Düzeni” ne insanlığın ihtiyacı var.
Ey kalabalıklar! Hayatınızı, geleceğinizi, kaderinizi değiştirecek sırrı taşıyan “bu fikir kahramanı” var ve “günü geldi.” Daha fazla beklemek ve bekletmek gibi bir hakkınız yok! Gözlerinize inmiş perde kalktığı zaman, “kor saçan bu özü” görecek ve ona sahip çıkacaksınız. Kendi kendinize; “Ben Kimim, Bu hal neyin nesi” diye sorduğunuz ve bu sorunun ağırlığını- büyüklüğünü üzerinizde hissettiğiniz zamanda; “Büyük Gerçekliği”, mülkiyetine gıpta edilecek zenginliği görecek ve hayran kalacaksınız! Hayat alternatiflerden ibaret. Ama ” bir Tanrı olabilecekken uşak olmaya da özenmemeli insan.”
Aylık Dergisi 112. Sayı Ocak 2014