(Bu yazım, 16 Haziran 1995 tarihli İstanbul 4. DGM'de "İBDA-C" davasından yargılandığım süreçte ilgili mahkemeye sunduğum savunma metnidir...)
Sayın DGM Heyeti
Sayın DGM Heyeti
Taraf dergisinin sahibi ve yazı işleri müdürlüğünü 3 seneye yakın yaptım. Taraf dergisi sahip ve yazı işleri müdürlüğünden dolayı hakkımda kesinleşen 22 ay hapis ve 500 küsur milyon para cezası olduğu gibi DGM'lerde de devam eden birçok davam var. Sarı Basın kartı almayı hak etmiş bir gazeteci yazarım. Fakat polisin legal yayın organlarına yönelik illegal tavrı yüzünden buradayım.
Kendisini hukuk üzerinde gören MGK'nin şeriatçı yayınlarla "etkin" mücadele kararı doğrultusunda 13 Şubat 1995 tarihinde evimden “Terörle Mücadele” polislerince gözaltına alındım. Taraf dergisi bürosu basıldı, Bilgisayar ve arşivini aldılar. Taraf dergisi üzerinde her sayısı toplatılarak zaten kanuni bir baskı var iken bunları yeterli görmeyen devlet her zamanki gibi illegal yöntemlere başvurmuştur. Evimden gözaltına alınmam, işkence görmem, derginin bilgisayarları ve arşivine el konulması gibi. Aynı MGK rejimin dalkavukluğunu yapmayan yayınlara matbaada el koyma kararı alacak kadar işi ileriye götürmüştür. Öyle ki Hürriyet gazetesinden Oktay Ekşi bile bu duruma, "MGK yoksa aklını mı yitirdi?" manşetiyle tepki gösterdi.
Taraf dergisinin bürosundan, polisin aldığı bilgisayarı geçen duruşmada istemiştim. Taraf dergisinin bilgisayarının tarafıma verilmesini bekliyordum. Yoksa heyetiniz, basın kuruluşlarının bilgisayarlarına el koyan ve böylece yayınlarını engelleyen bir konuma düşecek. Parasını vererek aldığım bir bilgisayarın mahkemede bulunmasının hiç bir anlamı yoktur. Bu durum, dava ile hiç bir ilgisi olmayan ve suça da konu bulunmayan şahsıma ait bir malın polis tarafından gasbedilmesine göz yumarak, gasba onay verilmesidir.
Geçen duruşmada, iddianamede evimde ele geçirildiği iddia edilen 1 ile 144 arası numaralandırılmış el yazısı dokümanları görmek istediğimi belirtmiştim. Heyetiniz bu kanuni isteğimi niye yerine getirmedi? Bu tavrınızı, savunma hakkıma yönelik bir tecavüz olarak değerlendiriyorum. Neyle suçlandığımı bilmek en tabii hakkımdır. Fakat görüyorum ki, bu hakka burada fazla saygı gösterilmiyor! Bu evrakı istiyorum!
Mahkemenize soruyorum: basında yayınlanmış yazılar hiç "örgütsel doküman" olur mu? Taraf dergisi, dağıtım şirketi vasıtasıyla yurdun dört bir yanına dağıtılan bir dergi. Dergide yayınlanan yazıların orjinali olan el yazısı örneklerine "örgütsel doküman" demek ancak hukuksuzlukla tarihe geçen DGM savcılarına yakışır. Bu davada olduğu gibi... Taraf dergisinde yayınlanmış ve dergi çıktığında basın savcılarınca dava açılmış ya da gerek görülmemiş yazıları iddianameye koymak, iddianameyi hazırlayan savcının cahilliğini gösterir.
Sayın DGM Heyeti
Geçen mahkemede asıl adı İşkence Şubesi olan Terörle Mücadele Şubesinde gördüğüm işkenceleri kanıtlayan DGM adlı tabibliğinin verdiği işkence raporunu size sunmuştum. Fakat hayret ederek gördüm ki, işkenceciler hakkında suç duyurusunda bulunmak zahmetinde bile bulunmadınız.
İşkence iddialarını kulak ardı etmek ve işkencecileri korumak vicdanen ve kanunen suçtur. İşkencecilerle beraber çalışanlar işkenceci mesabesindedir. Şu hususu da belirteyim ki, şahsınıza hakaret gayesi gütmüyorum. Bize art niyetli olmadığınız müddetçe şahıslarınızı bu ifadelerden tenzih ediyorum. Bizim karşı olduğumuz ve eleştirdiğimiz husus DGM'lerin kuruluşu ve adil yargılama yapmamasıdır.
Heyetinize sunduğum işkence raporunu dikkate almamanız ve işkenceciler hakkında suç duyurusunda bulunma isteğimin reddedilmesi açıkça işkencecileri koruma mânâsına gelir. Heyetiniz gerekçe olarak, "suç duyurusunda bulunma makamı olmadığını" belirtiyor.
O zaman ben burada heyetinize ve savcıya istediğim gibi hakaret edeyim. Sin kaflı söveyim. Böyle bir durumda da "Mahkememiz suç duyurusu bulunma makamı değildir" diyebilecek misiniz? Sizin mantığınıza göre böyle demeniz ve hakareti sineye çekmeniz gerekiyor. Bu sorunun tatmin edici cevabını bekliyorum.
T.C. dünyada en büyük işkenceci devlettir. Yaşar Kemal de yargılandığı mahkemenizde böyle demişti. Ayrıca gazetelere de şunları belirtmişti "Türkiye Cumhuriyeti yönetimi bugün insanlığa meydan okuyan bir yönetimdir. Ben Devlet Güvenlik Mahkemesi değil, Millet Güvenlik Mahkemesi istiyorum. Çünkü Devletlerin mahkemesi olmaz, ulusların mahkemesi olur."
Yaşar Kemal’in bölücülükten yargılandığı dava sonunda, mahkemenin başkanı Vedat Yılmaz Abdurrahmanoğlu sanığa, "sizin (Yaşar Kemal’in) sanınıza yakışır uygun bir duruşma oldu. Size, yazarlara ve basın mensuplarına teşekkür ederim” demişti. Yaşar Kemal’e teşekkür eden mahkemenizin bu davada işkence raporları için suç duyurusunda bulunmaması ne mânâya gelir? İslâmcı olmamız mı mahkemeyi rahatsız ediyor? Ayrıca tutuksuz yargılanan Yaşar Kemal'e 1 ay mahkeme günü verirken tutuklu olan bizlere neden 2 ay 1 hafta gibi uzun bir mahkeme günü veriliyor.
Yargıtay Ceza Kurulunun, işkenceci astsubay Abdülkadir Pamuk'a verilen 5 yıl hapis cezasını, "İşkenceden kişisel çıkarı yoktur." diyerek 2 yıla indirmesi üzerine Sabah Gazetesinde Mehmet Altan söyle diyor. "Bu karar temel mantığı gayet iyi açıklıyor. Eğer "Vatandaş" yaparsa, "cezaya" gerek var. Çünkü, "Hukuk" halkı cezalandırmak için var... Devletteki üniformalılar suç işlerse, onları cezalandırmak için değil... "İşkencecilere tenzilat" yapan bir Cumhuriyetimiz var... "Hukuk" olmadan devlet olmaz sadece çete olunabilir. Çetenin ise demokratikleştiği görülmemiştir."
Evet, yazı böyle bitiyor. Bizim bu devlete neden eşkıya yapılanması dediğimiz açıkça görülüyor. Bu devlet şu çetelerin federasyonudur. Hukuk üstüne çıkan generaller, MGK işkenceci ve yargısız infazcı polis, Kontrgerilla, Özel Hareket Timleri gibi çetelerin oluşumundan meydana gelmiştir. Bu ortamda yargının bağımsız olmadığını söylemeye bile gerek yok.
Bekir Coşkun ise Hürriyet Gazetesindeki sütununda şöyle diyor. "İnsanlar gazete ilanlarıyla adaleti aramaya başladılar... Mahkemelerin önü kan gölü, herkes kendi sanığına kendi eliyle ceza veriyor. Hukuk Düzeni çöktü... Sokaklar Hukuku arayan insanlarla dolu..."
Bütün bunlardan sonra ben şunu belirteyim ki, Hukukun devletten bile üstün tutulduğu tek nizam İslâmdır. Asr'ı Saadet devrinde, İslâm tarihinde, Osmanlıda bunun birçok örneği vardır. İslâm Hukukunu bırakıp batılılaşmaya başladığımızdan beri işkenceci olunmuştur, Hak ve hukuk çiğnenmiştir. Zülüm düzeni almış başını gitmiştir... Emniyetin ve terörle mücadele polislerinin neler yaptığına dair haberlerden bahsedeceğim. Fatih Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesinde görevli polis Nihat Koca arkadaşlarıyla birlikte İstanbul’dan Ankara’ya giden bir otobüsü Merter’de "polis" diye durdurup yolcular arasındaki kuyumcuyu dışarıya çıkarmıştır. Otobüsü yoluna gönderirken kuyumcunun 6.5 kg altını gasb etmişlerdir. Başka bir olay: Eroin imal etmekten İstanbul 4 nolu DGM de yargılanan Kırşehir eski Emniyet Müdür yardımcısı Hasan Başmanav da sayın heyete polis hakkında bir fikir verse gerek. Emniyet Genel Müdürlüğü Hukuk müşavirliğinin açıklamalarına göre Türk Polisinin sicili bozuk, suç dosyası bir hayli kabarık.
Şöyle ki 14 bin 142 emniyet görevlisi hakkında soruşturma açılmış bunlardan 1832'si Emniyet Müdürü, 136l'i emniyet amiri, 1187'si başkomiser, 1119 4 Komiser, 1018'i Komiser yardımcısı. Bu ürkütücü bir tablosudur. Bu polis mi adalete hizmet edecek? Ayrıca Uluslararası Af Örgütü tarafından yayınlanan "1995 Raporunda" Türkiye karakollarında işkencenin "rutin ve sistematik" olduğu belirtildi. Yine ayrıca, İnsan Hakları Yüksek Danışma Kurulunun işkencenin önlenmesi için hazırlayıp Başbakan Tansu Çiller'e sunduğu "işkence raporu"nda bunlar açıkça itiraf ediliyor. Polis teşkilatının kanunsuzluklarını ve işkenceleri gözler önüne seren bu gazete küpürlerini heyetinize sunuyorum.
Eserlerini severek okuduğum ve benimsediğim İBDA fikriyatının mimarı değerli fikir adamı Sayın Salih Mirzabeyoğlu, geçen duruşmada heyetinize takdim ettiğim BD-İBDA fikriyatına ait 20 adet kitap arasında da olan Hukuk Edebiyatı adlı eserinde şu önemli tesbitte bulunuyor. "Bugün, hukukla vakıa, metinle ruh, mevzuatla tatbikat arasındaki fark gittikçe genişlemektedir; dünyada mevcut birçok anayasa tamamen göstermeliktir ve tarif ettikleri rejimin memlekette olanla hiç bir alakası yoktur... Anayasa adeta mevcut rejimi gizleyen bir paravana vazifesi görür!..."
Bu tesbitin bir misali de DGM'lerdir. Kanunda, "İşkence suçtur" diye yazmaktadır. Buna rağmen DGM'ler işkencecilerin hazırladığı Fezlekelere göre davaları yürütmekte, suç olan işkence fiiliyle ilgili resmi raporlar sunulmasına rağmen "burası suç duyurusu makamı değildir." diyerek işkenceyi ve işkencecileri açıkça korumaktadır. Bundan cesaret alan işkenceci polis de her türlü şen’i ve iğrenç fiillere başvurmakta ve yargısız infazlar sözde hukuk adamlarının gözü önünde ve belkide gözetiminde işlenebilmektedir. Anayasa ve Kanunlarda bütün bunların suç olduğu yazmıyormu? Birde tatbikata bakın! İBDA Mimarı Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun tesbitinin haklılığı ne kadar meydanda değil mi?
İşkencenin gölgesi DGM'lerin üzerine düşmüştür. Hem de kanlı bir şekilde. Müslüman halkımızın öfkesi DGM'lere yönelmiştir. Çünkü işkenceden dolayı kulağı patlayan, burnu ve ayağı kınlan İBDA'cılar vardır. Bu davada da böyle kişiler vardır. DGM ise işkence iddialarına karşı seyirci kalmaktadır. Seyirci kalarak işkence günahına ortak olmaktadır. Heyetiniz bu günaha ortak olmak istemiyorsa işkencecilerin hazırladığı fezlekeyi yırtıp çöpe atmalıdır. Delil ve şahide itibar etmelidir... Adil yargılama bunu gerektirir...
Sayın DGM Heyeti
Uluslararası Hapishaneleri İzleme Örgütü’nün 1995 raporundan bahsetmek istiyorum. Merkezi Fransanın Lyon kentinde bulunan hapishaneleri izleme uluslararası örgütü, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu toplam 40 ülkedeki durumu irdeleyen 1995 raporunu yayınladı. Türkiye’ye ayrılan 5 sayfa içinde, "Gözaltı sırasındaki ölüm, iğfal, işkence ve kötü muamelelerin sık sık söz konusu olduğu ifade edildikten sonra," işkencecilerin cezalandırılmadan istedikleri gibi hareket ettikleri, hatta otoriteler tarafından açıkça teşvik edildikleri öne sürülüyor. Belgede, bu olaylarda, geniş yetkilere sahip DGM'lerin etkisinin payı bulunduğu görüşü de yer aldı. DGM'lerin keyfi tutuklama yaptığı belirtildi. Raporda da görüldüğü gibi DGM'lerin kötü şöhreti yurt dışına da taşmış durumdadır. DGM'lerin işkenceciliğinden ve keyfi tutuklama yaptığından bahseden bu rapora ait gazete küpürünü heyetinize sunuyorum. Belge 6'dan.
Bu topraklar üzerindeki T.C. adlı yapılanma halk düşmanı ve işgalcidir. T.C, bir ABD-İsrail devletidir, Körfez savaşında haçlılar tarafında yer alarak komşusu olan Müslüman ülke Irak'ı bombalamış, Somali'yi işgal eden BM adlı domuzların komutanlığını yapmış, Ermeniler'e buğday ve elektrik vermiştir. Rusların iç işi diyerek Rusların Çeçenistanı işgalini tasvip etmiştir. Bosna'da müslümanları katleden BM adlı terör örgütüyle birlikte hareket etmiştir. BM kod adlı domuzlar diktoryasının genel sekreteri olan azılı terörist Butros Gali'yi ülkemize dahi çağırıp onurlandırmaya kalkmıştır. Fakat Müslümanların tepkisinden çekinildiği için bu terörist faaliyet durdurulmuştur. T.C. bir ABD-İsrail devletidir. Hak ve Halk düşmanıdır. Batı emperyalizminin sömürgesidir. T.C'nin Hak ve halkla mücadele için kurduğu DGM'lerin de konumu açıkça ortadadır. DGM'lerin hiçbir meşruyeti yoktur. Bu örgütler, delil ve şahit durumuna bakılmaksızın, işkence altında alınan ifadelere göre sanıkları keyfi şekilde cezaevine göndermektedir. Devlet terörüne kurban gidip cesetleri kimsesizler mezarlığından çıkarılanların sorumlusu DGM'lerdir.
Halkın % 99'u Müslümandır, fakat yasalar İslâm düşmanlığı üzerinedir. Toplumun ahlaki kaidelerine uymayan, hukuk olmaz. Türkiye’de de bunun için hukuk yoktur. Hukuk devleti yoktur. Sadece adına devlet denen Hak ve halk düşmanı bir eşkıya yapılanmasının kurum ve kuruluşlarıyla halka eşkıyalık yapması sözkonusudur.
Fikir ve sanat adamı Sayın Salih Mirzabeyoğlundan bu durumun tesbitini verelim. Sayın Salih Mirzabeyoğlu Hukuk Edebiyatı adlı eserinde şöyle diyor:
"Hukuku besleyen ahlâk. Ahlâksız bir cemiyette hukuk, kuru bir sözden ibarettir ve devlet Hukuk kaidelerini koyarken, toplumun ahlâkî kaidelerine uymaya mecbur... Zira, ahlâkî görüşlere aykırı kaideleri ihtiva eden kanunlar konulursa, bunlar devlet müeyyidesine malik olsalar bile, içtimai vicdanın müeyyidesinden mahrum ve bu itibarla çabuk ortadan kalkmağa mahkumdurlar!.."
DGM'lerin meşruiyeti yoktur... Allah'ın kanunlarını çiğneyen hiçbir kanunun meşruiyeti yoktur. Allahsız adalet olmaz. Allahsız mahkeme olmaz. Laik-dinsiz devletin kurduğu DGM'ler Allahsızdır... (*)
Allahın hükmünü çiğneyerek en büyük adaletsizliği yapmıştır. Laik- dinsiz devleti İslâmcı gelişmeden korumak için kurulmuş D.G.M'ler İslâmla mücadele örgütleridir.
Bugünün DGM'leri dünün yüzbinlerce müslümanın kanına giren İstiklal Mahkemeleridir. Kanlı bir terör örgütü olan İstiklal Mahkemelerinin zulmünü unutmuş değiliz. Bugünün DGM'leri de kanlı bir mirasın sahibidir. Toplumumuzda kimse DGM'lere iyi gözle bakmamaktadır.
DGM'ler adalet değil kin ve husumet dağıtmaktadır. Binlerce insanın kan ve gözyaşı DGM'lerin üzerine akmaktadır. Eğer vicdan taşıyorsanız 50 bin müslümanın kanına girmiş laik-dinsiz işkenceci devletin bu tezgahına alet olmayın işkenceci polislerin hazırladığı fezlekeleri yırtıp atın... Artık zaman, kan içe içe gelenlerin kan kusa kusa gideceği zamandır!...
Olağanüstü yetkilerle donatılan Özel Hareket Timleri nasıl ki yeniçeri gibi halka zulmediyorsa, olağan üstü yetkilerle donatılan DGM'ler de aynıdır. Y.D.H. Genel Başkanı Cem Boyner "DGM'ler bitmiştir. D.G.M varmış gibi devam eder, ama halkın vicdanında bitmiştir. Tavanda asılı lamba gibi durmaktadır. Vatandaşın birçoğu D.G.M'lerin kararlarına iştirak etmemektedir" diyerek halkın hissiyatını ifadelendirmiştir.
İki yargıtay üyesini vuran emekli hakim binbaşı sayın Selahattin Necmioğlu'nun açıklamaları da söylediklerimizi doğrular mahiyettedir. Yargıtay önünde iki hâkimi vuran Sayın Selahattin Necmioğlu eylem sonrasında hislerini söyle ifade ediyordu: "Yargıtayı ve çürümüş, kokuşmuş olan yargıyı protesto için ateş açtım..."
Allahsız adaletin olamayacağını ve "Mutlak Hâkim”e boyun eğmeyenlerin iktidarlarının meşru sayılamayacağını Hukuk Edebiyat'ından izleyelim:
"İktidarın kaynağını "mutlak" olarak izah etmemiş olanların iktidarı kullanmalarının haklılık sebebi de yoktur... Hangi rejimde sözkonusu olursa olsun, insan iradesinin insan üzerindeki hakimiyetini gösterici bu durumun kabulü, neticede, insanın insan arkasındaki kuyrukçuluğudur!..."
Boyun eğdiğimiz şeriat'ın ölçülerini hatırlatalım. "Allah'a itaat etmeyene itaat edilmez." "Allahın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendisidir."
Ben elhamdülillah Müslüman’ım, İBDA'cıyım... İBDA'ya inanmaktan şeref duyuyorum... Müslüman olarak biz sadece Allah’ın huzurunda eğiliriz. İşkencecilerin, savcıların, mahkemelerin karşısında eğilmeyiz. Allahsız adalete inanmayız.
İlahi adalete inanırız ve ilahi adaletten kaçış olmadığını da biliriz. İlahi adalete inanan Müslüman halkımız adliyelere güvenmeyip ırz düşmanlarının cezasını linç ederek bizzat veriyor. Afyon-Emirdağ'da ve Boyabat da olduğu gibi... Manukyan düzeninin kanunlarının ırz düşmanından yana olması üzerine tecavüzcü adliyede linç edilmiştir. Adaletsizliğe tepkiler yurdun her yanında yaygınlaşarak artmaktadır. Halk zalim rejime karşı haklı bir öfke taşımakta ve bu öfkesini Allahsız rejimin kurum ve kuruluşlarına karşı yöneltmektedir... Elbistan olayları da bunun göstergesidir. Elbistan olayları, polisi, savcısı ve adliyesi ile Hak ve halk düşmanı olan bu rejime bir tokattır.
İşkenceciler Şube'de tanınmamak için gözlerimizi bağlıyorlar, isimlerini söylemiyorlar. Tutanaklarda bile isimleri yazmıyor. Sadece P.M harfleri yani Polis memuru yazıyor ve altını imzalıyorlar. Yayın organlarında işkenceci polislerin isimleri çıkınca hakkımızda dava açıyorlar. Yani isimlerini yayınlamak yasak. Fakat işkenceci polislerin fezlekelerine bağlı kalan D.G.M üyelerinin kimlikleri açık. Duruşmalar basına ve halka açık. Televizyonlarda siz D.G.M üyelerini milyonlar görüyor. Yani, işkence yapanlar kimliklerini ve isimlerini saklıyorlar, sonra kendileri aradan çekiliyorlar. Fakat kendi pisliklerini, kimliklerini ve isimlerini saklama imkânı olmayan hâkimlere yıkıyorlar. İşkenceden dolayı insanların kulağı patladığı burnu ve ayağı kırıldığı, kimsesizler mezarlığından işkencecilerin kaybettiği cesetlerin çıktığı bir ortamda D.G.M hâkimlerinin neden bu riski aldıklarını merak etmekteyim. Böylece işkencecilerin faturası D.G.M hâkimlerine çıkmaktadır.
Sayın DGM Heyeti!
"İslama Muhatap Anlayışın" temsilcisi İBDA bu toprakların, Anadolunun sesidir. Bu topraklar üzerinde, İBDA'cılık değil, Amerikancılık-Batıcılık suçtur. Yargılanacak olan Amerika ve Batının köpekleridir... Biz değil. İşgalci laik azınlık % 1 bile değildir. % 99 Müslüman olan bir ülkede % 1 azınlığın hükmetmemeye hakkı yoktur.
% 99 Müslüman olan bir ülkede İslama dil uzatılamaz. Gümüşhane Baro Başkanının başına gelenler herkese ders olsun!.. İlahi adaletten kaçış olmadığı birkere daha görüldü.
Heyetinizin, İBDA ve İBDA-C'yi anlamadan, İBDA'nın "Kendinden Zuhur" esprisini öğrenmeden bu dava hakkında bir görüş sahibi olması mümkün değildir. İddianamede, İBDA ve İBDA-C'nin bilinmediği ya da özellikle yanlış ifadelendirildiği görülmektedir. İnsan cahili olduğunun düşmanıdır. 150 Cilt eserden meydana gelen BD-İBDA dünya görüşüne düşmanlık cahillikten kaynaklanmaktadır, ortada ya bir cahillik var, ya bir kasıt... Her ikisi de mahkemeye yakışmaz. İBDA, Hristiyan-Yahudi Batı emperyalizminin ülkemizdeki işgaline karşı mücadele eden Anadolunun sesi İslâmi bir dünya görüşüdür. Kula kulluğu değil Allaha kulluğu öneren ve yaşayan bir sistemidir. "Hâkimiyet Hakkındır" düsturuna sahiptir. Türk, Kürd, Laz, Çerkez vs'nin aynı potada eriyeceği İslâm kardeşliğini savunur.
Sizin terör örgütü dediğiniz İBDA dünya görüşüne bağlı Çeçenistan kurtuluş savaşçısı gönüldaşımız Şamil Basayev terörist mi? Başındaki İBDA işareti bandıyla Çeçen kurtuluş savaşçısı gönüldaşımız Şamil Basayev'i televizyonlarda görmüşsünüzdür. İBDA, dünya müslümanlarının hareketidir. Evrensel bir harekettir.
İBDA Mimarı Sayın Salih Mirzabeyoğlu'nun Hukuk Edebiyatı adlı eserinde geçen hâkimlerin vicdanlarını ifadelendiren şu görüşünü aktaracağım. "Adalet hâkimlerin vicdanının tezahürüdür." Son sözüm tahliye falan değil, her İBDA'cının inancını temsil eden sözdür. "Ya Şeriat, Ya Ölüm!.."
Kazım ALBAYRAK
(*) Savunmanın tam burasında, Allahsızlıklarının yüzlerine vurulmasından rahatsız olan DGM heyetinin gönüldaşımızın savunma hakkını engelleyip salondan dışarı çıkarılmasını istedi Kâzım Albayrak bunun üzerine askeri aşarak mahkeme heyetine saldırdı. Sanıklar ve ziyaretçi yakınları da yılların verdiği zulme isyan edip kavgaya karıştı. Tekbirler, sloganlar, heyete yumruklar ve bozuk paralar… Mahkeme heyeti salondan kaçtı. Jandarma olayları zor kontrol etti. Basına yayın yasağı kondu hemen. Ve tutuklu gönüldaşlarımız 1.5 sene mahkemeye çıkarılmadılar. Savunmanın devamı okunamadı. Sayın Kâzım Albayrak'ın savunmasının tamamını yayınlıyoruz. Salonda bulunan Kâzım Albayrak’ın yazılı savunması da dosyaya konuldu. Daha sonra Kâzım Albayrak mahkemeye saldırmaktan bir ceza aldı, o da tecil edildi. Duruşma tarihi 16 Haziran 1995 idi…)
Akıncı Yolu Sayı 5
1 Eylül 1995