İslâmî bir dünya görüşünün bakış açı­sına sahip olunulmadığında, ilim ve âlim kavramları yanlış anlaşılmakta, muh­tevasından uzak değerlendirilmekledir. Öyle ki, ilim sahibi olmak için Arapça bil­menin şart olduğunu zannetmek gibi an­layışsızlıklar bir hayli yaygın. Kuru bilgi sahibi olmayı, malûmatfuruşçuluğu, ez­berciliği ilim sahibi olmak zanneden ca­hillikler de pek yaygın.
İlim, dış yüz ezberciliği ve kuru bilme değildir. İlmin ne olduğunu İBDA külliyatından gösterelim: "İlim, içten ve dış­tan bir anlayıştır..."(1)
"Fıkıh" da anlayış mânâsına gelir. Ve Büyük Doğu-İBDA'nın misyonu: İSLÂMA MUHATAP ANLAYIŞ... Demek ki, "İslâma muhatap anlayış" dâvası anlaşılmadan ne ilim olur, ne âlim olur... Olsa olsa kuru bilgi, malûmatfuruşluk, kitap yüklü merkeplik olur... "İslâma muhatap anlayış" ku­şanılmadan kişinin bildiği Şeriat değildir. Nerede kaldı ki bir de âlim olsun. Böyle kişiler inandıkları bazı mevhumelere Şe­riat gözüyle bakar; fakat Şeriat başkadır...
"İslâma muhatap anlayış" özümsenmezse İslâmî kaynak eserlerine bakan, kendi mevhumesini görür. Hangi gözle bakıyorsa onu görür... İslâmî metinleri günümüzde değerlendirmek için "anlayış" gereklidir. Muhakkak ki gü­nümüze faydası olsun diye bu eserlere el atılacaktır. Fakat "anlayış" olmayınca bu eserlerin maksadının dışına çıkılması söz konuşudur. Özetle, İslâma muhatap anlayış'a sahip olmadan İslâmî kültür mirası günümüze kazandırılamaz. Nakledilirken bile, gerek seçtikleri ile, gerek takdimiyle nakledicinin kendi keyfi anlayışı söz konusudur. Kendi keyfi anlayışına göre İslâmî eserlere el atanların sapıklıkları ise meydandadır. Sözde ilim adamı hü­viyetindeki reformistler buna misaldir...
"Kuru bilmeyle, gerçek ilim ve te­fekkür arasındaki fark", İslâma Muhatap Anlayış isimli eserden: "İmam-ı Rabbani Hazretleri buyuruyor: "Tefekkür, şüpheye düşmeden ve kalbi başka şeylerle meşgul etmeden, elde edilmek istenen bir ilim için iki ilmin arasını birleştirmektir. Şayet kalb, birleştirilen o iki ilimde hissetme ni­teliğini kaybedecek derecede son derece dikkat kesilir ve bu iki bilgiyi hazırlamak için âdi şeyden kıymetliye intikal ederse, buna TEFEKKÜR denir. Tefekkür, şüp­hede, tereddütte ve kalbden giderilmesi gereken hastalıkların tedavisinde vaciptir, şarttır."
Evet; “ilim, içten ve dıştan bir an­layıştır... Eğer iç âlemine ait olursa, ona "hikmet" derler. "(2)
İlim için birinci şart kalbdir. Akıl, bu şarttan sonra... Pozitivist ve maddeci gö­rüşlerden etkilenenler, ilim için akıl ve kuru bilgiyi yeterli görmüşlerdir. "İçten anlayış" hikmetinden uzak olarak... Şunu belirtelim ki, kuru akıl harikası batının ilim anlayışı ile İslâmın ilim anlayışı fark­lıdır. Batı kültürünün etkisindeki beşinci sınıf kafayla İslâmî ilimlere bakılamaz. Kalb ve aklın yerine ileride temas ede­ceğiz...
İBDA külliyatından şu hususu da işa­retleyelim: "Şer'i hükümleri bilmek iti­kadın aynı değildir. "... Bilmek, âlim olmak için yeterli değil; öncelikle itikad gerek. Burada hemen bir ölçü mealini ha­tırlıyoruz. "İlmin başı, Allah korkusudur. "... Demek ki, Allah korkusunu taşımayan ne kadar kitapları yalayıp yutsa âlim olamaz.
"Anlayış" mevzuu üzerinde duralım. "Anlayış" nedir? Neleri bilmek, "anlayış" için yeterlidir?
Âlim, sadece bilgi sahibi olan de­ğildir. Âlimlikle, kuru bilgi sahibi olma ve malûmatfuruşluk arasında farka dikkat çekmiştik... Böylelerine Kur'an'ın ifadesiyle "kitap yüklü merkep" denir. Kaynak eserlere vakıfiyet, İslâm kül­liyatından nakillerde bulunmak âlimlik için yeterli değildir. İslâma muhatap an­layış olmadan "ulemâ" olunmaz. Dinî ilimleri tahsil ile, onları ezberleme ile âlim olunmaz. Ortada boy gösteren ilahiyat mamulü sa­pıklar bunun göstergesi değil mi? Ortada birçok sapıklıklar boy gösterirken, Sünnet ve Cemaat Ehli yolunu fikirde ve ak­siyonda heykelleştiren Büyük Doğu-İBDA'dan başka yol var mı ki?
Sapık bir anlayışa mensup olanın ilmi de bir mana ifade etmez. Ayrıca şunu da belirtelim, şeytan da âlimdi! Hem de meleklerin hocası idi. Fakat Allah'a isyan etti ve şeytan oldu. Şeytanın yoluna gidenlerin âlimi oldu.
Bir Hadis:
“Kur’an okumakla Kur’an olmaz. Nakletmekle de ilim olmaz. Kur’an hidayetle, ilim de anlayışla olur.”
İmam-ı Gazali'ye soruyorlar: Müctehid olmak için kaç hadis bilmek gerek? Büyük imam cevap veriyor: "Bilmeyi bi­lici olacak kadar." Bilmeyi bilici olu­nuyorsa bir hadis dahi yeterlidir..." Bir hadis bilmiş ola, bütün hadisleri bilmiş gibidir." sırrı... Bilmeyi bilici olmadıktan sonra yüzbin hadis ezberlense de âlim olunamaz. Âlim değil, ezberci olunur. Ez­bercilikle âlimliğin farklı şeyler olduğunu belirtmiştik.
Arapça bilmek mevzuu... Eğer Arapça bilmek âlim olmak için yeterli ve gerekli olsa idi, beş yaşındaki bir Arap çocuğunun veya bütün Arapça bilen Arapların alim olması gerekirdi.
Eğer bilgi yüklü olmak âlim olmayı gerektirseydi, insan hafızasının ala­mayacağı kadar bilgi taşıyan bil­gisayarlara âlim dememiz gerekirdi. Hal­buki bilgisayarlar ne kadar kuru bilgi sahibi olsa bile "anlayış sahibi" olamaz. "Anlayış sahibi" olmayıp kuru bilgi sahibi olan kişi bilgisayar gibidir... "Ayaklı kü­tüphane" tabiri bunlar için kullanılır.
Kuru bilgi sahibi olma ile "anlayış sa­hibi" olma arasındaki fark... İlim-bilme'nin kendi başına yol göstericiliği yok. Bu manadaki ilim için Abdülhakim Arvasi Hazretleri buyuruyor: "İlim insanın cehlini alır, ahmaklığını almaz." Burada, kendini gaye edinen; yani, gayesi sadece zihnî faaliyet ve bilme olan ilim kas­tedilmiştir. İlmin de bir nisbeti gerekir... Hakikat gayesine hizmet edici olduğunca ilim yararlıdır. Yoksa kişinin cehlini alır, fakat ahmaklığını almaz...
"Her ilim bir marifet ve her marifet ilimdir... "İrfan-kültür" ise, bilmeyi bilicilik halinde toplu ilim ve marifettir..." (3) .
İlim, geniş manasıyla ele alınırsa her marifet ilim olur. Öyle ki, "irfan-kültür" de toplu ilim ve marifettir. İlmi özel ma­nasıyla ele alırsak tefekkürün içinde kalır. Tefekkür olmadan ilim olmaz. Birbirinin içine geçmiş üç daire farzedelim. Diğer iki daireyi kuşatan en dıştaki büyük daire tefekkür, onun içindeki daire ilim, onun içindeki küçük daire de teknik olur. Te­fekkür ilmi, ilim de tekniği içine almıştır. Yani tefekkür olmadan ilim olmaz; ilim tefekküre bağlıdır.
İlmin "anlayış" manasını belirtmiştik. Fıkıh; talak, hayız, nifas v.s. ba­hislerini bilmek değildir. Sahabilerin Rolü ve Manası adlı eserden fıkıh, fakih mev­zuları:
"Fakih"in bugün bilinen anlamına nisbetle gerçek manasının ne olduğunu, İmam-ı Gazali Hazretlerinden gösterelim: "Bugün, kim "Fürû-u fıkıh"ın inceliklerini bilir ve onlarla fazla meşgul olursa, ona "fakih" derler. Halbuki Birinci Asırda, ahiret yolu ve "nefsin afetlerinin incelikleri bilgileriyle" amelleri bozan şeyleri (an­layış ve itikadı bozan) bilmeye, dünyalığa kıymet vermeyip ahiret nimetlerine bağ­lanmaya ve kalbini Allah korkusunun kaplamasına "fıkıh ilmi" denirdi. Nitekim Allah, şu âyette bunu açıkça gös­termektedir: "Dinde fâkih olup, kavim ve kabileleri döndüğü zaman onları kor­kutmaları için..."
Korkutmak kendisiyle mümkün olan; işte bu, fıkıhtır... Yoksa fıkıh, "talâk, itak, li'an, selem ve icare" meselelerini bilmek değildir; çünkü bu meselelerle ne çe­kindirme ve ne de korkutma olur. Belki yalnız bunlarla uğraşmak, kalbin kor­kusunu azaltır ve kalbi karartır, nitekim sadece bunlarla uğraşanlarda gör­düğümüz gibi... Bu gibiler hakkında Allah şöyle, buyuruyor: "Onlar için kalbler var ki, o kalblerle anlamazlar."
Buradaki "fıkıh" kelimesinden, "fet­vaları anlamazlar" değil, "imânın ne demek: olduğunu anlamazlar" manası murat edilmiştir... "Fıkıh" ve "fehm-anlayış" kelimesi, lügatta bir manadır. Araplar arasında eski ve yeni şivelerde ikisi de bir mânâda konuşulur: "Bu ise, anlayışlı bir kavim olmadıklarındandır." (59-Haşr: 3)
Allah'tan korkularının azlığı ve in­sanların saldırılarını büyütmeleri, fıkıh az­lıklarına havale ediliyor. Bak bakalım, bunların fâkih olmamaları, fetvaların çe­şitlerini bilmedikleri için mi, yoksa bizim anlattığımızı bilmedikleri için midir? Pey­gamber Efendimiz kendisini ziyarete gelen bir cemaat hakkında fıkıh me­selelerini değil, iman, ahlak ve amel esas­larını öğrenmelerini ve iyi hasletlerini anlatmaları üzerine, (biz böyle iyiyiz, şöyle iyiyiz dememişler, hasletlerini anlatınca o mana çıkıyor.) "âlimdirler, hâkimdirler, fâkihdirler!" buyurmuştur; halbuki bun­ların hiçbiri diğer manâda fıkıh meselelerini bilmezlerdi. Zührî kabilesinden İbrahim' oğlu Sâd'a (R.A.) "Hangi şehir halkı fâkihtir?", "Allah'tan daha çok kor­kan" diye cevap vermekle, fıkhın ne­ticesine işaret etmiştir... Çünkü ilmin bâtını neticesi, fetva hükümleri değil, takvâdır."(4)
Din, hadlere riayettir... İlim de had­dini aşmamalıdır, sınırlarını bilmelidir. Kendi sahası dışına çıkar ve kendini mer­kezileştirirse bizim anladığımız manada ilim olmaktan çıkar. Mesela; ilimle her şeyin çözüleceğini sanmak gibi... Ha­kikati bulmakta İlmî tek gaye bilmek gibi... İlmin kalıplarına uymayan herşeyi reddetmek gibi... Her şeyi akılla tartmak gibi... Marifatname'den bir hikmet: "Şuursuz ilim, ruhu tahrip etmekten başka bir işe yaramaz."
İşte ilmin ve aklın sınırı: "Pey­gamberlik tavrı ise aklın ötesindedir. Za­hiri beş hassenin akıl işinde tesiri ol­madığı, yani aklın gördükleri zahiri idrak aletleriyle anlaşılamadığı gibi, Şeriat öl­çülerinin mahiyetleri ve üstünlükleri de akılla kavranamaz... İlim akla bağlıdır, bu yüzden ilim kâfi gelmiyor."(5)
Marifetname isimli eserden ilmin sı­nırını gösteren hikmetli bir söz: "İlim, is­teklerimizi anlayabilmemiz için yollar gösterir bize, ama bir isteğin öbüründen üstün olduğunu söyleyemez. İlmin de­ğerler mevzuunda söyleyeceği hiçbir şey yoktur; "sevmek nefret etmekten daha iyidir" veya "İyilik daha çok istenir" gibi kaziyeleri ispat edemez."(6)
İslam kalbin yolu... Peygamberlik tavrı aklın ötesindedir... Hakikati bulmada ilim, kâfi gelmiyor... İman be­dahettir... İman kalb işidir, ilim ise aklın yoludur... Bedahet akla üstün... Be­dahetin olduğu yerde aklın delillerine ih­tiyaç yok... Mecelle'de bir kural var: "Bedahat olduğu yerde delile itibar edilmez" diye... İman, bedahat davasıdır... Eğer sır idraki, zevken idrak olmazsa kuru akılcı ilim adamı materyalist kafaya sahip olur. Hazret-i Ebu Bekir buyurdu: "İdrakin ac­zini idraktir ki, idraktir"... Akıl; ruhu, ruhaniyeti, vahyi, imanı izah edemez... Kuru akıl ile İslâmî ölçülere yanaşan, ruhu ve ruhaniyeti inkar eder. Üstad Necip Fazıl, İbn-i Teymiyye'ye için "İslam ma­teryalisti" der; çünkü İbni Teymiyye, kuru akılla gittiği için ruhu, ruhaniyeti, tasavvufu yani Allah Resulü'nün bâtınını inkar eder.
Büyük Doğu Mimarı'ndan Ku­mandanın işaretlediği husus "Bir insan Kur'an'ı ben aklımla tefsir ederim, dese ve bu Beyzavi Tefsiri'ne eşit olsa, kâfirdir. "(7)
İslama Muhatap Anlayış'a bağlı ol­madan nisbetsiz, kendi başına ve kendi aklıyla Kur'an tefsir etmeye, ahkâm kes­meye, müctehidliğe yeltenenlerin hükmü yukarıda görülmektedir. Bunlar mezheb imamlarımızı da reddederler, sahabilere de dil uzatırlar. Kuru akılla gittikleri için İslâm’ın batını demek olan tasavvufu da reddederler. Zaten sapıklıklarına mez­hep imamlarımızı reddetmekle başlarlar, sonra sahabilere dil uzatırlar, sonra Allah Resulü'nün hadislerine... Ve bu iş so­nunda Kur'an'a varır...
Bizim ilim adamımızın tavrı ve ahlakı, meçhule hürmet tavrı ve sır idraki... Aklın sınırını bilecek ve aklı, sınırları içerisinde Allah'ın gayesine uygun kullanacak... Bu idrakta olacak... Ve bundan sonra son­suza doğru arayıcılık tavrı... Bir yerde donup kalmak yok... Bağlı akılla, aklın sı­nırları içinde faaliyet...
Aklın yeri ve sınırını çizen şu ölçüyü hatırlayalım: "Bu iş ne akılla olur, ne büs­bütün akılsız!"
İslam, her şeyi yerli yerine oturtandır. Aklın sınırlarını çizmiştir. Akıl tek başına hakikati kavrayamaz. Aczini idrak eden bağlı akıl ile İlmî faaliyette bulunulur. Ve böylece hakikati aramada, zihnî faaliyet ile bilime hizmet etmiş olur. Yoksa akıl tek başına hakikati keşfedemez. Bizdeki akıl, an­layamadığı şeyleri inkâra kalkışmaz. Akıl, anlayamadığını anlar ve sınırlarını aşan mevzuda konuşmaz...
İnsanda okuldan önce olanlar var. Ruh bulur, akıl sorar. Bizi arayışa iten nedir? Neden şu mevzuya ya da başka bir mevzuya yöneliriz? "Arayış cehdi''ni akıl izah edemez. İlmi de doğuran bu cehdi, ilim izah edemez. Marifetname'den bir hikmetli söz: "Anlayabildiğim her şeyi aşk sayesinde an­lıyorum; her şey onda." Yine Marifetname'den: "İlmi doğuran, ha­kikatin bütünlüğüne olan inançtır." Ay­rıca, "insan ne aradığını bilmezse, ne bul­duğunu da bilmez." hikmeti...
İmam-ı Gazali Hazretleri, hakikati arama yolunda çektiği çilelerini eserinde anlatır. Akıl, mantık, beş duyular v.s. yol­larla hakikati bulamayan İmam-ı Gazali Hazretleri, "peygamberlik tavrı aklın öte­sindedir" der ve o nura sığınır. İmam-ı Gazali, zahiri ilimlerde devrinin en üstünü olmasına rağmen bu ilimlerle hakikati bu­lamaz ve çile dönemine girer ve kur­tuluşu tasavvufta-bâtın yolunda bulur. Ve her şeyi yerli yerine oturtur: İslâmî an­layışı yeniler; İslâmî anlayıştaki bu­lanıklığı giderir. Sapıklıkların tepesine balyoz gibi inerek hakikati, sultan tahtına oturtur. Bu açıdan, İmam-ı Gazali'nin dö­nemi ile günümüz dönemi benzerlikler gösterir...
Bir ölçü: "Âlim, hak sözü zalim sul­tana söyleyendir." Demek ki âlim, sadece ilim sahibi olan değil, bunun kavgasını da verendir. "İlmiyle âmil olmak" mevzuu... Allah Resûlü buyuruyor: "Haksızlık kar­şısında susan, dilsiz şeytandır"... Hele hele susan âlim ise, cezası çok bü­yüktür... İlmine ihanet etmiş demektir... Alimler susarsa şeytanlar konuşur. Gü­nümüzde gördüğümüz gibi... Fakat günümüzde tefekkür ve ilim sahibi sus­madı... İşte BD-İBDA külliyatı meydanda... Tefekkür ve ilmin sus­madığını gösteren Üstadımız ve Ku­mandanımızdır... Üstadımız ve Ku­mandanımız bu uğurda zindanlarda yattı, İmam-ı Azam zindanlardaki kırbaçların te­siriyle şehid düştü... Ahmed bin Hanbel, ilminden zerrece taviz vermediği, "Kur'an mahlûktur" demediği için işkence gördü. BD-İBDA, bu büyüklerin yoludur. Kav­gası ve eseriyle bu yolu yaşatandır... Allah Resulü'nün ve sahabilerin hakikatini gösteren, İBDA külliyatından iki eser: Hakikat-i' Ferdiyye, Sahabilerin Rolü ve Ma­nası... Gerçek ilim ehlinin dikkatine. İşte bu anlayışın eserlerinden ikisi... "Dini içten yıkan kafirlerin" iç yüzünü ortaya seren. Kurtuluş Yolu ve Topluluk Ha­kikatini pırıldatan İBDA külliyatının tefekkür ve ilim eserleri meydandadır.
1994 yılının Nisan ayında Bursa'da Ferah Oteli'nde İslâm tahripçisi re­formistler bir toplantı tertip etti. "Kur'an'ı ve İslâm'ı çağa nasıl uydururuz, nasıl reforme ederiz" diye toplanan, İlahiyat Fakültesi'nde görevli devlet beslemesi Prof. vesaireler.
Kur'an-ı Kerim'e yönelik yürek çat­latan şu sözlerine bakın: "Kur'an'ı ye­niden ele almak lâzım. Çünkü Kur'an'da birçok i'rab hatası var. Bir Edisyon-kritik yapılmalı. Yapılırsa, anlamı da çok de­ğişecek. BEN ŞAHSEN ÜÇ SÛREYİ YE­NİDEN YAZDIM."
Salih Akdemir açık küfrünü bu şe­kilde ifade ederken Hayri Kırbaşoğlu eşlik ediyor. Hayrettin Karaman başta olmak üzere yukarıdaki Prof.lar dinliyor. Bir tek Ali Bulaç bu sözlere itiraz ediyor.
Reformistlerin İslam tahripçiliği devam ediyor. Sözü diğer sapık alıyor, Süleyman Ateş şöyle diyor: "... Kur'an hiçbir asırda doğru anlaşılamadı. Kimse de tam tefsir etmiş değil. Yeniden çağdaş bir yorum gerek... Kur'an'a dair bil­diklerimi açıklasam yer yerinden oynar!.."
Diğer akılsız ve idraksiz sözü alır, Hüseyin Atay: "... Ben Amerika'dayken baktım müslüman gençler hristiyan kızlarla ev­leniyor. Müslüman kızlar evde kalıyor. Ben de fetva verdim, "siz de hristiyan erkeklerle evlenin" dedim." Bu sapık da aklı sıra be­ğenmediği (!) Allah'ın ayetlerini de­ğiştiriyor (!)
Üstadımızın bu sapıklar için söy­ledikleri:
"Bu kalpazanlara karşı bir de ters cephe var: Reformcular, yeni içtihadcılar, din ıslahatçıları... İbn-i Teymiyye'den baş­layarak, Cemaleddin Afganî, Mısırlı Şeyh Abduh ve sonraları Mevdudî ve Hamidullah gibi çürümüş teneke mü­tefekkirlerden gelen, bu, Enstitü ve Fa­külte mamülleri ve imalâtçıları, dini kendi asliyet ve saffetine irca ve ham yobazdan temizleme yerine, kendi kör nefslerine iliştirme ve nursuz akıllarına bağlama yo­lundadırlar.
Bizse ne deminki yobazlarla onlara, ne de onlarla aynı yobazlara karşıyız ve sadece Sünnet ve Cemaat Ehli anlayışı üzerindeyiz. Bu iki zıt tabakanın da işi Muhammedi nuru söndürmek ve bir­birinin tersi ve yüzü halinde aynı dalâlet kumaşını örgülendirmektedir.
Kumaşlarının yeni, yepyeni İslam gençliği eliyle kanalizasyona atılacağı günü bekliyoruz.
İslam'ın yaradanla yaratık arasında aç­tığı ve "Sünnet ve Cemaat Ehli" diye isim­lendirdiği mutlak yola aykırı ve id­diacılarının ruhundaki çıkmaz sokaktan ibaret bir yol... Sapıkların sapığı, ana yolu büsbütün inkar edenlerin sapıklığından daha sapık, güya yola bağlıyken onu içinden saptırıcı ve böylece fesad ve teh­likelerin en büyüğünü belirtici yol...
İmam-ı Âzam Hazretleri'ne gayet lâubali ve edepten yoksun bir dille çat­malar, kendilerini yeni içtihadlara mezun ve memur bilmeler, içinde yaşanılan memleket ve idaresi altında bulunan hü­kümet hangi ölçü ve kanuna bağlıysa, İslamiyetin de onlara baş eğeceğini iddiaya kadar gitmeler, nice mesele üzerine ba­ğırsaktan fetva vermeler, neler ve neler!..
Bu adamlar; 40 yıllık mü­cadelemiz sonunda sakız gibi beyazlaştırdığımız iman çarşafı üzerinde şu tahtakurusu lekeleri nereden pey­dahlandı? Bunlar meydanı sarsın diye mi, biz sütbeyaz iman çarşafını, ha­pishanelerde tırnakları sökülmüş el­lerimizle çitiledik?
Dalâletten hidayete yönelirken, hi­dayete girer gibi olduğu halde ters is­tikametlere sürüklenen ve şeytanın em­rine geçen karakterler her zaman görülmüşse de bu Yahudi ve münafık mi­zaçlı kişiler daima meydana din hâkim vaziyetteyken gizli gizli faaliyete geç­mişler ve şu anda bizde olduğu gibi, küfre karşı imânın yekpâre bir blok teşkil etmesi gereken ilk uyanış demlerinde or­taya çıkmışlardır.
Eğer uyanış böyle olacaksa hiç uyanmamayı ve camilere kapanıp sokağa ve meydan yerine veda etmeyi ve halimize ağlayarak son günlerimizi beklemeyi ter­cih ederiz.
Doğrudan doğruya küfür ve inkâr, bunların yanında mücadele ve mu­kabelesi çok kolay bir iş kalıyor ve 40 küsur yıllık emeklerimiz sonunda, mil­yonlara nisbetle birkaçı geçmeyen bu sa­pıklar, her şeye rağmen bizi tâ yü­reğimizden yaralıyor.
Köprülü'nün DÜŞMANA SAL­DIRMADAN KENDİ ÖZ ORDUSUNDAKİ HAİNLERİ TEMİZLEMESİ VE YÜZLERCE KAFA KESMESİ GİBİ, ,bu mikropları DDT'den geçirmeksizin girişebileceğimiz hiçbir davranış düşünülemez."(8)
İşe mezhepsizlikle başladılar. Dört hak mezhebe gerek yok, dediler; mezhebleri birleştirmeye kalktılar. Bu yetmedi hadisleri tartışmaya başladılar, hadislerde şüphe var, dediler. Bu da yetmedi şimdi Kur'an-ı Kerim'e el uzattılar. Küfür ka­falarıyla ayetleri değiştirmeye kalktılar. Mezheplere dil uzatan sapıkların gideceği son durak budur zaten. "Zâhidül Kevserî Hazretleri'nin işaret ettiği gibi: "Mezhepsizlik, dinsizliğe götüren köprüdür."
Üstadımız bunlara karşı Köprülü'nün taktiğini şart görüyor...
Kuru akılla Şeriat ölçülerini yo­rumlamaya kalkan bu akılsız akılcıların düşeceği son durum budur. Mezheplere dil uzatanın daha sonra hadislere, ondan sonra da Kur'ân'a dil uzatacağı ve dini tahrip edeceği açıktır. Sapıkların sa­pıklıkları meydanda. Bu sapıklıklara karşı ise, ' "İslâm'a muhatap anlayış"ı bil­lurlaştıran, sahabinin rolü ve manasını gösteren, "Sünnet ve Cemaat Ehli" yo­lunun günümüzde yürüyen çizgisini tem­sil eden Büyük Doğu-İBDA-KURTULUŞ YOLU var or­tada... Sapık kollarla ancak Büyük Doğu-İBDA anlayışına sahip fikir ve ilim adamları mü­cadele edebilir. Çünkü "İslâm'a muhatap anlayış" kuşanılmadan ve bu anlayışın işaretlediği Hakikat-i Ferdiyye, Sahabilerin Rolü ve Manası, Sünnet ve Ce­maat Ehli Yolu kavranmadan sapık kol­larla mücadele rastgele olur ve tutarlı değildir...
DİPNOTLAR:
(1)                   İslâm'a muhatap anlayış. Salih Mirzabeyoğlu. İBDA Yay. 2. Basım Sh. 33
(2)                   a.g.e. Sh. 33
(3)                   a'.g.e. Sh. 32-33
(4)                   Sahabilerin Rolü ve Mânâsı. Salih Mirzabeyoğlu. İBDA Yay. Sh. 47-48
(5)                   İslâm'a Muhatap Anlayış. Salih Mirzabeyoğlu. İBDA Yay. 2. Basım. Sh. 39
(6)                   Marifetname. Salih Mirzabeyoğlu, İBDA Yay. Sh. 50
(7)                   İslâm'a Muhatap Anlayış. Salih Mirzabeyoğlu. İBDA Yay. 2. Basım Sh. 41
(8)                   İslâm'a Muhatap Anlayış. Salih Mirzabeyoğlu. İBDA Yay. 2. Basım Sh. 54-55-56
Akıncı Yolu Sayı 3
Güncelleme tarihi: Mayıs 2013