Referandumda “evet!” oyu kullandık, “AKP’ye değil de referanduma evet” tavrımızdan dolayı.
Referandumda sürpriz olmadı ve “evet” oyları kazandı; fakat bunun için düğün-bayram yapmıyoruz. Referandumu da çok önemsemiyoruz. Anayasa değişikliklerini yetersiz ama müsbet gördüğümüzü belirtmiştik.
Referandumda MHP tabanının neredeyse yarısı, liderinin aksine “evet” oyu verdi. Bu da işin parti olarak değil de, Anayasa değişikliği olarak görüldüğünün göstergesi. Biz Baran olarak parti oylaması olarak değerlendirmedik, her ne kadar böyle bir yönü olsa da.
Partilerin oylanması açısından değerlendirilirse, hayat tarzları tercih sebebi olacağından AKP-MHP- SP-BBP tabanları CHP’ye karşı birlik olur. Bu da çok tabiî. Milliyetçi- muhafakazar kesime karşı sosyal- demokrat kesim. Bu saflaşmayı dindar-laik veya batıcı-millîci saflaşması olarak da okuyabiliriz.
CHP’nin güçlü olduğu yerlerde “hayır” oyları çok çıktı.
MHP’nin yüksek oy aldığı yerlerde ise “evet” oyları çok çıktı.
En yüksek “hayır” oyu Tunceli’den çıktı.
İzmir’deki “hayır”lar ise, her zamanki gibi dikkat çekti.
BDP’nin boykot çağrıları Güneydoğu’da başarılı oldu.
Demokrasi ve seçim sistemini savunacak değiliz; ama davamızın menfaatine geleni de desteklemekten çekinmeyiz.
“Sistem içinden” mücadeleyi ve “hukuk savaşı” vermeyi lüzumlu olarak görürüz ve bunun için de sistemi benimsemek durumunda değiliz.
İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun “Kültür Davamız” isimli eserinde geçen “Sakat Muhakeme” örneklerinden biri “zıddını düşünmek”tir. Zıt düşüncenin söylediğinin tersini söyleyerek doğruya varılamaz.
AKP’ye karşıyız; bağlı olduğumuz sistem ve sisteme bağlı siyasetimiz gereği. Fakat ne olursa olsun AKP karşıtlığı diye bir kaygımız yoktur; Ergenekoncular ve CHP’de olduğu gibi. Müzmin (kronik) AKP düşmanı değiliz, tuttuğumuz tarafın da müzmin dostu olamayacağımız gibi.
Şunu da belirtelim ki, AKP’ye karşı olmak CHP’li veya Ergenekoncu olmak mânâsına da gelmez. AKP’ye karşı oluşumuz aziz İslâm davası içindir, İslâm davasını reddettikleri içindir.
Müzmin partici veya müzmin parti karşıtı olmanın yanlışı şuradan bellidir ki, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu türbana serbestlik yasası teklif etse “hayır” mı diyeceğiz?
Yeni düşman, ABD’nin “ılımlı İslâmı”dır; bunun farkındayız. Bunun gönüllüsü Fethullah Gülen ve AKP’dir. Şunu da belirtelim ki, CHP bu hususta ümit vaat etsin ve ona iktidar koltukları bahşedilsin o da bu role uygun davranır.
“En küçük çapta doğru politika”yı izlemeye gayret gösterir ve bu hususta dava menfaatine uygun adımlar atmaya çabalarken, nihaî hedefimiz olan İslâm inkılâbını da hiçbir zaman gözden kaybetmemeliyiz. Asılı kaybettikten sonra siyasetin ne faydası var? Diyalektiğimizle teması hiçbir zaman yitirmemeliyiz.
Bu açıdan taktik kıvrılışlar ana siyasetin bir parçasıdır, ana siyasete hizmet ettikleri kadar varlar.
Yine bu açıdan farklı tavırlara, farklı taktiklere de saygı duymalıyız. Yeter ki nefsiyle zuhur edilmesin, çile ve samimi çabanın ürünü olsun, dava faydası gözetilsin.
Sırf kendini göstermek için veya farklı olmak niyetiyle görüş beyan etmek doğru değildir. Her cephe bağımsız diye cephe sayısınca siyaset ve taktik üretilmez. “Ayrı cepheyim” diyerek ayrı tavır geliştirilmez. Bu, tek kelime ile bencillik ve beylik iddiasında bulunmak olur.
Davamızın 'topluma sirayeti ve bunun çile ve zahmetine katlanmak yerine, toptan reddetmenin rahatlığına sığınmak ve bu tavırları da taviz vermemek sanmak, “taviz vermemeyi öküzlük sanmak” tesbitine çarpar.
Referandum geride kaldı artık işimize bakalım. Kendi siyasetimize, örgütlenmemize, eylemliğimize bakalım.
“Harekete fikrin damgasını vurmak” diyor Kumandan Mirzabeyoğlu. 2010 yılına fikrimizin damgasını vurduk mu? Neden?
Devr-i daim makinesi gibi kendi heyecanımızı üretebiliyor muyuz? Neden?
Herkes herkese yabancılaşırken biz de birbirimize mi yabancılaşıyor muyuz? Neden?
İslâm devrimi, kendi kabuğuna çekilerek, hiç kimseyi beğenmeyerek, kendini izole ederek gerçekleşir mi?
Baran Dergisi 192. Sayı
16 Eylül 2010