Bundan otuz yıl önce… 1979 yılları… Sıcak bir Ramazan günü, Fatih Vakıflar Yurdunun avlusunda Akıncı Güç kadrosuyla oturuyoruz. Hatırladıklarım, Kaya, Hüsnü. Nerden geldik, nereye gideceğiz, gece sefer hazırlıkları mı yapacağız, tam hatırlamıyorum. Fakat şunu hatırlıyorum: Fatih Akıncılar reisi rahmetli Metin Yüksel ve ekibi de aramızda; Fatih’te Metin’siz sefer olmaz!
Ramazan ve bunaltıcı sıcak, yol ve iş yorgunluğu. Bir arkadaş hortum getiriyor ve ayaklarına serin suyu tutuyor, peşinden biz tutuyoruz, o ferahlığı da unutamıyorum.
İdeolojya ve ihtilâl.
Ramazan ve cihad.
İş içinde eğitim.
Gerektiği yerde gerekeni yapma.
Güçlerimizi mücadele içinde inşa.
Bu minvalde dergideki akıncıları ziyaret ediyorum.
Ramazanda geyik iftarlara katılmıyorum, ancak gönülden gelen davetlere zevkle katılıyorum.
Siyasî amaçlı davetlere de katılıyorum, farklı kesimlerle temas sağlamak maksadıyla.
Herkesin bir hesabı var, doğru. Vesilenin de hakikati var.
Şehzadebaşı Camiine teravih namazına gittim. Hatimle kıldırıyorlar. Namaz bitince hemen çıkmayın, “amener-resulu” tilavetini muhakkak dinleyin. Kubbeyi çınlatan, ruhları coşturan bir Kur’an ziyafeti oluyor. Dönüş yolunca Tophanede nargilecilerin trafiğine takıldık. Ne varsa İstanbul’da var!.. Üstadın dediği:
“O mânâyı bul da bul! İlle İstanbul’da bul! İstanbul, İstanbul…”
İstanbul’da aradığını bulmayan yok. Mühim olan “biz ne arıyoruz?” sualidir. “Aranmaya değer güzellik ve hakikat hangisi ve nerede?” sualidir.
Karınca kararınca olsa da, yapılacak faydalı işi, büyük konuşmalara ve gevezeliklere tercih edelim.
Çünkü kişi, bulunduğu işin zamanı içindedir.
Zaman ve iş ölçüsünü veren, bir ideolocya ve diyalektiğine mensup olan bir kişi, hâlâ mecrasını bulamıyorsa, eşeklik etmektedir. Ramazanda bol bol dua etsin, diyorum. İrade, arzu ve heyecan duymak. Bunlar yoksa “öküzüz”, diyorum; hadiseleri öküzün trene baktığı gibi seyredeniz, diyorum.
Ramazan, rahmet ayı; fakat biz bu rahmete talip miyiz?
Rahmeti dışımızda olup bitecek bir şey olarak mı görüyoruz?
Bizim ruhumuzu ve gönlümüzü değiştirecek, iş ve amelimizi yenileyecek bir şey olarak mı görüyoruz rahmeti?
Yoksa, Allahın rahmeti bize düşmesin, bizi yakmasın, bizi oldurmasın mı, demek istiyoruz?
O zaman niye oruç tutuyoruz?
Şu hadis-i şerife Ramazan ayında daha dikkat etmeliyiz:
“Kişinin savmına ve salâtına, (orucuna ve namazına) bakmayın! Dinarlarla ve dirhemlerle (para ile) münasebetine bakınız!”
Allah’a kulluktan Batıya kulluğa terfi (!) eden köle ve uşak ruhlular arasında mutlu ve müreffeh yaşamak, Ramazanı da vicdan mastürbasyonu yapmak ne derece doğru?
Nâdan edebiyatına sığınmak ne derece doğru?
Ne emek verirsen, onu alırsın!
Ne yatırım yaparsan, onun karşılığını alırsın!
Allah buyuruyor: “Ancak çalıştığınızın karşılığı var.”
Aç kalmadan oruç olamayacağı gibi, çile çekmeden de rahmet olamayacağını biliyor, ama bilmemezlikten mi geliyoruz?
BD-İBDA’nın devşirdiği insanları kendi hizbine devşirmeye çalışan, kendi ahmak-yavşak seviyesine çekmeye çalışan, içimizdeki ve dışımızdaki kemirgenlere dikkat!
Bilhassa içimizdeki kemirgenlere dikkat!
Kendi nasipsizliğini-pörsüklüğünü ve tereddisini etrafındakilere bulaştırmaya “bakan” zübüklere dikkat!
Güya bizi tenkit edenler, ne bizi anlıyor, ne düşmanlarını!
Ramazan ayındayız, rahmeti arayalım!
Güçlerimizi BD-İBDA yolunda inşa edelim!
Baran Dergisi 138. Sayı
03.09.2009