Aylık Baran dergisi yayın kurulu üyesi Kâzım Albay’ın
12.04.2023 (21 Ramazan 1444) tarihinde verilen
iftar sonrasında dergimiz lokalinde
yaptığı konuşma metnini yayınlıyoruz.
Elimizde bir proje olmadan inşa faaliyetine girişemeyiz. Bunu ideolojik/fikrî bir dille ifade edersek, “Tatbik Fikri” olmadan tatbike dair faaliyetler bir mânâ ifâde etmez. Elinde bir proje olmadan inşa faaliyetine girişenlerin durumu şuna benzer: Nereye ne kadar demir koyacağını, kaç kat yapacağını, kapı pencerelerin nereye geleceğini bilmiyor ancak bina yapmaktan dem vuruyor. Mesela “İslâm devleti” için çalışıyor, niyet yerinde de hedef-vasıta ilişkileri çözülmemiş, plân-program yok, amaç gerçekleşir mi? Tabiî ki olmaz. Ondan sonra savrulmalar, ilkesiz, tarafsız siyasetler baş gösterir, başkalarının plânlarına kolayca malzeme olunur.
Büyük İslâm stratejisinin ana ilkesi, fikir, sanat, ilim ve hareket, bütün iş ve oluşlarımızı kendi başınalıkta değil, BD-İBDA şemsiyesi altında toplamaktır. Zira İslâm inkılabının hedef ve vasıtalarını tatbik eden ve bunu sistemleştiren BD-İBDA çizgisinden başka bir yol yoktur. Bu mihrakta toplanmayan her fikrî faaliyet, dağınıklığa yol açar. İçtimaî planda bir mânâ ve faydaya da dönüşemez. Statükoyu, lâik-seküler düzeni yaşatır, buna karşı olsa bile en fazla ıslahatçı olur. Islahatçılık ise İslâm inkılabı değildir, mevcudu yaşatır.
Ana stratejiye bağlı olunursa, küçük hareketler bile, bir havuzda toplanacağı için verimli olur. İnkılâpçı/devrimci bir dünya görüşü ve bunun stratejisine bağlı olmayan faaliyetler ise ne kadar büyük olursa olsun, kendinden ibaret kalmaya mahkumdur, içtimaî faydaya da dönüşemezler. Öyle ki, kalabalıklar ne kadar köpürtülürse köpürtülsün, sabun köpüğü gibi sönmeye, neticesiz kalmaya mahkûmdur.
Eğer bu strateji idrak edilmezse ne kadar itikadımız sağlam ve amellerimiz de düzgün olursa olsun, faaliyetler İslâm inkılabına hizmet edici, onun şemsiyesi altında toplanıcı ve böylece tahkim edici olmayacaktır. Böyle bir müdir fikir, mihrak fikir altında toplanılmaması hâlinde dağınıklığa yol açılacak, ana gaye de gerçekleşmeyecektir. Şuur seviyesinin “Kurtuluş Yolu” üzerinde toplanması, derecelenmesi ve gelişmesi ancak büyük İslâm Stratejisi olan BD-İBDA ile olur. Ehl-i Sünnet ölçülerini de sosyal ve siyasî bir rejim eliyle yaşatmalıyız, yürütmeliyiz. Aksi hâlde kuru kuru gelenek tekrarında kalırız. Her birimiz bu fikriyatın cephesi olmalıyız ki emekler bir havuzda toplansın.
Faaliyetlerimiz bu ideolojik “vahid-birim”lere irca ve ithal edilirse; hem şuur seviyemize göre mihrak rolü oynaması hem de kendi mevzuumuzu zenginleştirmemiz söz konusudur. İbda’nın prensipleriyle gelişirken bizim de teorik dil alanımızın genişlemesi ve topluma mâledilmesi kolaylaşır. Öyle ki faaliyetler, ortak dil-mânâ alanı ile gerçek bir aydınlar arası imece mahiyetine bürünür. Dostluklar da anlam kazanır. Gerçek cemaatleşme ve topluluk hakikati de ancak böyle tecelli eder. Hedef-gaye, ideoloji-sistem mevzuuları halledilmezse sadece şekil ibadetlerde birlik olur, ancak hayat tarzlarında birlik olmaz. “Ilımlı Müslüman”, “liberal Müslüman” gibi gariplikler ortaya çıkar. İlmî-sınaî ve iktisadî bütün faaliyetler ideoloji-sistem şemsiyesi altında yapılırsa ilmimiz de sanatımız da bir havuzda toplanacağı için İslâm inkılâbına hizmet eder, İslâm devletine hizmet eder. Birbirini seven müminler topluluğu da iş ve aksiyonda ortak refleks- ortak duygu sağlayan bir dünya görüşünün içten özümsenmesi ile olur.
Cemaatleşme ise kalabalıklaşma değil, ortak dil-mânânın oluşması ve ortak refleksler ile iş sahalarında birbirine paralel hedefe yürümekle olur. Cami cemaatinden bahsetmiyoruz, birbirleriyle mânâda kenetlenen topluluktan bahsediyoruz. Bu şuuru taşıdıktan sonra bazı basamakları çıkabilmek için herkesin bulunduğu yerde, tedrici bir yol izlemesi normaldir. Ancak belli bir seviyeye geldi mi, kendini deklare etmeli ki cemaatleşme olsun. Hiçbir zaman hedef ve gaye arasındaki uyum unutulmamalı. Vasıtalar da gaye olmamalı.
Bahsin özeti şudur ki; ihtilâl-inkılâpçı bir örgütlenme olmadan, ihtilâl-inkılap olmaz, İslâm da gelmez. Hayal kurmayla da devrim olmaz. Yâni yapılan iş ve faaliyetler vasıta olup ana strateji unutulmamalı… İbda’nın sistematik usulünün temel eseri olan İbda Diyalektiği’nin Büyük İslâm Stratejisi bahsinden bu mevzuları özetlediğimi de ifâde edeyim. Netice olarak Büyük İslâm Stratejisi’ne bağlı CEPHE olmak zorundayız. Bunun çilesi ve şuuru…
Bazı siyasî ve ahlâkî mevzulara da kısaca temas etmek istiyorum.
Başucu kitabımız olması gereken İdeolocya ve İhtilal (2017, s.106) eserinden bir taktik açılımı vermek istiyorum: “Mücadele edebileceğimiz bir rejimi, mücadele edemeyeceğimiz bir rejime tercih etmemek, tek kelimeyle aptallık olur.” (2017 s.106) 14 Mayıs 2023 seçimlerinde tercihimiz elbette Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı’dır. Şer cephesinde olamayız!
Üstad’ın “Halk istemez, halka istetilir!” sözünü unutmayalım. Halk tipi bazı alışkanlıklarımızı bırakalım, öncü kadro gibi düşünelim. Bu işi halk yapmayacak, biz hazır olunca ve strateji ve taktik diline erince; yâni halka siyasî önderlik yapınca halk peşimizden gelecektir. Biz “Hakimiyet Hakkındır!” anlayışına sahibiz. İnandığımız Hakkı, kendimizle beraber halka inandırmanın, bunun sistemi-yolu üzerinde olmanın tasasını çekmeliyiz.
Salih Mirzabeyoğlu’nun Damlaya Damlaya eserinde (1997, s. 169) işaretlediği şu üç zaafı gidermeden kadro olamayız. Bunlar aynı zamanda İslâm inkılabı şartlarıdır. Özetleyelim:
1. Mücerred fikir istidatsızlığı. Kitap okumama gibi affedersiniz insana yakışmayan sıfatlardan uzak duralım. Fikir çilesinden, yüzüne sigara üflenen kedi gibi rahatsız olmayalım. Bilakis kurtaran ıstırap olarak görelim. En başta Allah, mücerredler mücerredidir, O’na inanıyoruz. İnsan denen mahlukta dahi ne kadar mücerred kavramlar var. Mesela sabır, cömertlik, cimrilik, sadakat, ihanet, vefakarlık, aşk, vehim, korkaklık, cesaret, şecaat vs… İnsanda bu kadar mücerred kavram olması Allah’ın ve âhiretin varlığının bir hüccetidir. Düşünen için bu kavramlar inanç için yeterli. Müslüman mücerred kavramları nasıl sevmez? Tabiî ki sevmeli.
2. Başkalarına iletilecek, tebliğ edilecek mevzuları, önce biz kendi üzerimize alalım. Yâni olmadan, oldurmaya çalışmayalım. Kendimiz değişmeden, başkalarının veya halkımızın değişip İslâm inkılabını yapmasını beklemeyelim. Mesela, Başyücelik Devleti eserini biz özümsememişiz, karşı tarafa tebliğ ediyoruz. Biraz garip oluyor! Halkımızın değişmesini bekliyoruz da, biz değişmiyoruz. Böyle olur mu?
3. İş bölümü ve branşlaşmayı alelâde işlerin iş bölümü olarak anlamayalım. Bir mevzumuz, bir branşımız muhakkak olsun. Böylece kendimizi bir meşgale ile geliştirirken, aynı zamanda bağlı olduğumuz fikriyatı da yürütmüş oluruz. Esseyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri buyuruyor: “Meşguliyet nimettir. Meşguliyet olmazsa, şeytan musallat olur.”
İbda bir inanç sistemidir; onu meta olarak görüp parsa olarak kullananlar ve nefsine basamak yapanlara da dikkat etmeli! Ancak bazı olumsuz görüntülere bakıp küsüp kendi hisarına çekilenlerden de olmayalım. Hazreti Ali’nin şu sözünü ilke edilelim: “Hakikati söyleyene bakarak öğrenme, hakikati öğren, söyleyeni de öğrenirsin.”
İbda’yı bir iman ve ahlâk davası olarak öğrenip benimseyelim. Zira İbda, ilimden önce irfan davasıdır. Bu söylediklerimize paralel olarak, “surat tanımak, adam tanımak değildir” esprisine de dikkat edelim. Suratı yakışıklı, konuşması güzel diye kimsenin peşine takılmayalım. Kısaca keyfimize göre lider bulmayalım. İdeolojiyi pazarlayanlar değil, inanç ve aksiyona dönüştürebilenler bize misal olmalıdır. En doğrusu, fikrin kılavuzluğunda yürümeyi öğrenmeliyiz. Yine İdeolocya ve İhtilal eserinden lider tanımını verelim: “Kim yolumuzu en şaşmaz ve taviz vermez istikamet bilgisiyle gösteriyorsa, liderimiz odur.”
İlletin sebebi bilinmeden, marazın tedavisi mümkün değildir. Bu minvalde devam edelim. İbda fikriyatı karşısında anlayış zaaflarımızın temel sebepleri, “dışyüz anlayışları” ve “kuru mantık” olup bu sığlıklardan kurtulmalıyız! (Dil ve Anlayış, 2013, s. 57) Küçük Prens kitabında eleştirilen de tam bu hususlardır. Şuur seviyemizi daima artırmalı. Dış’a açıldıkça iç’e nüfuz şartını anlamalı ve böylece hâdiseye yanaşan şuurumuzu muhtevalı hâle getirmeliyiz. Dış yüz anlayışlarından kurtulmak için sebebin neticeye, yayın oka yakın olduğu kadar yakın olmadığını bilmeliyiz. Daraltıcı sığlıktan uzak durmalıyız.
İdrak ve irfan olmasa, “nasıl” ve “niçin” davası da olmazdı. İman davasının vazgeçilmezi ve İbda’nın temel ölçülerinden ilki olan Sır İdraki de bu demektir. Akıl ile anlaşılamayan bazı ölçüler olabilir. Zaten aklımız ile Kur’an ve Sünnet ölçülerini tam anlayamayız. Böyle durumlarda şüpheye gerek yok. “Sır İdraki” ile mevzuya hikmet ve incelik içinde bakmalıyız. “İman olmuş bitmiş bir şey değildir, her an oluş ve yeniliştir.” tanımı da bu mânâdadır. Diyalektiklerin de çelmesine takılan ve kafası karışık itikatsızlar, “sır idraki” davasını anlamayanlardır. Böyle bir idrak darlığı, ferdi tekamülümüzün ve içtimaî olarak da İslâm inkılabının önünde önemli bir engeldir.
Dergimizin iftar davetine Osmaniye’den gelen üç gence huzurunuzda hoş geldin demek isterim. Ayrıca Genç bir yazar olan A. Baha Irmak’ın Nisan 2023 tarihli Aylık Baran’daki yazısı dikkatimi çekti. Yazının özeti: Istırap, ideoloji ve aksiyon… Yine İdeolocya ve İhtilâl’den hatırlatalım: “Biz (dar anlamda biz değil nesil olarak biz) bu görevin altında dava adına duyduğumuz sancı ve huzursuzluk derecesinde, bir huzursuzluğun şiddeti derecesinde huzur duyabiliriz. Huzurumuz, duyduğumuz huzursuzluk ve sancımızca…” Huzursuzluktan huzur duyan insanlar olmak temennisi ile son sözümüz şu olsun:
“Gemileri yakmışız isteyerek/Mümkünü yok dönüşümüzün/Çizgimize gelen gelsin!”
Aylık Baran Dergisi 15. Sayı, Mayıs 2023