Mayıs ayı, Ramazan ve BD-İBDA... Üç güzellik bir araya gelince bahsedeceğim üç anma programından tabiî olarak güzellikler doğdu. Zaman ve mekân buluşmasına hal de giydirilince üç anma programı canlı bir hüviyet kazandı.
Ramazan’ın bereketi malûm... Mayıs ayı ise hem Üstad’ın hem Kumandan’ın doğum ve vefat tarihlerinin toplandığı ay... BD-İBDA ise vesile ve vasıta fikir, zamana ve mekâna keyfiyet ve değer katan, bunlardan da öte insana keyfiyet ve değer katan, gönlü açık insana derinlikli hitap edendir. Yeter ki kafa ve gönül vermesini bilelim, sathî ve dışından seven olmayalım.
İBDA yayınevinin organize ettiği ve rahmetli Salih Mirzabeyoğlu’nun şehadetinin 1. yıl dönümüne (16 Mayıs 2019) denk gelen anma programı, güzide bir gönüldaşlar topluluğu ile düzenli bir şekilde gerçekleşti. Kaşgarî dergâhında kılınan ikindi namazından sonra vakur adımlarla Kumandan’ın kabri başına gelindi. Huşu içinde dinlenen Yasin ve Mülk Surelerinden sonra kısa bir dua ettim. Lafı uzatmaya gerek yok idi, gözlerdeki hüzün her şeyi söylüyordu. Zaten Kumandan’ın ölümünü de tam idrak edebilmiş değildik. Zira onun vefatı aramızda tazeliğini koruyordu. İnanıyorum ki, onun fikrini ve kavgasını özümseyenler nazarında Kumandan’ın tazeliği her dem muhafaza edilecektir. Mezar başında söylediğim de şu idi: “‘Ustada kalırsa bu öksüz yapı, onu sürdürmeyen çırak utansın!’ mısraının şuurunda olarak Allah bize bu yapıyı sürdürme iman ve aksiyonu versin!”
Eyüp Sultan Hazretleri’ni ziyaret ettik. Kimimiz farzları kimimiz nafileleri eda ettik. Eyüp’te güzel bir mekânda yapılan iftar organizasyonu da düzenli, sükûnetli ve huzurlu geçti. Eyüp Belediye Başkanı Deniz Köken de bizi yalnız bırakmadı. İstanbul’un trafik, iş-güç vs. telaşesinden kabire yetişemeyenler ise iftara geldi. M. Tarakçı’nın herkesle ilgilenmesi de güzel bir ev sahipliğine misal oldu.
İki gün sonra ise İstanbul Yazarlar Birliği’nin salonu “Salih Mirzabeyoğlu ve BD-İBDA” paneli ile coştu-taştı. Davetlilerle konuşmacıların bütünleştiği bu anma programında atmosfer yüksekti. Gözlerde Mirzabeyoğlu merak ve ilgisi tütüyor idi, bizi birleştiren, özlenen ve beklenen bu ses idi. Yazılı metinden okunan fikrî konuşmalardan ziyade (benim konuşmam öyle idi) irticali ve sohbet havasının tercih edildiği bu buluşmada revakların altı da dolmuş idi. Ramazan olmasına rağmen üç saate yakın dikkat ve heyecanla dinlenildi ve her hangi bir kopma yaşanmadı. Topluluğun aslında pasif olmadığı, konuşmacı ile bütünleşme sağlandığı zaman güzel bir atmosfer doğduğu tekrardan görüldü/yaşandı. Bu buluşmanın konuşmaları ve haberi BARAN dergisinin önceki sayılarında verildi. Burada ilave edeceğim husus şu ki, gelenlerin birçoğu daha önce tanımadığımız ancak ideoloji ile irtibatlı şahıslar idi. Yani toplama kalabalık değildi. Yeni yüzler yanında kaybolan bazı eski yüzlerin de ortaya çıktığını gördüm.
Sultanahmet’teki Türk Ocağında verilen iftar ise, programa gelenlerin susuzluğunu giderecek nitelikte idi. Allah, dayanışma ve birlik ruhunu artırsın. Anadolu Ajansı’nın panel haberini verişi güzeldi. Başka sitelerde de yer aldı. Konuşmacılardan olan Ardan Zentürk de bu vesile ile Star’daki köşesinde, Fetöcülere af gibi bir mevzudan bahseden Ahmed Taşgetiren’e Salih Mirzabeyoğlu’na cezaevindeyken niye sahip çıkılmadığını hatırlatan bir yazı yazdı.
İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nu anma programındaki sinevizyon gösterisinin de salondaki havayı yükselttiğini belirtmeliyim. Kumandan Mirzabeyoğlu’nun ruhunu yoğuran üç isimden biri olan ressam-mimar Cevad Ülger’in orta ve lisede Ardan Zentürk’ün de resim hocası oluşu ve onun bu bilgiyi sinevizyonda görüp duygulanması ise ayrı bir sürpriz oldu. Bu programı organize edenler ise Baran Dergisi, Büyük Doğu Fikir Ocakları ve Akademya idi. Emeği geçenlerden Allah razı olsun. Gönüllere iz bırakan bir program oldu. Devamını dileriz.
Üçüncü anma programı ise Üstad’ın mezarı başında ve Kumandan ile Hilmi Oflaz da dâhil edilerek yapılan anma idi. Türkiye Yazarlar Birliği’nin İstanbul Şubesi, MTTB, Şemsiye İlim ve Kültür Derneği, Baran Dergisi ve Büyük Doğu Fikir Ocakları’nın ortak çalışması olan bu faaliyette de maksad hasıl oldu, canlı ve kardeşçe bir program icra edildi. TYB İstanbul Şube Başkanı Mahmud Bıyıklı, Eyüp Belediye Başkanı Deniz Köken, Ak Parti eski milletvekili Yaşar Karayel ve ben kısa birer konuşma yaptık.
Üstad’ın ve Kumandan’ın kabri başında yaptığım kısa konuşma şu minvalde idi:
Üstad Necip Fazıl’ın misyonu hakkında O’nun şahidi ve şehid Salih Mirzabeyoğlu’nun şu tesbiti bence önemli: “Beş asırlık tarih dilimimizle birlikte çağımızın nabzını yakalayan ve ideali aramayla toprağa bağlanma arasındaki bir berzahta kıvranan insanoğlunun oluş ıstırabını hakikatin hakikatine nisbetle heykelleştiren adam... İSLÂM’A MUHATAP ANLAYIŞ’ın dünya görüşünü örgüleştiren adam... Davanın aşkını, vecdini, diyalektiğini, estetiğini, dost ve düşman kutuplarını işaretleyen, hedeflendiren, istikametlendiren; İslâm’ı eşya ve hadiselere tatbik edebilmenin ‘nasıl’ını çerçeveleyen adam... Bunun sembol şahsı, Büyük Doğu Mimarıdır!” Salih Mirzabeyoğlu’nun bu tanımlamasını, Üstad’ın Kanuni’den başlattığı muhasebesinden de okuyabileceğimiz gibi çağımıza da bir dünya görüşü sunmasından anlayabiliriz. Böylece İdeolocya Örgüsü’nü ve Üstad’ı da kuru kuru anlamamış, onların fonksiyonunu idrak etmiş oluruz. Büyük Doğu’nun modernizme karşı neden alternatif getirdiğini ve kurtarıcı reçete oluşunu da anlamış oluruz. Bir dünya görüşünün bütüncüllüğü ve eşya ve hadiselere tatbik zarureti hakkında şunları söylemek istiyorum. İslâm’da din-dünya bölünmez. Zihinlerin bölünmesini İslâm kabul etmez. Biz, her alanı İslâmîleştirmekle mükellefiz. Evinde Müslüman, AVM’ye gidince laik-seküler olmaz. Post-modernlik hakikati parçalara bölen bir anlayıştır. İnsan ise madde ve mânâ bütün bir varlıktır. Toplumu ve rejimi nasıl İslâmîleştireceğimizin reçetesini bizlere veren Büyük Doğu-İBDA Mimarlarını rahmetle anarım, başta organize edenler olmak üzere buraya gelen ve bizle bu önemli günü paylaşan kardeşlerime teşekkür ederim.”
Muzaffer Doğan kardeşimiz-ağabeyimiz ise kabir başındaki konuşmasında, “Üstad Necip Fazıl’ın temel tezi olan Başyücelik Devleti’ni müstakil bir eserde şerh eden ve bunun kavgasını veren Salih Mirzabeyoğlu’nu rahmetle yad ediyorum. Demokrasiye, Kemalizm’e, laikliğe, faşizme, modernizme karşıyız. Kurtarıcı yol olarak Büyük Doğu’yu ve Başyücelik Modeli’ni işaretliyoruz ve ne pahasına olursa olsun bunun takipçisi olacağımızı tekraren ilan ediyorum. Kumandanı, Üstad’dan daha çok çileye maruz kalmıştır ve Kumandan şehiddir.” dedi. Muzaffer Doğan, Üstad’ın cenazesinin 12 Eylül askerî darbesine rağmen Eyüp girişine kadar asker barikatlarını yara yara gençlik tarafından taşındığını, o gün gözaltına alınan yüzlerce kişiden birinin de kendi olduğunu ve defin törenine birçok gönüldaş gibi katılamadığını ifade etti. Üstad’ın şiirlerinden bazılarını teatral tarzda okudu.
Kabir ziyaretleri ardından hemen yukarda olan Kaşgarî Dergâhı’nda manevî atmosferi yüksek bir iftar verildi. İkindi ile iftar arası bol vakit olduğundan avluda hasırlar üzerinde dinleyicilere sanat, fikir, tecrübe ziyafeti çekildi. Bu seferki organizasyon şemsiyesi geniş tutulmuş ve dar çerçevede kendinden ibaret kalınmamış idi. “Allah’ın eli topluluk üzerindedir.” ölçüsünce kaynaşmaya vesile oldu. Gönüldaşlardan Ethem Köylü, Kaşgarî Dergâhı’nın manevî havasına işaret ederek ve sıkışınca buraya gelip dinlendiklerini ifade etti. İftarı beklerken cami avlusu tuluat tiyatrosuna dönmüştü. Herkes içinden geldiği gibi İslâmî tahassüsünü ortaya koyuyordu. Herkes dediysem Muzaffer Doğan’ı baş köşeye koyalım. BD-İBDA yolunda çekilen çileler de gururla anlatıldı. Nefse pay mânâna değil, davanın izzet ve onuru için...
Şu hikâyeyi de sohbette yanımdakilere anlattım. Üstad’ın vasiyetinde açıkça ilan edip kitaplarında yayınladığı, “cenazemde çelenk istemiyorum, gelirse hemen çöpe!” emrini, herkesin seyrettiği bir ortamda tek başına hışımla öne atılıp yerine getiren, çelengi koruyanların gırtlaklarını sıkan ve çelengi ortadan kaldıran Salih Mirzabeyoğlu’nun o iman öfkesini şahidi olarak burada aktarayım. Çelengin 12 Eylül askerî yönetiminin başkanı Bülent Ulusu’dan geldiğini de hatırlatayım. Tilki Günlüğü 4. Cild’de 25 Mayıs tarihli bölümde, “Varidat: Üstadım’ın Vefatı” başlığında bütün bu safahat İBDA’nın duruşuyla birlikte çarpıcı bir şekilde anlatılıyor. Okunmasını tavsiye ederim.
Üç faaliyette de gördüğüm Nazif Keskin gönüldaşımızın şu tesbitini sizlerle paylaşayım: “İBDA’sız Büyük Doğu olamayacağı artık anlaşılmış vaziyette. İBDA’ya ihtiyaç itiraf ediliyor. Kumandan’a karşı içtenlikli bir dil kullanılıyor. Üstad’ın oğlu Osman Kısakürek’le önceki günkü başka bir anma programında karşılaştım. Üstad ve Kumandan’ın kabri başında Osman Kısakürek bana, “Üstad’ın Salih’e (Kumandan’ı kastediyor) ne kadar değer verdiğini biliyoruz. Bir tek o vardı.” diye biraz geç de olsa gerçeği ifade etti.”
Hasbî gönüldaşlarla bir araya gelmek beni memnun etti. Gelemeyenlerin de gönülleri burada idi, bunu da biliyorum. Bir araya gelmek kendi nefsimizi aşan bir şey için (Allah ve Resûlü davasının bir âlemi, bir remzi olan BD-İBDA) olunca muhabbet ve kaynaşma da tabiî olarak tecelli ediyor. Tasavvuftaki ölçü ile söylersek “sen çekil aradan, kalsın seni yaradan...” Tasavvuftaki tekâmül mertebeleri de nefsini yellemeye dönen ham sofulukla değil, iş ve aksiyon alanında tahakkuk edeceğini de tekraren vurgulayayım. Birbirini seven ve kenetlenen mü’minler topluluğu olmak, laf ile değil, düşmanla mücadele içinde ve dayanışma ruhu ile gerçekleşir ancak.
Ahmed Hamdi Arvasî gönüldaş, “Moro Destanı’ndan okuyan yoksa ben okuyacağım” dedi. Gençlerden Rüstem Pehlivanlar ısrarlar üzerine sahne aldı. Gerçi cep telefonundan okudu, ancak dijital çağdayız, söylenecek bir şey yok.
Sorunlarımızı da konuştuk tabiî. Büyük Doğu Fikir Ocakları Genel Başkanı Özden Yılmaz, “İBDA külliyatı okunuyor ancak bir kitap okuyunca hemen kemal bekleniyor. O bir kitaba basıp yükselmek isteniyor. Kolaya kaçılıyor.” diye durumu izah etti.
İmam Hatiplerdeki seviye düşüklüğünden de dert yanıldı. Eyüp Otakçılar Anadolu İmam Hatip Lisesi Müdürü Rüştü Özker’e bu soruyu-sorunu naklettim. Herkesin olumsuz tablo çizmesine nazaran işin olumlu yönlerini ve sızlanmaktan öte neler yapılması gerektiğini de anlatmasını rica ettim. Kendi okulundaki bazı teknik başarılardan bahsedip, çocukların bu çağa doğduğunu ve sorunları sadece onların sırtına yüklemenin haksızlık olacağını, dijital çağın olumsuzlarıyla mücadele teknikleri geliştirmek gerektiğini ifade etti. İlgi ve dert sahibi olmaktan bahsetti.
I. Dünya Harbi’nin yıkımı ve Millî Mücadele yorgunluğuna ilaveten üzerine Kemalist Cumhuriyet rejiminin zulmü milletin tepesine binmiş iken, Eyüp Sultan’daki bu izbe dergâhta Efendi Hazretleri, Üstad’ı yetiştiriyor, bu yıkık ve virane halden yepyeni bir dünya zuhur ediyordu. En ümitsiz anda Allah bu millete ümid ve aksiyon mihrakı veriyordu. Bu tesbitleri bu mekânda yapan Muzaffer Doğan gönüldaş olup, avludaki büyük manolya ağacını Efendi Hazretlerinin diktiği bilgisini de verdi. Efendi Hazretlerinin manevî fidanları ülkede boy atarken maddî fidanının da ne kadar serpildiğine işaret etmiş oldu.
Nazif Keskin gönüldaş ise Kaşgarî dergâhı avlusundaki konuşmasında, “BD-İBDA, modernist-kapitalist sisteme kökten karşı olurken yaşanmaya değer hayata nasıl geçileceğini bizlere gösterendir. BD-İBDA, kuru bir karşı oluştan ziyade her sahayı İslâmîleştirecek bir fikirler manzumesidir. Tabiî ki bu fikriyatı içselleştirenlerin önce ahlâkî olarak kendine tatbik etmesi gerekir. Çünkü olmadan oldurmak mümkün değildir.” mealinde duygularını ifade etti.
Etrafında meskûn alan olmadığı için bu kadar cemaati (üstelik coşkulu) bir arada göremeyen Kaşgarî Camii-Dergâhı imamı, “yine böyle gelin!” diyerek hem irticalen, hem de cami mikrofonundan memnuniyetini ifade etti. Evet öyle, cami cemaatle mekân insanla güzel. Mekânı güzelleştiren insandır. Hz. Ömer sahabîlerle otururken soruyor, “tek dileğiniz olsa ne istersiniz?” diye. Sahabîler daha çok maddî imkânları Allah yolunda harcamak hususunda farklı cevaplar veriyor. Hz. Ömer, “hayır!” diyor ve ölen büyük sahabîlerin isimlerini tek tek sayarak, “Ben Ebu Ubeyde, Muaz ve Huzeyfe gibi bir oda dolusu adam isterim, ki onlarla Allah yolunda yürüyeyim.” diye cevap veriyor.
Eşya ve hadiselere BD-İBDA’nın nakşı davası, her şeyden önce insan davasıdır. İBDA, insan ruhuna hitap eden bir güzellik nizamıdır. Güzel insanlarla güzel mekânlarda buluşmak dileğiyle Allah’a emanet olun.
Baran Dergisi 646. Sayı
30.05.2019