Her dünya görüşü kendi mimarîsini doğurur. Günümüzde "İslâm mimarîsi"nden bahsedildiğinde "İslama muhatap anlayış" davasının zarureti ortaya çıkar; İslâm mimarîsine vücud verecek İslâmî bir dünya görüşü... Demek ki, önce İslâm'a muhatap anlayış ve bu anlayıştan meydana getirilen bir mimarî anlayış gerekir. Daha İslâma muhatap anlayışta değilken "İslâm mimarîsi"nden bahsedilemeyeceği apaçıktır. Nasıl ki hırdavatçı dükkânının kapısına "eczahane" tabelası asmayla orası eczahane olmazsa, İslâmî bir dünya görüşü olmadan da hukuk, ahlâk, sanat, siyaset, iktisat... vs. gibi mimarî de olmaz.
Günümüze bakarsak ortada bir mimarî yoktur. 70 yıllık Cumhuriyetin, Üstadımızın tabiriyle estirdiği "samyeli" herşeyi kurutmuştur. Cumhuriyetten bu yana hiçbir kültür eseri ortaya konulamadığı gibi bir yapı ve mimarî şekli de yoktur. Çünkü eşya ve hadiselere bakış tarzı yani dünya görüşü olmadan mimarî olmaz. Ortaya günümüzdeki gibi bir manzara çıkar. Dünya görüşü yok, mimarî de yok; sadece taş ve bina yığınları var...
"Mekânların şiiri" olan mimarî, kültürün, taşa, betona, ahşaba, maddeye... vs. yansımasıdır; yoksa taş ve beton yığını değildir... Her kültürün kendine has özellikleri olan bir mimarî tarzı vardır. Öyle ki aynı malzeme kullanılsa bile farklı mimarî eserler ortaya çıkar; taştan camii de yapılır, kilise de... Taşı, maddeyi, biçimi... vs.'yi yontuş, işleyiş, bir tertip içinde diziş ve ona bir şekil ve ruh kazandırma her kültüre göre farklı farklıdır. Onun için farklı kültürlerin farklı mimarîleri söz konusudur. Maymunvarî batılılaşmanın resmen dayatıldığı 70 yıldır, kültürde yabancılaşma- köleleşme yaşandığı için ortada bir mimarî de yoktur.
BD-İBDA dünya görüşünde hiçbir saha boş olmadığı gibi mimarî saha da başıboş olmayacaktır. Muhakkak ki dünya görüşümüzün mensupları plastisite iştiyakı taşıyacak ve kendi mimarî ve şehircilik anlayışını maddeye nakış nakış işleyecektir.
İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu'nun, "suretler olmasaydı mânâlar ebediyyen tecelliye gelmezdi" hikmeti, mimarînin de mânânın tecelli zemini olduğunu hatırlatıyor... Bizim gayemiz, bu dünya ötelere geçit verici olduğu için dünyayı bu gaye ile süslemek ve imar etmektir. Ruha bağlayarak hakkını vermektir. İmar çabası, ötelerin şevk ve heyecanıyla ötelere geçit veren bu dünyayı imar etmektir. Kaynağında maddeyi ruhu bağlamak olan bu şevk ve heyecan bize maddeye üstün nakşını vurmanın zaruretini ihtar eder. "Peygamberler olmazsa medeniyet olmazdı" hikmetinde işaretlendiği gibi. Yoksa, madde imar edilemez, yeryüzü çöl olurdu. Yine, "hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, hemen ölecekmiş gibi ahirete memuruz" ölçüsü de dünyayı imar etmeyi işaretler. "Eşya ve hadiselere teshir etme" mükellefiyeti de bunu gerektirir. Dünyayı imar cehdi en muazzam şekliyle İslâm'da vardır. İslâmî anlayışı asrımızda yenileyerek bu cehdi temelde gerçekleştiren BD-İBDA Sistemi'nden şu hassasiyeti işaretleyelim: "Madde ihmal edildiği için insanlar başlarına neler geleceğini bilselerdi..." (1)
Osmanlı mimarîsi gibi bir mirasa sahibiz ve Mimar Sinan gibi dünya standartlarını aşmış bir sanatkârımız mevcut. Ve Osmanlı mimarîsinin her çağa uygulanabilir olması sözkonusu. Yani bu stil taklide düşmeden yaşatılabilir; içinde dinamik unsurları taşımaktadır. Osmanlı stilini günümüzde yaşatan, İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu'nun tesbitiyle, "BÜYÜK MİMAR, ÇAĞDAŞ SİNAN" Cevad Ülger (Karamehmedler) var. İBDA'ya yol veriş bünyesindeki üç unsurdan birinin Cevad Ülger olduğunu belirten Salih Mirzabeyoğlu şöyle der: "Demek ki, Cevad Ülger (Karamehmedler), İBDA keyfiyetine vesile unsur olmadan önce, gelişen bir bünyenin giyeceği bir elbise gibi İBDA fikrinin mimarisini peşinen hazırlayandır. Ruhunu bekleyen kalıp aradığını buldu." (2)
Yine Salih Mirzabeyoğlu'ndan: "Cevad Ülger, Osmanlı mimarî stilinin büyük ustasıdır." (3) Bu büyük usta, Osmanlı mimari sistemine bağlı kalarak kendi uslûbunu ortaya koymuştu. Hiçbir zaman kuru taklitte kalmamış, her zaman için yeni bir yorum getirmiştir. Betonarmenin tekniklerinden de istifade ederek... Sistem aynı, üslûp farklı... Osmanlı mimarî tarzının ana karakteristiklerinden olan yenilikçi anlayışa uygun olarak, Cevad Ülger'in hiçbir eseri diğer eserinin aynı değildir. Sistem aynı, fakat uygulamalar her eserde farklıdır. Cevad Ülger Osmanlı mimarî stilini 20. yy.'da başarıyla yaşatmıştır. Özünde canlı olan, fakat şu anda küllenmiş vaziyetteki Osmanlı mimarî tarzına hayatiyet kazandırmıştır. Osmanlı mimarî stilindeki gelişme ruhunu kavrayıp çağdaş eserler ortaya koymuştur. Aslında dinamik olan, fakat şahıslarda donmuş bulunan Osmanlı mimarî stilini çağımızda yaşatan büyük ustadır.
"Komple sanatçı" olan Cevad Ülger'in 60'tan fazla eseri vardır. Başlıcaları İstanbul Küçüksu'da Zihni Gürler Camii, Eskişehir'de Reşadiye Camii ve 10 civarında diğer camiler; Kayseri'de Bürüngüz Camii, Ankara'da Abidin Paşa Camii, Hatay Kırıkhan'da 500 Evler Camii, Trabzon Çaykara'daki Camii, Kütahya'nın Tavşanlı, Tunçbilek ve Domaniç kazalarındaki camiler... Sivil mimarî örnekleri olarak da Konya Ilgın kazasındaki kaplıcalar kompleksi ve Eskişehir'deki birçok binayı sayabiliriz. Mimar Sinan gibi komple sanatkâr özelliğine sahip Cevad Ülger'in bu eserlerin sadece mimarîsini değil, bütün dekorasyonu, desenlerini vs. kendisinin yaptığını da belirtelim... Mimarî merkez etrafında, ressam, karikatürist (Karamehmedler imzasıyla tanınır), engin müzik kültür sahibi ve şiir zevkine sahip "komple sanatçı"dır... Mimarî eserlerinde mukarnas çalışmaları, dekoratörlüğü, desenciliği, değişik motif çalışmaları, oymacılığı, ressam heykelciliği vs. onun komple sanatçılığının göstergeleridir.
Komple İBDA sanatkârı Cevad Ülger, "mimarî yapı içine girilen, etrafında dolaşılan, yaşanan bir eleman olacaktır." (4) der. Bu tesbitte bugünkü yapıların eleştirisini görürken, mimarî anlayışımıza uygun eserlerin de nasıl olması gerektiğini görmekteyiz.
"Mescidlerinizi sade ve ziynetsiz, ev ve şehirlerinizi de şerefli ve gösterişli bina ediniz". Hadis-i Şerifi mimarî anlayışımızın ipuçlarını vermektedir. Yine mevzuumuzla alakalı başka bir Hadis-i Şerif: "Müslümanların yolları üstünde, onlara eziyet verecek şeyler meydana getirene, Müslümanların laneti vacip olur."
" Evleri billurdan, kaldırımları fildişinden, çehreleri nurdan bir insanlık hayâline" inanmış ve bu rüyanın iklimini kurmak için mücadele eden İBDA sanatkârları plastisite iştiyâkını muhakkak maddeye işleyecektir.
Mimari ölçülerimizden biri de komşumuzun evinin önünü kapatmamak şartıyla dilediğini yapabilme serbestliğidir... İki kattan fazla evlere müsaade yok. Ülke yıkım yerine dönse bile.. İslâm devriminin ilk yıllarında belki de önemli bir iş hacmi olacak bu saha...
Mimarîmizin bize tedaî ettirdiği bazı özellikleri şöyle sayabiliriz: Mimarîde samimilik, sadelik, açıklık, süreklilik... Bütünlük... Ahenk... Sükûn ve hareket... Zerafet ve heyecan... Letafet ve asalet... Sağlamlık... Her şeyi ve malzemeyi doğasına uygun kullanmak... En ince teferruatta bile çirkinliğe müsaade etmeyen estetik zevk... Sonsuzluğa, sırra açık bir mimarî... Ufka batan değil, ufku açan; göklere özlemi hissettiren bir mimarî... Kâinat kadar geniş, kâinat kadar zengin bir mimarî... Toprağı delen değil, toprakla bütünleşen bir mimarî... Sonsuzluk işaretçileri mimarî eserler bir mermerden oyulup çıkmış gibi olacak... Girinti ve detaylarda da tam bir çizgi bütünlüğü... Nisbet ahengi... İç ve dış mekân uyumu ve bütünlüğü... Üstün kültür, üstün nakşını işleyecektir maddeye... Taşın şiiri olan bir mimarî... Tabiatı mimarî çevrenin içine sokan, onunla bütünleşen ve tabiatı rakip görmeyen mimarî... Bir yanda tabi güzellik, diğer yanda insan eliyle yapılan güzellik; birbirine geçit veren iki güzellik... Osmanlı eserlerinin tabiat ve çevreyle uyum içerisinde olma özelliği inceden inceye yaşatılacak bir mimarî... İnsan, yapı ve çevre uyumu... İnsan siloları ve sığınak değil yuva sıcaklığı verecek evler...
Bizim mimarî eserlerimizin bir parçasından kâinatı yakalamak ya da en azından hissetmek mümkündür. Bir parçası için ciltler dolusu yazı yazılabilecek, parçada "bütün" görülebilecek eserler...
Mimarî bir yapının iç unsurlarıyla birlikte düşünülmesi gereken dış unsurları da vardır. İç ve dış bütünlüğü şarttır. Dış unsurlar olarak yerin seçimi, arazinin uyumu, çevre uyumu, arazinin tabiat şartlarıyla uyumu, şehir planındaki yeri, ulaşıma elverişliliği... vs.'yi sayabiliriz. Mimarînin bu olgularını Mimar Sinan’ın büyük bir ustalıkla uyguladığını ve bu unsurların günümüzde yeni yeni farkına varıldığını belirtelim. Mimarımızın bir özelliği de zıtlardaki uyumdur. Zıtların tek bir mânâya ircaıdır. Fanilik duygusuyla imar çabası, göğe yükselmeyle toprağa bağlanma, tabii mekânla sunî elemanı yanyana koyma, hareket ile sükûn, madde ile ruh beraberliği gibi...
Günümüzde bir mimarın itirafı: "Bize arsa sahibi veya müteahhit geliyor, imar durumunu ve istikamet rölevesini gösteriyor, buraya şu kadar kat bina çiz diyor, biz de yeri görmeden, oturduğumuz yerden hazır proje modellerinden çizip veriyoruz. Halbuki yapının arsa ile uyumu, çevre ile uyumu, ışık ve gölge uyumu ...vs. hiç düşünülmüyor.”
Tabiata bakış açısından da Osmanlı İslâm kültür ve sanatı, Batı kültüründen çok ileridedir. Batı, ya tabiatı kuru kuru taklid ya da tabiatı düşman gören, tabiatı ezen bir mimarî anlayışta gezinirken Osmanlı abstre anlayışla tabiatın da nasıl idare edileceğini ortaya koyuyordu. Tabiatı içi-dışı, maddesi ve ruhu ile bir bütün kabul ediyor ve tabiatı dışta taklidin "zanaat" olduğunu belirtiyordu. Ve "sanat"ın ne olduğunu da eserleriyle gösteriyordu. Mimarinin içinde resim ve heykelin de olduğunu belirten rahmetli Cevad Ülger bu konuda şöyle diyordu:
"Şiir ve musikîyi bir yana bırakarak, bir biçim ve renkler sanatı olan mimarî, resim ve heykel üzerinde duralım. Bizde epey eski çağlardan beri resim ve heykel sanatı ihtiyacı hissedilmiştir. Resim ve heykel zaten bir nevî fantazidir. Bu ön fantazi kabulü mantığı onları müstakil bir sanat halinde bırakmamış, mimarî ile birleştirmiş, tek ve mutlak büyük bir sanat haline getirmiştir. Heykelin malzeme ile karışan, derin biçim endişesi, resmin satıh, biçim ve renk endişesi, mimarînin ana organizması içinde kaynamış, mimarî böylece biçim ve renk sanatlarının toplayıcısı, tam ve bölünmez bir kompozisyonu olmuştur. Mimarinin "strüktür-yapı"sından getirdiği satıh biçimleri, derin heykel biçimleri, malzemesinden getirdiği organik renkler, bu üç sanatın harikulâde birleşimleri olmuştur. Mimarînin gayet grift abstraksiyonlar, müthiş nisbet estetiğine varırken, iç ve dış mekân tesirlerinin mükemmel neticelerine varmışlardır. Ve bu eserlerde tabiatı ifade etmek değil, tabiat olmak, onun en yüksek irtifalarından, enderin diplerine kadar idrak etmek mantığı hâkimdir. Görülüveren, duyuluveren, tadılıveren değil..." (5)
İBDA Mimarı'nın "Ruha ipek eldiven- Gerçek İslâm sitesi" idealinin aksiyonuna talip sanatçılarımız maddeye de İslâmın nakşını işleyecektir.
Dipnotlar:
1-İktisat ve Ahlâk, Salih Mirzabeyoğlu, İbda Yayınları
2-Ritmin Gücü ve Ritme Davet, Cevad Ülger, Takdim: S. Mirzabeyoğlu, İbda Yay. Sh. 7
3-Demet, Cevad Ülger, Takdim: Salih Mirzabeyoğlu, İbda Yayınları
4-Ritmin Gücü ve Ritme Davet, Sh. 74
5-Age. Sh. 46
Haftalık Taraf Dergisi 10. Sayı
5 Ağustos 1994