Geçen ay Mesnevi’deki “Bedevi ile Filozof” arasında geçen hikâyeyi paylaşmıştık. Bu sefer de “Mücevher ile İmtihan” başlıklı hikâyeyi alâkanıza sunacağım…

Mücevher ile İmtihan

Gazneli Sultan Mahmud bir gün divana gittiğinde bütün memleket büyüklerinin orada toplanmış olduklarını gördü. Beylerini ve vezirlerini denemek istedi. Bir mücevher çıkararak vezirine uzattı:

“Bu nasıl bir mücevher, değeri ne olabilir?” diye sorunca vezir:

“Bu çok kıymetli bir mücevherdir, yüz eşek yükü altın eder.” dedi.

Padişah

“Bu mücevheri kır.” dedi.

Vezir:

– “Efendim, dedi. Ben bunu nasıl yapabilirim, ben padişahımın iyiliğini dileyen bir kişiyim, eğer kırarsam, bu size kötülük olur.” dedi.

Padişah vezirin bu davranışını takdir etti ve ona çok değerli şeyler hediye etti.

Padişah bir müddet konuştuktan ve bu unutulduktan sonra aynı mücevheri perdecinin eline verdi ve:

– “Bunun bir müşterisi çıksa acaba buna ne verir?” dedi.

Perdeci:

– “Bu mücevher ülkenin yarısı değerindedir.” dedi.

Padişah ona da:

“Bu mücevheri kır, parçala.” dedi.

Perdeci:

“Ey sultanların sultanı bunu kırmak çok yazık olacak, böyle değerli bir mücevher ancak sizin gibi eşsiz bir padişaha layıktır, onu kırmak olmaz. Bunu yapmak padişaha ve hazinesine düşmanlık olur.” dedi. Padişah perdecinin bu söylediklerini de çok beğendi ona da çok değerli hediyeler verdi.

Biraz sonra mücevheri başka birine verdi, o da benzer şeyler söyledi. Padişah ona da değerli hediyeler verdi. Böylelikle birçok kişiyi sınayan padişah sonunda sadık bendesi Eyaz’ı çağırdı ona da mücevheri vererek değerini sordu sonra da:

“Kır bunu.” dedi.

Eyaz hiç düşünmeden mücevheri paramparça etti. Etrafındakiler acıdılar:

“Ey Eyaz ne yaptın öyle değerli mücevhere kıyılır mı, bu padişahın hazinesine ve padişaha hıyanettir, nasıl yaptın bunu? Bu ne korkusuzluk ve pervasızlık? Allah hakkı için bu nurlu mücevheri kıran kâfirdir,” dediler.

Eyaz şöyle dedi:

“Mücevher mi daha değerli, padişahın emri mi? Padişaha gerçekten sevgi bağıyla bağlı olan için padişahın emrinden ve arzusundan daha değerli bir şey olamaz. Padişahın buyruğuna aldırış dahi etmiyorsunuz! Ben gözümü padişahtan ayırmam. Boyalı bir taşı seçip de padişahın buyruğunu geri bırakan canda hiçbir gevher, hiçbir değer yoktur. Gül renkli oyuncağı arkanıza atın da onlara renk vereni aklınıza getirin.” dedi.

Bunun üzerine padişah ihtiyar celladına emir verdi.

“Bu çerçöpü benim yüce kapımdan uzaklaştır! Bu aşağılık adamlar, bu makama layık değiller. Bir taş için benim emirlerimi reddettiler. Emrim, bu çeşit fesatçılara bir boyalı taş için aşağı görüldü.” dedi.

Daha sonra Eyaz araya girdi ve bağışlanmalarını istedi. “Padişahın emrine karşı pervasızca davrananların da yine padişahın affından başka sığınacak yeri yoktur.” diye niyaz etti Sultanına.

 Mesnevi Öyküler sadece hikayeler manzumesi değil, bir semboller ve hikmetler kitabıdır. Her okunduğunda katman katman mânâlar barındıran hikmetler... Bu hikâyede de Padişahla kastedilenin Hak Teala, köle Eyaz’ın da kâmil kul olduğu akla geliyor hemen. Çünkü biliyoruz ki, mü'min kişi aslı bırakıp, sebepte kaybolmaz. Sebeplere, vasıtalara olması gerektiği kadar önem verir ve asıl amacını unutmaz. Tek sahibinin Yaradan olduğunu ve bu dünyada O’nun rızasını kazanmaktan başka bir gayesi olmadığını bilir. Bilmekten öte; yaradılışımızın gereği bu olduğu için boşu boşuna harcanmaktan da kurtulur. Faydasız yerlerde durmaz. Bu hikâye de bize bunları bir kez daha hatırlatıyor. Dünyevileşmenin bu denli aşırı olduğu günümüzde mevzu hikâye sayesinde asıl amacımız net bir biçimde ortaya konuluyor ve zihnimiz sadeleşiyor. Kendimizi huzurlu hissedebiliyoruz.

Bu hikâye ayrıca Mukaddes Kitabımızın Nisa Sûresi’ndeki şu ayeti de anımsatır;

-Ey iman edenler! Allah´a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah´a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.

     Ruhlarımızın Kâlû Belâ'da Allah (c.c)’ a verdiği sözde bu noktada hatırlanması gereken bir başka hikmet. Cenabı Allah dünyayı ve içindeki varlıkları yaratmadan evvel, öncelikle gelmiş ve gelecek bütün insanların ruhlarını yaratmıştır. Ve demiştir ki;

“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”

Ruhlar da:

“Evet, sen bizim Rabbimizsin” diye cevap vermişlerdir. “Ancak sana ibadet eder, senden yardım dileriz.”

Verdiğimiz bu sözde ne derece samimi ve sadık olduğumuzu göstermek bizim sorumluluğumuzda. Eyaz, Padişah’ın emrine karşı gösterdiği sadakat ile kamil bir insanı temsil ediyor. Bize hadiselerin yalnızca görünen veya söylenen yüzünü değil, daha ilerisini de düşündürür. Söylenmeyenlerin ve aslında söylenmek istenenlerin asıl olabileceğini... Eyaz, Padişah’ın gösterdiği mücevherin güzelliğine ve görkemine odaklanmak yerine, tam bir teslimiyetle hünkârının emrinin daha mühim olduğunu söylüyor. Direkt padişahın emrine nazar ediyor. Onun isteğine odaklanıyor. Diğerleri sadece mücevhere nazar ederken, Eyaz perspektifi daha geniş tutarak, asılı unutmamayı başarıyor. Mücevheri parçalamamak padişahın emrini küçümsemek gibi bir anlama gelse de, Eyaz araya giriyor: “Padişahın emrine karşı pervasızca davrananların padişahın affından başka sığınacak yeri yoktur.” diyor. Böylece makamı övüp hürmet gösteriyor. Bu hikaye günlük ilişkilerimizde de bize yol gösterebilir zannediyorum. İletişim yeteneğimizi daha geniş bir bakışla daha anlamlı, kaliteli bir hale getirebilir. Olaylara tek bir açıdan bakmak yerine, karenin dışına çıkıp tekrar bakabilmeyi gösterir. Bunun önemini de hissettirir.

Aylık Dergisi 198. Sayı Mart 2021