Yönetmenliğini Mick Jackson’un yaptığı 2010 yılına ait drama ve biyografi filmi… Temple Grandin isimli otistik bir kadının mücadelesi, başarı ve insanlığa kazandırdıklarını anlatan bu film; dört dalda ödüllü… Bu dalları sırasıyla aktaracak olursak; en iyi kadın başrol oyuncusu, en iyi televizyon filmi, en iyi yardımcı kadın oyuncu ve 2011 yılında Beyaz Perde Sanatçıları Derneği tarafından ikinci en iyi başrol oyuncu ödülüne lâyık görülüyor. Bu arada filmin başrolünü Clare Dones üstleniyor.
Temple Grandin’in kim olduğuna bakacak olursak; Amerikalı hayvan bilimi uzmanı ve Colorado Devlet Üniversitesi’nde profesör, yazar, otizm aktivisti ve hayvancılık sektöründe hayvan davranışları alanında danışman ünvanlarına sahip olduğu bilgilerine ulaşabiliriz. 29 Ağustos 1947 tarihinde, ABD’nin Massachusetts eyaletinin başkenti Boston’da doğmuş. Şu sıralar 70. yaş gününü kutluyor. 4 yaşına kadar hiç konuşmaması üzerine, annesi tarafından doktora götürülüyor. Ve otizm tanısı konuluyor. Otizm hastalığının belirtilerinden olan iletişim bozukluğu ve uyaranlara az tepki verme engelleriyle yaşıyor. Annesi, otistik çocukları olan diğer ebeveynlerin aksine, Grandin’in kendi başına hayat mücadelesi vermesini hedefliyor. Grandin, 4 yaşında konuşmaya ve ilerlemeye başlıyor. Başta annesi olmak üzere hep özel insanlarla karşılaştığını ve bu yüzden kendisini hep şanslı hissettiğini ifâde ediyor. Belli bir yaşa gelince, annesi, Grandin’i devlete bağlı yatılı bir okula yerleştiriyor. Çünkü Grandin’in hayata tutunabilmesi için bunu göze alması gerekiyor. Annesi tarafından sürekli gözetim altında… Eğitim hayatı da hep kendisine rehberlik eden kişilerle dolu… Grandin’in hayatının bu noktadan sonraki kısmı genel olarak filmde anlatılıyor. O yüzden filmin özetini birlikte değerlendirelim.
Film, Temple Grandin’in teyzesine ait bir hayvan çiftliğine yatılı misafir olarak gitmesiyle başlıyor. Orada hayvanları sakinleştirmek için kullanılan Hug Box (sarılma kutusu) cihazını görüyor ve bunu kendisiyle birlikte otizmli diğer bireyler için yeniden inşa ediyor. Bu sayede otistik bireylerin ihtiyaç duyduğu sarılma hissini giderebiliyor. Hayvanlara karşı büyük bir sempatisi bulunan Grandin, üniversitede hayvanların bağırmaları ve hırçınlıkları üzerine tez yapıyor. Büyükbaş hayvanlar için çeşitli mekanizmalar oluşturuyor, bu sayede de onların daha sakin ve huzurlu olmalarını sağlıyor. Aynı zamanda bazı dergilerde yazıları yayımlanmaya başlıyor. Bir gün, Grandin, annesiyle birlikte otizm seminerine katılıyor. Burada, otizmli çocukların davranışları hakkında yaptığı isabetli yorumlar sayesinde ebeveynler tarafından hemen fark ediliyor. Grandin, kendisinin de otistik olduğunu söyleyince, salondakiler hayat mücadelesini kendisinden dinlemek istiyorlar. Bunun üzerine Grandin kürsüye çıkıyor ve hayat hikayesini, yaşadığı mücadeleyi, neler yaptığını anlatmaya başlıyor.
Filmde ilgimi çeken şey; Temple Grandin büyükbaş hayvanlar üzerinde çalışırken, otizmin kendisine kazandırdığı özelliklerden faydalanıyor. Meselâ otistik kişiler, parçaları zihinlerinde birleştirerek bütünü hayal edebiliyorlarmış. Filmde de Temple Grandin, ürettiği projelerde oluşturacağı sistemi bir bütün halinde çok kolay hayal edebiliyor ve bu sayede hata payını sıfıra indirebiliyor.
Bu durum İbda Hikemiyatı sayesinde öğrendiğimiz “zehri şifaya çevirme tahviline” çok güzel bir örnek… Buradan şöyle bir pay çıkarabiliriz. Hepimizin hayatında belirli sınırlamalar ve engeller mevcut. Başka bir deyişle; “hayatın inişleri de var, çıkışları da…” Mütefekkir, ‘Adalet Mutlak’a” adlı konferansında demişti ya; “Şimdi diyoruz ya; “yaşama hakkı” falan filan… Biz dünyaya aslında yaşama görevi ile geldik; o hak da o görevden doğuyor.” İşte bu görevi yerine getirirken de karşılaştığımız engelleri aslında çoğu defa lehimize çevirebiliriz. İlk önce kendimiz için ve daha sonra cemiyetimiz için ve nihayetinde tüm insanlık için faydalı duruma getirebiliriz. Geliştirebiliriz ve dönüştürebiliriz. Yeter ki, gerçekten isteyelim. Yeter ki, tarafımız iyi, doğru ve güzel olsun. Yeter ki, kapıları sonuna kadar zorlayalım.