Günümüzde, sadece zaman öldürmek(!) amacıyla kullanılan kahvehaneler, tam olarak bir tembellik yeri halin e gelmiştir.
Kahvehane kelimesini etimolojik olarak incelediğimizde, kahve sözcüğünün Türkçe ’ye Arapça’dan girdiğini, hane kelimesinin ise Farsça kökenli olup ev kelimesinin eş anlamlısı olduğunu görüyoruz. Sözlük anlamına baktığımızda; kahve ve çay yanı sıra çeşitli meşrubatların ve nargile gibi tütün ürünlerinin servis yapıldığı, masa oyunlarının oynandığı, sohbet edilen ve yine birçok farklı aktivitenin yapıldığı mekân olarak tanımlanan kahvehanelerin; müşterilerinin okuması için gazete ve dergi bulunduran, geniş, temiz ve iyi döşenmiş haline ise kıraathane deniliyor.
Günümüzde, sadece zaman öldürmek(!) amacıyla kullanılan kahvehanelerin, tam olarak bir tembellik yeri olduğunu hepimiz az-çok biliyoruz. Bu durum her ne kadar bugün bu şekilde ise de, Osmanlı zamanında kahvehanelerin, önemli ve faydalı bir yere sahip olduğunu görebiliriz. Osmanlı’nın kahve ile ilk kez 1517 yılında Yemen valisi Özdemir Paşa’nın bu içeceği İstanbul’a getirmesiyle tanıştığı birçok kaynakta belirtiliyor. Halk tarafından bulunan yepyeni hazırlama yöntemi sayesinde kahve, cezvelerde pişirilerek, Türk Kahvesi adını almış. Saray mutfağına oradan konaklara ardından evlere giren kahve, kısa zamanda Osmanlı halkının tutkunu olduğu bir içecek haline gelmiş. Böylece, kahve ve içildiği yer olan kahvehaneler sosyal yaşamın, ayrılmaz bir parçası olmuş. Osmanlı’da bilinen ilk kahvehaneler, 16. Yy.da Kanunî döneminde görülmeye başlanmış. Osmanlı İmparatorluğu’nun önemli ticaret merkezlerinden olan Tahtakale, İstanbul kahvehanelerine ev sahipliği yapmış. Kahvehane sayısı, yasaklayıcı dönemler dışında her geçen gün artış göstermiş. Namaz vakitleri arasındaki boşluğu insanlar kahvehanelerde doldurur, bu yerlerde çay içip sohbet ederlermiş. Bunların bir kısmı daha sonra kıraathane şekline dönüşmüş, buralarda akşamla yatsı arasında kitaplar okunurmuş. Osmanlı toplumunda kahvehaneler halkın sesinin duyulduğu mekânlar olmakla birlikte, sanattan siyasete kadar birçok konu da konuşulurmuş. Sanatçılar ve edebiyatçılar dâhil toplumun her tabakasından insanlar, günün belli saatlerinde buralarda toplanırmış. Meddahlar, hikâye anlatıcılar, saz âşıkları ve şairler, kahvehanelerde sık sık görülen insanlar olmuş. Zamanla kahvehaneler çeşitlenmiş ve farklı zümrelerden ve mesleklerden insanlara hitap edebilen yerler olmuş. Hâcegân Kahvesi, Esnaf Kahvesi, Âşıklar Kahvesi, Neyzenler Kahvesi, Çalgılı Kahve, Muallimler Kahvesi, Meddah-Karagöz Kahvesi, Pehlivan Kahvesi, Tulumbacılar Kahvesi, Esrarkeşler Kahvesi, Sandalcı Kahvesi, Balıkçı Kahvesi, Sabahçı Kahvesi, Yeniçeri Kahvesi gibi... Daha sonraları “Semâî kahveleri” adı verilen kahvehaneler kurulmuş, bunların sahipleri genelde sanatçı veya sanatçı ruhlu kişiler olduğundan, edebiyatın önemli bir yeri olmuş. Buralarda, edebiyat ve halk bilimi adına hizmetler verilmiş. Kahvehane sahiplerinin bir kısmı da yeniçeri ağalarıymış ve bunlar kahveleri kendi ocaklarını temsil etmekte ve yeniçerilerin toplanmasını sağlamakta kullanmışlar.
Osmanlı döneminde kahvehanelerin bir diğer önemli özelliği de, bu mekânlarda devlete yönelik eleştirilerin yapıldığı siyasi konuların konuşulması olmuş. Cami avlularında namaz öncesi veya sonrası yapılan “devlet sohbetleri”, kahvehanelerin açılmasıyla birlikte buralarda yapılır olmuş. Bu özelliğinden dolayı sürekli devlet otoriteleri tarafından takip edilmiş. Kanuni Sultan Süleyman dönemi Şeyhülislamının kahvehaneler konusunda verdiği olumsuz fetvaları, bu mekânların kaderini tayin etmeye başlamış. Kanuni’nin torunu olan, III. Murad dönemindeki Şeyhülislam baskısıyla kahvehanelere yasak getirilmeye başlanmış. Bu yasaklama işi IV. Murad zamanında daha sert bir şekilde devam etmiş. Padişahın emriyle İstanbul’daki bütün kahvehaneler kapatılmış. III. Selim’de kahvehaneleri yasaklayan ve kapattıran diğer bir padişah olmuş. 19. Yüzyıl’da kahvehaneler, her türlü içkinin içildiği, kavga ve dövüş mekânları olmuş. Namık Kemal ve Mehmet Akif gibi dönemin ünlü isimleri, yaptıkları yayınlarda kahvehaneleri kötülemişler. Özellikle Mehmet Akif Ersoy, kahvehanelerin aile ve toplum hayatını olumsuz etkilediğini belirtmiş ve buraların zararlı mekânlar olduğunu anlatan bir şiir yazmış. Bu olumsuz durumların yanı sıra kahvehaneler, yurdumuzun işgal edildiği yıllarda, ülkenin durumunun tartışılıp kötü gidişat karşısında neler yapılabileceği konusunda fikir üretilen bir mekân olma özelliği göstermiş. Ayrıca ağır mütareke şartlarına karşı örgütlenmelerin yapıldığı yerler arasında bu mekânlarda varmış.
Zamanla ortaya çıkan modernizm kurgusundan, kahvehanelerin de nasibini aldığını net bir biçimde görebiliyoruz. Günümüzdeki kahvehanelerin sadece lakırdı yapmak amacını taşıdığını ve Büyük Doğu Mimarı'nın dediği gibi meyhanelerden daha zararlı mekânlar olduğunu söyleyebiliriz.
Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in ve Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun ortaya koyduğu Büyük Doğu-İbda ideolojisi çerçevesinde teklif etmiş oldukları dünya düzeninde kahvehanelerin yerini, yine Üstad'ın “İdeolocya Örgüsü” isimli eserindeki, “Başyücelik Emirleri-Kahvehane” bölümündeki şu cümlelerinde görebiliriz:
“Bugünden itibaren, en hücra köyden en kalabalık şehre kadar, kahvehane mefhumunun ifade ettiği, öldürülmüş zaman ve yok edilmiş faaliyet müessiseleri baştan başa kapatılacaktır.
İyi maksatla ağız tatlılandırmak, gazete ve mecmua okumak, arkadaşlarla buluşmak ve oraları da bir tenbelhane ve (enerji) mezbahası haline getirmemek şartiyle yeni tipte pasta ve çay salonları müstesna, eski kahvehane çerçevesi içinde her şey yasaktır. Bunlar da işi kudret ve faaliyet makteli haline getirecek olurlarsa derhal kapatılacaklardır. Bütün bir içtimai ve ruhî israf mevzuunda hürriyet gibi lafları dinlemek isteyenler, bizi bu laflarla avlayıp sonra kahvehane köşelerinde apıştırmak suretiyle müstemlekeleştiren demokrasya diyarlarına gidebilirler. Bizim diyarımız, hürriyetin ve halkın değil, hakikate baş eğmenin ve hakkın vatanı olacaktır.
İster kahvehane, ister pastane, ister muhallebi dükkânı vesayire, iş ve faaliyet zamanı bir sürü başıboşun toplandığı her yer şüpheledir ve derhal tepeden inme bir kapatılma emri mevzuudur. İş ve faaliyet zamanı içinde ve dışında meşru ve mâkul buluşma, istirahat ve zevklere istinat eden her yer ise, sonuna kadar serbesttir. Ölçü bundan ibarettir.
Bu gibi yerlerde, ne şekilde olursa olsun, oyun, içki ve fuhşu kolaylaştırıcı şeylerin mutlak olarak yasak olduğu kaydedilmekte müstagnidir.
Sadece kahvehaneleri kapatmak ve bu tedbiri en hücra köyden en kalabalık şehre teşmil etmekle elde olunacak içtimaî fayda; en aşağı, vatanın umumî seferberliği halinde çıkarılacak azamî ordu mevcudu çapında bir kudretin her ân iş başında bulundurulması kadar azîmdir. Bu sayede en aşağı 2-3 milyon kişi (parazit)likten müstahsilliye geçecektir. Memleketimizde kahvehanelerin tahribatı belki meyhanelerinkinden beterdir. Zararsız gibi duran bu tenbel yataklarının, kemiyet bakımından azametidir ki, zararını son haddi çıkarmaktadır.
İçtimaî faaliyet makteli halindeki müessiselerin kontrolü, içtimaî faaliyeti nizamlama vazifesiyle, devlet manzumesindeki iş bulma ve çalıştırma teşkilâtına aittir.
Kahvehaneleri kapatan, içtimaî faaliyet israfına mâni ölçünün hiddet ve asabiyeti o kadar büyüktür ki, şümulünü, evden itibaren yöneltmeyeceği yer yoktur. İşsizlik veya mânasız ve faydasız işin her mensubu, cemiyetten kıymet çalan ve enerji israf eden bir hain mevkiindedir.”
Aylık Dergisi 135. Sayı, Aralık 2015